Hugo Chavez Frias, 1998 yılında Venezüella devlet başkanı olmasının ardından Küba’yla yakın ilişkiler geliştirmeye başladığında ABD tekelci medyası ve dış politika danışmanları aynı çığlığı atıyorlardı: “Venezüella Küba oluyor!”. Cumhuriyetçi Parti’nin akli dengesi pek de yerinde olmadığı gözlemlenen 2008 seçimleri başkan adayı John McCain de Küba mafyasının finansmanıyla düzenlediği seçim kampanyasının Florida ayağında, buna atıfta bulunur […]
Hugo Chavez Frias, 1998 yılında Venezüella devlet başkanı olmasının ardından Küba’yla yakın ilişkiler geliştirmeye başladığında ABD tekelci medyası ve dış politika danışmanları aynı çığlığı atıyorlardı: “Venezüella Küba oluyor!”. Cumhuriyetçi Parti’nin akli dengesi pek de yerinde olmadığı gözlemlenen 2008 seçimleri başkan adayı John McCain de Küba mafyasının finansmanıyla düzenlediği seçim kampanyasının Florida ayağında, buna atıfta bulunur biçimde “yeni Kübaların olmaması için çalışacağım” buyurmuştu. Venezüella’daki Chavez karşıtı muhalefet ise “Küba olma” paranoyasını en ağır şekilde yaşayan kesimlerden biri. Sahip oldukları yayın organlarında hemen her gün Chavez’in “ülkeyi Kübalaştırmaya çalıştığını” propaganda eden ABD destekli ve etkisi artık iyiden iyiye azalmış Venezüella muhalefeti, Chavez’i destekleyen gecekondulu halkın örgütlendiği “Bolivar çemberleri”nin de aslında gizli bir Castrocu çete olduğu konusunda kendinden oldukça emin. Ancak ABD’nin soğuk savaştan kaynaklanarak devam edegelen ideolojik salgısının bu kesimler üzerinde ciddi bir sinirsel tahribat yarattığını görmek ve tahlillerimizi bu cenahtan gelen verilere dayandırmamak gerekiyor.
Venezüella’da 1998 yılında başlayan ve 2003 yılında hızını olağanüstü biçimde arttıran toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel bir dönüşüm söz konusu; onlar buna Bolivarcı Devrim diyorlar. Temel endüstriyel ve stratejik sektörler kamulaştırılıyor, yabancı askeri ve istihbarat varlıkları def ediliyor, her türlü siyasi özgürlük sonuna kadar kullanılabiliyor ve siyasi suç ortadan kaldırılıyor, sağlık, eğitim ve temel gereksinimler devlet eliyle ücretsiz ve kaliteli biçimde sağlanıyor, dış politikada ABD hegemonyasına dönük kapsamlı bir manevra savaşına giriliyor, bölgedeki sola dönüşün başı çekiliyor ve bu dönüşü kurumsallaştırmak adına elden gelen yapılıyor. Ve bütün bunlar olurken Küba’yla oldukça yakın ilişkiler kuruluyor, sayısız alanda çok yönlü işbirliği antlaşmaları yapılıyor, başta tıp olmak üzere yine birçok alanda Kübalı eğitimcilerden ve uzmanlardan faydalanılıyor ve özellikle Latin Amerika’nın Bolivarcı Alternatifi (ALBA) bloğunda iki ülke omuz omuza, bölge çapında bir eklemlenme (entegrasyon) çalışması yürütüyor. Kısacası, Venezüella ve Küba hükümetleri, büyük oranda aynı değerleri ve idealleri paylaşıyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında Venezüella’daki rejimin, kıtada bu değer ve ideallerin 50 yıldan bu yana taşıyıcılığını yapan Küba rejimine dönüşüp dönüşmemesine ilişkin tartışmalar tabii ki yersiz değil.
