Aslında sıradan bir gündü, işlerimi güçlerimi yapmış eve dönmüş, nargilemi hazırlamış, çayımı demlemiş, internette şöyle bir dolanayım demiştim. Rutin haber takibimi yapmak üzere birçok siteyi dolanmış, BBC’ye de uğramıştım, başıma gelecekleri tabi ki bilemezdim. Aylar önce yine böyle bir gece vakti, BBC’nin Havana muhabiri Steve Evans’ın “tropikal sosyalizm” adı altında yaptığı Küba “değerlendirmesi”ni okumuş ve […]
Aslında sıradan bir gündü, işlerimi güçlerimi yapmış eve dönmüş, nargilemi hazırlamış, çayımı demlemiş, internette şöyle bir dolanayım demiştim. Rutin haber takibimi yapmak üzere birçok siteyi dolanmış, BBC’ye de uğramıştım, başıma gelecekleri tabi ki bilemezdim. Aylar önce yine böyle bir gece vakti, BBC’nin Havana muhabiri Steve Evans’ın “tropikal sosyalizm” adı altında yaptığı Küba “değerlendirmesi”ni okumuş ve “biri burjuva medyayı durdursun!” başlıklı bir yazı kaleme almak zorunda kalmıştım [1]. Ama işte Yugoslavya devlet başkanı Tito’nun resmi ve hemen altında “Tito’nun asma bahçeleri” başlığı gözüme takılmıştı. İtiraf etmeliyim ki, yazıyı okumamak için direndim ancak mukadderattan kaçış yoktu, BBC’nin acar muhabirlerinden birinin daha izlenimlerini okumak zorunda kaldım.
Ancak bu seferki acar BBC muhabirimiz meslektaşı Evans gibi lafı “Lenin devrimi / Lennon devrimi” gibi bir safsatayla uzatmıyor, doğrudan konuya giriyordu: “Josef Broz Tito’nun olağanüstü yaşamının son otuz yılı boyunca, özel oyun bahçesine dönüştürdüğü on dört adacıktan oluşan, Brijuni takım adasına, Hırvatistan’ın Kuzey Batısındaki tatil şeridinden 20 dakikalık bir gemi yolculuğuyla ulaşılıyor.
Tito, yılın neredeyse altı ayını, bu adalarda, bahçesiyle ilgilenip, balık avlayarak, halkının büyük bir kısmının hayal bile edemeyeceği lüks bir yaşamın tadını çıkarıyordu”*.
Evet bu cümleden anladığımız kadarıyla Tito, dünyadaki gelişmeleri, soğuk savaşın gerilimini ve sosyalist bir rejim inşa etmeye dönük işlerini bir kenara bırakarak yılın altı ayı lüks içinde tatil yapıyordu. Ancak acar muhabirimize göre “halkın büyük bir çoğunluğu, Tito’nun bu yaşam tarzından haberdar değildi. Çünkü takım adalar, Tito’nun özel olarak seçtiği hizmetkârları ve Amerikan başkanlarının bile bir araya getirmekte zorlanacağı ünlülerden oluşan misafirleri dışında kimseye açık değildi”.
Bu, Tito’nun bu inanılmaz gizli lüks yaşamından bizim de neden haberdar olmadığımızı da açıklıyor tabi. Ancak acar muhabirimize göre halkın bu lüks yaşamı bilmemesinin de bir önemi yoktu. “Tito’nun ziyafetleri, partileriyle ilgili haberler ara sıra yayıldığında da, bu toplumda büyük bir tepki doğurmazdı”. Neden? Çünkü “çoğu Yugoslavyalı, liderlerinin, kameralar önünde hava atmasından, New York Beşinci Cadde’den ısmarladığı kruvaze ceketlerle, dünya liderlerini yanına alıp puro içmesinden hoşnuttu”.
Görüldüğü üzere “çoğu” Yugoslavyalı Tito’nun bu safahat dolu yaşamını, başkanlarının imajlarının etkisine kapılmaları nedeniyle önemsemezdi. Yani, Yugoslavyalılar için başkanlarının afilli ceketlerle puro içmesi yeterliydi. Ne diyelim, oldukça ilginç bir halkmış şu Yugoslavyalılar.
