Yanıtından eminim ama sormak olsun diye soruyorum: Başbakan farkında mı? Roboski’de devlet iktidarını kullanarak, 34 kişiyi “öldürdü!” Hata ediyorum, Roboski katliamını, bir insanlık suçunu, bir halka düşman olmayı, göz kırpmadan çocuklarını, onlarla birlikte annelerini öldüren bir devletin fiilini, kadınların haklarını kullanmalarıyla karşılaştırıyorum. Başbakan da hata ediyor, ısrar ediyor. Karşılaştırmakla kalmıyor, benzetmekle kalmıyor, ikisini aynı kefeye […]
Yanıtından eminim ama sormak olsun diye soruyorum: Başbakan farkında mı? Roboski’de devlet iktidarını kullanarak, 34 kişiyi “öldürdü!”
Hata ediyorum, Roboski katliamını, bir insanlık suçunu, bir halka düşman olmayı, göz kırpmadan çocuklarını, onlarla birlikte annelerini öldüren bir devletin fiilini, kadınların haklarını kullanmalarıyla karşılaştırıyorum. Başbakan da hata ediyor, ısrar ediyor. Karşılaştırmakla kalmıyor, benzetmekle kalmıyor, ikisini aynı kefeye koyuyor. “Her kürtaj bir Uludere’dir”, diyor. Başbakan suç işliyor.
Başbakan! Biz öldürülüyoruz. Her gün beş kadın öldürülüyor. Katliam bu, sesimizi duyuyor musun? Duyuyorsun da sormak olsun, soruyorum.
Uludere deyip duruyormuşuz, yalnızca Uludere de değil Başbakan. Yıllardır binlerce Türk’ü Kürt’ü öldürdünüz. Tamamı yüzlerce Uludere eder.
Bir halkın üstüne kurşun sıkıyorsun, bir cinsin katlini teşvik ediyorsun. Tam da biz bunları gündem haline getirirken, Malatya’da yüzlerce kadının karşısına çıkmış, kimin silahını kime doğrultuyorsun?
Uludere’de katledilenlerin yakınları ve herkes affetsin, süren Roboski acımızı başkasıyla kıyaslamak sayılmasın:
Kadınların özgürlük mücadelesinin her adımı bir hayat kurtarmak demek. Başbakanın her konuşması bir Uludere.
Kocalarının öldürdüğü, devletlerinin hor gördüğü kadınların özgürlüğe doğru her adımı, bir kadının daha yaşaması demek. Kadınların attığı her “Jin, jiyan, azadi” dahasına lüzum yok, Jin, jiyan, azadi demek. Biz kadınlar, halkların kadın yarısı, yaşam için mücadele ediyoruz. Bu demek ki kürtaj hakkımız için de bir yandan… Bu, kadınların, kadın bedeninin sömürgeleştirilmesine karşı, kendi bedenleri üzerinde hak sahibi olma mücadelesi. Üstelik Türkiye’de kazanılmış bir mücadele bile sayılır. Ama Başbakan’ın huyu, kazanılmış haklara saldırmak.
Başbakanın ağzına aldığı her “hanım kardeşim”, her “kız mıdır kadın mıdır” bir Uludere demek. Başbakan’ın her “Benim Alevi kardeşim” lafı nasıl Sivas, Çorum, Maraş’sa, Başbakanın ağzına aldığı her “Kürt kardeşim”, bir kere daha Uludere… Her BDP dediğinde, BDP’li kadın milletvekillerine saldırarak başlamasından anlamalı, kadınlar ve savaş hakkında düşündüklerinin aynı yerde başladığını. Kürt halkıyla savaşına nasıl kadınlarından başlıyorsa, kadınlarla savaşından bahsederken söze Kürt halkıyla olan savaştan giriyor. Her seferinde de iktidarını hatırlatmadan edemiyor. Sadece “karşıyım” demiyor da “Ben kürtaja karşı bir BAŞBAKANIM” diyor. “Ben sezaryene karşı bir BAŞBAKANIM.” Bir sonraki haberde görüyoruz ki hakikatten öyle. Karşı oldukları ona kalmıyor çünkü. (Hep vurgular ya ‘benim’ diye) “Onun” Sağlık Bakanı koşa koşa açıklama yapıyor: “Gereksiz sezaryeni yaptırıma bağlayacağız.” Partisi açıklama yapıyor, “Kürtajı sınırlayacak yasa hazırlıyoruz.”
“Bu zihniyeeeeet” diye başlıyor ya cümlesine, öyle başlıyorum ben de. Bu zihniyetin derdi hayat kurtarmak değil, dertleri iktidarlarını korumak. Kadınların bedenleri üzerinde hâkimiyetlerini korumak, “bunların” (kendi üslubu, lütfen hakaret olarak almasın) derdi, kadınların bedenlerini sömürgeleştirmek. Yoksa, neden “karşı bir başbakanım” desin?
Yayın ilkelerim olduğu için karşı tarafa da söz hakkı vermem gerekir diye düşündüm. RTE’den her cümlesi Uludere olan ve bir mektup geldi, size ulaştırmamı istedi. Onu da eklemeliyim son olarak. Mektup şu şekilde:
“Kürtaj istemiyorum.
Üçünü de doğurun. Üç çocuk istiyorum. İsimlerini de ben koydum, Biri Recep biri Tayyip biri Erdoğan olsun.
Normal doğum olacak. Sezaryen istemiyorum.
Çocuklara anneler bakacak, kreş istemiyorum.
60 aylık çocuklar okula başlasın istiyorum.
Okullarımıza gelip para versinler istiyorum, tablet vereceğim.
Seçmeli derslerini ben seçiyorum. Peygamberin hayatı olacak.
Sütlerini ben veriyorum. Çocuklarınızda alerji olabilir. Sorumluluk kabul etmiyorum.
Dindar bir nesil istiyorum.
Lisede imam hatiplere gitsinler istiyorum. Ya da meslek lisesi olabilir.
Kız çocuklar lisede evlenebilsinler istiyorum.
Üniversite istiyorum çocuklarınız için. Adını da ben koydum, RTE Üniversitesi olsun.
Üniversitelere girerken sınav, para, bu gibi şeyler istiyorum.
Üniversitelilerin, üniversitede nasıl hareket etmeleri gerektiğini YÖK yönetmeliğinde belirttik. Her cümlesi 12 Eylül. Okuma sevmeyenler, içerde 700’e yakın üniversiteli var, görüşlerine falan gidip bilgi alabilir, onlar iyi biliyor.
Üniversitelilerden üniversite dışında da bazı şeyler istiyorum. Mesela poşu takmasınlar.
Diyelim ki eğitim fakültesinden mezun oldular. Herkes atanacak diye bir şey yok. Gökçek kardeşimin önerdiği gibi mesela limon satabilirler.
Atandılar, öğretmen oldularsa, zam vereceğiz diye bir şey yok.
Evlerine gitsinler… Kürtaja karşıyım, üç çocuk doğursunlar, sezaryen istemiyorum, normal doğum olsun, kreş istemiyorum………”
Devamı baştan başlıyor işte tekrar.
Başbakanın bedenlerimizle birlikte tüm yaşamımızı kontrol altına almak istediği mektubuna söyleyecek çok şey var ama şu kadarını söyleyeyim şimdilik: “Kahrolasın demiyorum, kahrolma da gör bizi.”