Dev ibadethaneler hiçbir zaman tanrı ile kulları arasındaki soyut bir dinsel ilişkiyi simgelemedi. Tarihte pek çok hükümdar kendi egemenliklerini ilan edip kalıcı kılmak için dev ibadethaneler yaptırdılar. Egemenliğe isyan ve egemenliğin el değiştirmesi de bu ibadethanelere doğrudan yansıdı Tayyip Erdoğan, 29 Mayıs 2012’de Üsküdar’da katıldığı bir açılışta Çamlıca Tepesi’ne dev bir cami yapılacağını söyledi. Üç […]
Dev ibadethaneler hiçbir zaman tanrı ile kulları arasındaki soyut bir dinsel ilişkiyi simgelemedi. Tarihte pek çok hükümdar kendi egemenliklerini ilan edip kalıcı kılmak için dev ibadethaneler yaptırdılar. Egemenliğe isyan ve egemenliğin el değiştirmesi de bu ibadethanelere doğrudan yansıdı
Tayyip Erdoğan, 29 Mayıs 2012’de Üsküdar’da katıldığı bir açılışta Çamlıca Tepesi’ne dev bir cami yapılacağını söyledi. Üç gün sonra gittiği Diyarbakır’da Kürt sorununa ilişkin sözde kalacak dahi olsa olumlu mesajlar vermesi beklenirken, konunun üzerinden atlayıp yine dev bir cami sözü verdi. İç siyaset denklemleri bu konuda can sıkıcı derecede yaygın bir sessiz onay üretmişse de, bu cami siyasetinin asıl meseleyi perdeleyen yapay bir gündem olmadığının; yeni sömürge Türkiye’nin neoliberal ve İslamcı iktidarına ayna tuttuğunun üzerinden atlanmamalı. Bu camii meselesinin temelini tanrı ile kulları arasındaki ilişkiler değil bu dünyaya ait egemenlik ilişkileri belirliyor. Erdoğan da egemenliğini herkesin gözüne sokmak, ölümsüzleştirmek istiyor.
Düşünmezsek cami meselesi olmaz mı?
Erdoğan, Çamlıca’da dozerlerin iki ay içinde yürüyeceğini söyledi. Çamlıca SİT alanı olduğu için yasanın değişmesi gerekiyor. Değişecek. Çıt yok. Laik orta sınıfın İstanbul’daki kalelerinden Ataşehir’e kör gözüne parmağım dikilen Selimiye Camii inşaatında olduğu gibi masraflar yine TOKİ’den. Yani laik devlet, bir Sünni ibadethanesini, herkesin parasıyla, hem de camiye gidecek cemaat bulunmayan bir mekana dikecek. Çıt yok.
Ne dili yanıp süngüsü düşmüş laik muhalefet ne de Erdoğan’la dinsel alanın dışında bolca sorun yaşayan İslamcı çevreler sesini çıkardı. Şantiyeler çoğaldıkça kesesi dolan rant gözlülere de bu durumu memnuniyetle karşılamaktan başka bir şey düşmezdi. Haliyle 10 yıl önce olsa büyük tartışma koparacak dev cami projeleri, yaygın bir “sessiz onay”la karşılandı.
Madem ki o, “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” dizelerini okuduğu için hapis yattığı 28 Şubat’ın rövanşını alıyor… Madem ki “ustalık dönemi” diye adlandırdığı üçüncü iktidar döneminde mega inşaat projeleriyle öne çıkıyor… Madem ki taban saldırgan dini söylemlerle şahlanıyor, iç gerilimler İslamcı hedefler söz konusu olunca geri planda kalıyor ve camiye itiraz etmek Erdoğan’ın işine yarıyor… Cami projelerini mesele etmemek muhalefet açısından daha akılcı görülebiliyor.
Peki biz Erdoğan’ın bir zamanlar Kürt meselesi için bulduğu dahiyane çözümü cami meselesine uyarlayabilir, “düşünmezsek cami meselesi olmaz” diyebilir miyiz? Ya da “tanrı ile kul arasındaki bir meseleye karışıp, dini siyasete alet edenlerin ekmeğine yağ sürmeyelim” diyebilir miyiz? Oysa hem bu topraklarda başka zamanlardaki hem de bu zamanlarda başka mekanlardaki örneklere bakarsak, dev ibadethaneler diye fazlasıyla dünyevi ve ciddi bir mesele olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Ne tanrının buyruğu ne kulun dileği
Dev ibadethaneler hiçbir zaman tanrı ile kulları arasındaki soyut bir dinsel ilişkiyi simgelemedi. Tarihte pek çok hükümdar kendi egemenliklerini ilan edip kalıcı kılmak için dev ibadethaneler yaptırdılar. Egemenliğe isyan ve egemenliğin el değiştirmesi de bu ibadethanelere doğrudan yansıdı.
Ayasofya’nın tarihi tam da bu gerçeğin tarihidir. Üç kez sıfırdan inşa edilen, defalarca tahrip edilip dönüştürülen Ayasofya, ilk olarak Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinin ardından İstanbul’u Doğu Roma’nın başkenti ilan eden ilk Bizans İmparatoru I. Konstantin tarafından kurulmuştur. I. Ayasofya patrik ile sarayın çatışmasının ardından 404’te çıkan isyanlar sırasında yıkılmıştır. 415’te II. Ayasofya inşa edilmiş, 532’de yine bir isyan sırasında yıkılmıştır. Bu isyanın ardından iktidara gelen Jüstinyen önceki Ayasofya’lardan daha görkemli olan bugünkü Ayasofya’yı inşa ettirdi. Kilise 1204-1261’deki Latin İstilası döneminde Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürüldü. Latin İstilası’nın ardından Bizans egemenliği kurulunca yeniden eski halini aldı. 1453’te Osmanlı tarafından ele geçirilince ise camiye dönüştürüldü. Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilen Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması tartışması Siyasal İslam’ın yükselişiyle yeniden gündeme geldi. Ayasofya’nın 1700 yıllık tarihini şekillendiren şey, tanrı ile kulları arasındaki ilişkiler değil bu dünyaya ait egemenlik ilişkileriydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda da aynı mantık sürdü. Padişahlar kendi adlarını dev camiler yaptırarak kalıcılaştırdı, mezarlarını da çoğunlukla bu camiler içindeki türbelere yaptırdılar. Camilere bakılınca “Allah’ın evi” ve “kulun ibadethanesi”nden önce hükümdarın egemenliği görülüyor. Süleymaniye, Sultanahmet, Selimiye, Fatih, Bayezit, Yavuz Selim Camileri ilk akla gelen örnekler. Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camii bahçesindeki türbesinde, II. Bayezid Bayezit Camii bahçesindeki türbesinde, Yavuz Sultan Selim Yavuz Selim Camii bahçesindeki türbesinde, Kanuni Sultan Süleyman da Süleymaniye Camii bahçesindeki türbesinde yatıyor.
Stat kongrelerinde dev maketlerini yaptırıp kendisine “büyük usta” diye hitap ettiren Tayyip Erdoğan da Çamlıca’ya kurduracağı camiyi, iktidar mücadelesinde zaferini simgeleyecek, ismini ölümsüzleştirecek ve ebedi istirahatgahına dönüşecek bir yapı olarak kurguluyordur belki. Çamlıca’da böyle bir ibadethane ihtiyacı olmadığını kimi Zaman yazarları bile üstüne basa basa söyleğine göre…
5 Temmuz 2012
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.