Acar muhabirimiz bir yandan Tito’nun gizlice lüks yaşam sürdüğü adaları gezerken, diğer yandan olağanüstü derin izlenimlerini bizlerden esirgememeye devam ediyordu:“Adalardaki müzedeki, en baş döndürücü sergi, ziyaret eden ünlülerin, yakışıklı ve karizmatik Yugoslav liderinin eşliğinde çektirdiği resimlerin bulunduğu galeride. Tito etkileyici kişiliği ve güçlü devlet adamlığıyla, yalnızca ünlüleri çekmeyi değil, bu Balkan ülkesinin kaçınılmaz parçalanışını 40 yıl ötelemeyi de başardı”.
Görüldüğü üzere, acar muhabirimizin müthiş tespiti sayesinde Tito liderliğindeki Yugoslavya’da Balkanlar gibi kırılgan bir coğrafyadaki halkların nasıl barış içinde bir arada yaşayabildiğine dönük akademik çalışmalara ve araştırmalara gerek kalmıyordu. Yugoslavya’da farklı etnik aidiyetleri olan halklar, başkanlarının karizması ve gücüyle bir arada durmuşlardı. İşte bu kadar basit! Geçelim..
Acar muhabirimiz, bu önemsiz konuyu bir cümlede geçtikten sonra, çok daha önemli olan konulara ilişkin açıklamalar yapmaya devam ediyor ve bu lüks villalardan kimlerin gelip geçtiğini iştahla saymaya başlıyordu: “Etiyopya lideri Haile Selassie 1954’te gelmiş. İki yıl sonra, Mısır lideri Nasır, Hindistan lideri Nehru, bugün varlığını 100’den fazla üyesiyle sürdüren, Bağlantısızlar Hareketi deklarasyonunu imzalamaya gelmişler. Kraliçe Elizabeth 1972, Batı Almanya lideri Willy Brandt 1973 ve Ürdün Kralı Hüseyin de 1978’de Tito’nun konuğu olmuş”. Anlaşılan Kraliçe Elizabeth ve Batı Almanya lideri Willy Brandt bile Tito’nun lüks içinde yaşadığı sırrına ortak olmuşlardı. Bu liderlerin nasıl olup da bu durumu ideolojik bir kampanya haline getirmediği ise acar muhabirimizin ilgi alanına girmiyor tabii ki.
Ancak acar muhabirimiz durmuyor: “Fakat, Tito zevklerini çok ciddiye alırdı. Richard Burton, Elizabeth Taylor, Sophia Loren, Gina Lollobrigida film yıldızlarıyla dolu bir arkadaş çevresi vardı. Brijuni’ye gelenler arasında, özel fotoğrafçının kayıt altına almadığı pek çok güzel kadın da vardı. Tito, Amerikan Başkanı Eisenhower’ın hediye ettiği 1950 model Cadilllac otomobiliyle, bu özel ziyaretçilerini limandan alır, ormanın içindeki dört büyük villasından birine götürürdü”.
“Özel fotoğrafçının kayıt altına almadığı güzel kadınlar” Tito tarafından Cadillac’la villalara götürülüyordu. Herhalde “fuhuş”u ima etmek için bundan daha başarılı bir cümle kurulamazdı. Burada okuyucuyu BBC muhabirlerinin ideolojik ezop dillerinin en ileri örneklerinden biriyle karşı karşıya olduğuna dair bilgilendirmek istiyorum.
