Yeni Akit yazarı Şaban Şimşek, 13 Kasım tarihli yazısıyla, “Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun!” yazı disini tamamladı. Şimşek’in eleştirileri siyasal İslam’ın iktidar serüveninde izlediği yol ve yöntemlere ve iç gerilimlere ilişkin içerden bir değerlendirme olması açısından dikkate değer vurgular içeriyor …”Gördüklerim şunlardır, duyduklarım bunlar; şu adam şöyle yaptı, bu kurum böyle” gibi somut örneklemelere girmeyeceğim […]
Yeni Akit yazarı Şaban Şimşek, 13 Kasım tarihli yazısıyla, “Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun!” yazı disini tamamladı. Şimşek’in eleştirileri siyasal İslam’ın iktidar serüveninde izlediği yol ve yöntemlere ve iç gerilimlere ilişkin içerden bir değerlendirme olması açısından dikkate değer vurgular içeriyor
…”Gördüklerim şunlardır, duyduklarım bunlar; şu adam şöyle yaptı, bu kurum böyle” gibi somut örneklemelere girmeyeceğim elbette ama önemli konuma gelmiş akademik kariyerli bir insanın sarf ettiği; “duyduğumda beni yüreğimin tam ortasından vuran, cemaatlere karşı olan yargı değerlerimi altüst eden, dahası beni Müslümanlar, memleket ve tüm insanlık adına korku ve endişeye sevk eden ve de (bir Müslüman olarak) utandıran” bir sözü de yazmadan geçemeyeceğim: “Kul hakkı derken söz konusu olan Müslümandır.”
Burası, artık tek kelimeyle artık “sözün bittiği yer”… Üstelik bu zat, söz konusu olan kişinin Müslümanlığına da kendisi karar veriyor!!! Yani, şimdi… Ne denebilir ki; “Allah akıl fikir versin, Allah ıslah etsin, Allah bu insanları, bu Müslümanları, bu memleketi senin gibi insanlardan ve böyle anlayışlardan korusun”dan başka?
Bir cemaatin bağımlısı (bağlısı değil!) olduğunu düşündüğüm, evrensel akademik anlayış ve (söylemeden edemiyorum, özür dilerim) bilimsel namustan yoksun o insanın bu görüşünün ne derece isabetsiz, tehlikeli ve zararlı olduğunun altını özellikle çizmek istiyorum. Elbette bu münferit bir olay olarak da değerlendirilebilir ama eğer böyle bir anlayış cemaatlerin geneline şamil ise (veya olacaksa), vay halimize!.. Bu durumda, önümüzdeki yıllar milletimiz için çok zor geçecek, insanımız, devletimiz ve de (başkaları tarafından algılanmak babında) dinimiz bundan çok zarar görecek demektir. Çünkü cemaat-tarikatların önemli bir kısmı bugün, büyük ölçüde, özde temel gayeleri olan maneviyat kazanımını amaç edinmekten uzaklaşmış maddi kazanımlara yönelmişlerdir. Üzülerek ifade ediyorum ki bunu yabancı ülkelerdeki ‘society, community, association’lara benzetenler de az değil.
Bir harekete inanmak, ona bağlanmak, onun düsturları doğrultusunda hareket etmek ve tercih edilen istikamette bir yaşam sürmek, (başkalarının hukukunu ihlal etmedikten sonra) elbette ki herkesin hakkıdır. Buna devlet dahil hiç kimse karışamaz, karışmamalıdır. Ancak kişi ya da grup olarak elde edinilen güçle “diğer insanları ya da grupları ötekileştirmek, onların fikir, talep veya davranışlarını hak ve özgürlük kavramlarının dışında tutarak yaşama hakkından yoksun kılmak” mukadderdir ki, Hakk’ın rızasını kazanmayı amaç edinmesi gereken cemaatleşme olgusunu rayından çıkaracak, kutsallıktan uzaklaştıracak, “cemaatçilik” vasfına bürünecektir. İşte bizim asıl karşı çıktığımız budur; kendi mukaddesatı içerisinde kalan cemaatler değil.
Yüce Yaratıcımızın bile kitabında “ben” demediği yerde, herkes kendi cemaati anlamında “ben” demeye başlar ve “Neyse o” yerine “Ne diyorsa o”yu benimserse, sonunda olacak olan; duygu-düşünce-eleştiri-tahlil-tespit gibi özgürlüklerle muhabbet-aşk-gönül gibi içsel zenginliklerin kaybolması, hak-hukuk-ehliyet-liyakat-teamül-hoşgörü-sevgi-kardeşlik-birlikte yaşama iradesi-ortak kader gibi insanı insan, milleti millet yapan değerlerin ortadan kalkmasıdır; ki bu durumda rahmet ve bereket de bizden uzaklaşmış olacaktır artık.
Sonuç her durumda, herkes için külliyen ziyandır. Kaybedilen hem bu dünya hem de öbür dünyadır (Doğrusunu elbette Allah cc. bilir).
Öyleyse, inanan-inanmayan, cemaatli-cemaatsız, şu soydan bu boydan insanlar olarak hep birlikte dua edelim: “Allah bu insanları, bu Müslümanları, bu memleketi, bu devleti cemâatÇİLİKten korusun..”
Evet, bu yazı dizisinin (şimdilik!) sonuna geldik. Peki, bunları yazmazsam olmaz mıydı? Yani işler, tam da, aslında bize de uzak olmayan birileri adına iyi giderken, bu işten nemalanmak varken!?.
Bu soruya, geçen yılki yazı dizimizin sonunda şöyle bir paragrafla cevap vermiştim:
“Eğer bunları yazmazsam, bazı güçlerin aklım ve iradem üzerinde tasarruf sahibi olduğunu kabul etmiş olurum ki bunu ben; kendime inanç açısından zillet, Allah’a iman açısından da küfür sayarım. Zira inandığım kitap; ‘O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir.’ yani, ‘kulların üstünde tek kudret sahibi Allah’tır’ diyor.”
Ve son bir duayla bu yazı dizimizi bitirelim: “Allah (cc) sonumuzu hayreylesin. Amin.”