Hataylılardan Suriyeli muhaliflerin kentte yol açtığı sorunları dinlediğinizde ilk başta koca bir şehrin şehir efsanelerine teslim olduğunu zannediyorsunuz. Bereket, kentin ortasında elini kolunu sallaya sallaya dolaşan cihatçılardan biri kameramızın karşısına dikilip kentin sahibi imiş gibi tehdit savura savura konuştu da Hataylıların bildiklerini neden “rivayet” kipinde anlattığını anlamış olduk Hatay’ın Yeşilpınar Belediyesi’nin düzenlediği Barışa Çığlık etkinliğini […]
Hataylılardan Suriyeli muhaliflerin kentte yol açtığı sorunları dinlediğinizde ilk başta koca bir şehrin şehir efsanelerine teslim olduğunu zannediyorsunuz. Bereket, kentin ortasında elini kolunu sallaya sallaya dolaşan cihatçılardan biri kameramızın karşısına dikilip kentin sahibi imiş gibi tehdit savura savura konuştu da Hataylıların bildiklerini neden “rivayet” kipinde anlattığını anlamış olduk
Esnaf, mahalle sakini, kitle örgütü üyesi çok sayıda kişiyle görüştük. Görünümleri itibariyle Selefi-El Kaideci olduğu sanılan kimi muhaliflerin esnafa para ödemeden lokantalarda yemek yediği, dolmuşlara parasız bindiği ve itiraz gelince tehdit savurduğundan, birkaç gün önce Emek Mahallesi’nde cihatçıları uyaran bir polisin öldürüldüğüne kadar bir dizi “rivayet” dinledik.
Rivayet; çünkü bu olaylara doğrudan şahit olduğunu söyleyen biriyle karşılaşmanız pek mümkün değil. Doğrudan şahit olduğunu söyleyenler de konuşmaktan çekiniyor. Esnaftan dükkanı muhaliflerce yağmalanan biri, güvenlik kamerasının kaydettiği olayı anlatacakken birden vazgeçiyor. Önce, Türk askerinin de bilgisi dahilinde gerçekleştiğini duyduğumuz olayla ilgili olarak aileye bu durumun üzerine gidilmemesinin telkin edildiğini; sonra, kameranın aslında o gün kayıtta olmadığını; en sonunda da, konuşulacak bir şey olmadığını(!) öğreniyoruz.
Alenen gizlenen bir şeyler var
Sonra Barışa Çığlık etkinliğinin ilk gününde Valilik izniyle Apaydın kampına giden CHP’li vekillerle bir grup gazetecinin kampa girmesinin engellendiğini öğreniyoruz. Haliyle, ertesi gün demokratik kitle örgütleri ile birlikte ikinci bir heyet oluşturarak kampa gitme isteğimiz de Valilik duvarına çarpıp geri tepiyor.
Apaydın kampında yaşananları, heyette yer alan Bianet‘ten Ayça Söylemez anlatıyor: “Kampın kapısında bekleyen Türkiyeli jandarmanın tek inisiyatifi kapıyı açıp kapamak gibi görünüyor, kontrol ÖSO askerlerinde. Kampın fotoğrafını çekmeye çalışırken, üzerimize yürüyerek bizi uzaklaştırmaya çalışmaları da bunun bir kanıtı. (…) Apaydın Kampı’na girmeye çalıştık. (…) CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş, kampa girebileceğimizi, valilikten izin alındığını söyledi.
Ancak kapıda ‘işlerin pek öyle yürümediğini’ gördük. Antakya merkezden yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki kampın kapısında bize içeri ‘kesinlikle’ giremeyeceğimiz söylendi.
Kampın fotoğrafını çekmek istedik, içeriden çıkan ÖSO askerleri üzerimize yürüdü, bizi iterek uzaklaştırdılar. Birkaç kare çekme şansımız oldu yine de. Bu arada kamptan çıkan bir bölge komutanı, bize bu katı uygulamanın ‘güvenlik sebebiyle olduğunu, ailelerinin Suriye’de yaşadığını ve onların selameti için fotoğraf çektirmediklerini’ söyledi. Bölgedeki küçük bir askeri birimin komutanı olduğunu söyleyen Suriyeli Ebu Hüseyin, kamplarda askeri eğitim verildiğini, gündüz savaşa gidip geceleri Türkiye tarafına döndüklerini anlattı.”
Aynı günün akşamı, Apaydın kampına girme şansı bulan bir Antakyalı ile görüşüyoruz. İsmi bizde saklı. Üç ay önce kampa girerek muhalifler için fiberoptik kablolar döşeyip, özel iletişim sistemi kurmuşlar. O esnada teknolojik destek sağlanan kampta şahit olduğu yaşam koşulları ise çok kötüymüş. Bu anlatımdan kampın zaten insani amaçlı değil askeri amaçlı kurulduğunu tahmin edebiliyoruz.