Acara muhabirimize geri dönelim: “Yugoslav halkının daha geniş kesimleri yüz yıl önce bir sıtma salgını sırasında boşaltılan Brijuni’deki bu hayattan, ancak Tito’nun, 1980 yılındaki ölümünden dört yıl sonra haberdar olabildi”. Söylediğim gibi, Kraliçe Elizabeth ya da Willy Brandt’in bu sefahat dolu hayatı neden Yugoslav halkına açıklamadıklarını bir türlü aklım almıyor. Zavallı Yugoslav halkı, soğuk savaş sürerken bile açıkça gizli bir komploya kurban gitmiş. Her neyse…
Sabırla okumaya devam edelim: “Avusturyalı bir fabrikatör, adaları 1893 yılında satın almış ve Nobel ödüllü bir bakteriyologu getirttirerek sivrisineklerden arındırmıştı. Sonrasında da adayı, kendisi ve arkadaşlarının egzotik dinlenme mekânı haline gelmişti. Tito Brijuni’yi keşfettiği 1940’larda, Büyük Ekonomik Buhran, İtalyan hâkimiyeti ve savaşın ağır bedelleri ödeniyordu. Fakat bütün bunlar, Yugoslav liderin, adaları eski görkemine kavuşturup resmi yazlık ikametgâhı yapmasını engellemedi”.
Lüks ve sefahat düşkünü halk düşmanı edepsiz Tito, ülke ekonomisi savaşın bedellerini öderken bile adalardaki villaları kendi pis emelleri için restore etmekten sakınmıyordu. Anlaşılan o ki, cefakâr Yugoslav halkı savaşın yarattığı yıkımda hayatta kalmaya çabalarken, edepsiz Tito, “özel fotoğrafçıların kayıt altına almadığı güzel kadınlarını” işte buralarda ağırlıyordu.
Nihayet, acar muhabirimiz her bir villanın özelliklerini kısaca saydıktan sonra acarlığını konuşturarak Zagreb’ten aldığı özel izinle edepsiz Tito’nun “gizli mücevheri” olan Vanga adasındaki villasına giriş yapıyor: “Ama [villalardan – y.n.] hiçbiri Tito’nun kapılarını yalnızca yakın çevresine açtığı ‘gizli mücevheri’, dördüncü villasının yanına yanaşamaz. Vanga adasındaki bu villaya ancak Zagreb’den alacağınız özel izinle gidebiliyorsunuz. İzni aldıktan sonra bir sürat teknesiyle Vanga’nın iskelesine geliyorum. Beni alt-tropikal bitki örtü
sü ve dalgalar ve meltemin huzur veren uğultusu içindeki saraydan anlamsızca etrafa bakan iriyarı, kamuflajlı bir muhafız karşılıyor. Aşağıda portakal ve mandalina bahçeleriyle ve Tito’nun 1956’da Güney Afrika, Şili ve Arjantin’den gelen fideyle diktiği bağ var. Burada özel konuklar için birkaç çeşit şarap üretilirmiş. 2008 ürünü bir kadeh Malvazia şarabı içerken bu büyülü yerin güzellik ve huzurunu da yudumluyorum”.
Yazı burada bitiyor, oysa sırada daha edepsiz Tito’nun kadın iç çamaşırı koleksiyonu olmalıydı, ya da seksomanyak Tito’nun “özel fotoğrafçıların kayıt altına almadığı güzel kadınlarını” ağırladığı duvarları aynalarla örtülü yatak odaları… Neyse ki acar muhabirimiz bağ bahçe manzarası eşliğinde Malvazia şarabını yudumlamayı tercih ediyor ki, deyyus Tito’nun villalarında daha ne haltlar karıştırdığını şimdilik öğrenemiyoruz.
Neyse, sonuç olarak bu kısa izlenim yazısından anladığımız kadarıyla Yugoslavya’yı bir arada tutan şey, sefahat içinde yaşayan edepsiz Tito’nun karizmasıydı, cefakâr Yugoslav halkına ise başkanlarının bilmemnerden yaptırdığı ceketi ve şişman purosuyla film artizleriyle gezip tozması ve güzel kadınlarla oynaşması yetiyordu. Daha ne olsun, bir BBC “özel haber”inin daha sonuna geldik. Bize de adetten olduğu üzere çağrımızı bir kez daha yinelemek düşer: “Biri burjuva medyayı durdursun!”
Soner Torlak
* “Tito’nun asma bahçeleri” haberi, BBC muhabiri Frank Partridge. Metinde italik olarak yazılan bütün alıntılar bu yazıdandır.