Ancak askeri faaliyetin Apaydın ile sınırlı olmadığı da ortada. Gün içinde kısa bir gezinti yaptığımız Yayladağ kampında da asker üniformalı Selefi görünümlü birilerine rastladık. Kamp, kayıtlı olmadığı halde dışarıdan zorla kampa girmek isteyen 10-15 muhalifin kapıda bekleyen polisin silahını gasp edip, polisi yaralamaları ile gündeme gelmişti.
Aslında her şey ortada
İkinci gün öğlen saatlerini Antakya kent merkezinde röportaj yaparak geçirmeye karar veriyoruz. Mikrofonu kime uzatsak muhaliflerin hastanelerde çalışanlara kötü davrandığından, esnafa para ödemediğinden, Alevileri tehdit ettiğinden, Emek Mahallesi’ndeki cinayetten söz ediyor. Yine doğrudan tanıklık yok, bir akrabanın ya da arkadaşın anlatımı olarak aktarılıyor tüm bunlar.
O esnada sohbet ettiğimiz ancak kameraya görüntü vermeyi kesinlikle reddeden bir esnaf, muhalif olmayan bir Suriyeli ile yanımıza geliyor. Yine isim ve görüntü vermek istemeyen ancak güç bela sesini kaydetmemize izin veren Suriyeli, “Muhalifler arabalarının içinde silahlarıyla gelip kent içinde dolaşabiliyorlar. Bunu sizin polisiniz, askeriniz görüyor ve sesini çıkarmıyor. Ben burada nasıl güvende olabilirim? O nedenle isim yok, görüntü yok” diyor. Suriye’nin neden hedef alındığını İran’ın merkezinde yer aldığı bölgesel denklemler ile açıkladıktan sonra, “Muhalifler Alevileri öldürüp Sünnileri suçlayarak, Sünnileri öldürüp Alevileri suçlayarak mezhep çatışması çıkarmak istiyor” diyor.
Röportaj daha bitmeden esnaf özel bir araçtan inen Selefileri işaret ediyor. 5-6 kişilik uzun sakallı, bıyıksız, bol pantolonlu bir grup, kentin göbeğinde kiraladıkları bir apartmana giriyor.
Antakyalılar kendi yurdunda mülteci
Apartmanın yakınına geçip görüntü almaya çalıştığımızda, bu kez Selefi grubun indiği aracın yanında bekleyen birkaç gencin de bizi gözetlediğini görüyoruz. Bekleyişimiz sürerken esnaf caddeden geçen bir başka Suriyeli muhalifi görüyor ve röportaj teklifimizi iletiyor. Bu kez muhalif olmayan Suriyelinin çekingen tavrının tam zıddı ile karşılaşıyoruz. Kameranın karşısına geçen muhalif Esad’ın öyle ya da böyle devrileceğinden söz ediyor. Daha sonra elini kolunu sallayarak soruları cevaplamak yerine propaganda yapmaya başlıyor. Kendisine itiraz eden bir esnafa karşı sesinin tonunu iyice yükseltip, “Sen zaten Esad’ın tarafındasın, zaten bunu bildiğim için konuştum” diyor ve çekip gidiyor.
Savaşçı olduklarını ifade eden muhaliflerin bu pervasızlığı ile Hataylıların korkusu arasındaki doğrudan ilişki ortada. Muhalif olmayan Suriyelinin şu sözü, muhaliflerin “Esad’dan yanasınız” diye seslendiği Antakyalılar için de geçerli: “Muhalifler arabalarının içinde silahlarıyla gelip kent içinde dolaşabiliyorlar. Bunu sizin polisiniz, askeriniz görüyor ve sesini çıkarmıyor. Ben burada nasıl güvende olabilirim?”
Antakya En Nusra’nın üssü mü?
Biz kent merkezinden ayrılmaya yakın, Selefi grubun kullandığı bir bellekten çıkan görüntüler bize ulaştırılıyor. Bunun ne şekilde gerçekleştiği yine bizde saklı kalsın ancak cihatçıların Suriye’de yaptıklarını anlatma ve göstermede pek de çekingen olmadığını duyuyor ve görüyoruz. Yazının girişindeki bayrak o bellekte yer alan, Antakya’daki istirahat ve Suriye’deki çatışma görüntülerini de içeren yüzlerce görüntüden biri. El Kaide uzantısı En Nusra cephesinin bayrağı. Washington Post, Eylül 2011’de kurulan ve eylemleri Halep’te yoğunlaşan örgütün para ve silah desteğini Türkiye üzerinden aldığı yönünde bir haber yayımlamıştı. En Nusra cephesi militanlarıyla yapıldığı söylenen röportaj için Halep ve Antakya adresi verilmiş, “büyük medyanın” üzerinden atladığı bu ayrıntıya Sendika.Org dik
kat çekmişti.
Bütün “rivayetlere” ve kamplardaki gizliliğe rağmen ve biraz da onlar sayesinde Apaydın’ın Özgür Suriye Ordusu’nun resmi kampı olduğu milletvekillerinin girişimi vesilesi ile ortaya döküldü. Ancak bundan da vahimi Antakya da El Kaide-En Nusra’nın gayri resmi üssüne dönüşmüş durumda.