Küba etkisi
Burada bir “ancak” dememiz gerekiyor: Ancak, Venezüella’da taban örgütlenmelerine ve özellikle Chavist öğrenci hareketlerine şöyle bir göz atıldığında ortada bir Küba etkisinin varlığını da reddetmemek gerekiyor. İktidarı almasının ardından uluslararası ambargoyu delerek Küba’yla ticaret yapmaya başlayan ve “petrol karşılığı doktor” antlaşmasıyla Kübalı doktorların Venezüella barrio’larında hizmet vermesini sağlayan Chavez, kişisel olarak da Küba Devrimi ve hükümetiyle oldukça yakın ilişkiler içinde. Yukarıda da bahsettiğim gibi, muhalefetin Chavez’in yeni bir Küba yaratmaya başladığına yönelik yakınmaları ciddiye alınmayı hak etmese de Kübalı uzmanların ve yetkililerin Chavez hükümeti içinde ciddi bir etkisi olduğunu da kimse reddedemez.
Özellikle Küba’da eğitim kamplarına giden öğrenci tugayları -ki bu tugaylara da genel olarak militan gençler katılıyor- döndüklerinde oldukça radikal girişimlerde bulunabiliyorlar. Muhalif öğrencilerin kontrolden çıkan taşkınlıklarına karşı Venezüella polisinin gösterdiği müsemmaya tahammül edemeyen bu gençler, birçok kez muhalefetle sokak çatışmalarına girdiler. Ancak Chavez muhalifi öğrencilerin molotof kokteylli eylemlerinin yanında, Küba’da eğitim görmüş bu gençleri çetecilikle suçlamak da mümkün değil. Zira çoğu zaman üniversiteler içinde muhalefet tarafından gerçekleştirilmesi hedeflenen birçok provokasyon da yine bu genç devrimciler tarafından engelleniyor.
Küba’yla taban ilişkileri dendiğinde akla gelen ilk yapılanma ise Venezüella muhalefetinin adlarından korkuyla bahsettiği Fransisco de Miranda Cephesi. İdeolojik eğitimlerini Küba’ya giderek burada alan gençlerden oluşan, ileri derecede merkezi bir parti gibi harekete edebilen bir militan gençlik örgütü olan Cephe, Bolivarcı çevreler ve komünal konseyler içinde de faaliyet yürütüyor. Kendi gündemlerine yönelik propagandif çalışmalar yapıyor ve özellikle üniversiteler içinde oldukça etkili. Ancak bu “hoş görülen militanlık” bazen biraz fazla kaçarak teorik altyapı eksikliğiyle birleştiğinde ortaya son derece sekter tavırlar da çıkabiliyor. Üniversite yönetimlerinde bulunan Chavist akademisyenler, en çok bu gençlerin tamamen kendi bildiklerini doğru kabul ederek hareket ettiklerinden yakınıyorlar. Ayrıca, Cephe’nin kurduğu “iç kalkınma çekirdekleri” adlı bir ekonomik ağ, toplumsal ekonomi modelleri çerçevesinde kooperatifler kurulmasını ve işletilmesini gözetiyor.
Bunun dışında, özellikle Chavez’in aşırı önem verdiği toplumsal misyonlarda ve özellikle “sağlık misyonu”nda Küba’nın katkısı tartışılmaz değerde. Venezüellalı doktorların büyük kısmı misyonlardaki ücreti az bulup özel hastanelerde çalışmaya gidiyorken, Kübalı doktorlar neredeyse karın tokluğuna en ücra varoş semtlerinde canlarını dişlerine takarak hizmet veriyorlar. Yakın zamanda iki ülkenin ortaklaştırdığı sağlık araştırmaları sonucunda, özellikle aşırı sıcaklarda kıtada birçok ölüme yol açan “yenigün humması”na karşı ciddi ilerleme kaydeden ilk ülke Venezüella oldu.
En önemlisi ise Küba’nın Venezüella üzerinde yaptığı ideolojik etki. Aslında bugün Venezüella’da çok küçük bir yüzde dışında hiç kimse “Küba gibi olmak” istemiyor. Halkın çoğu, Küba’yı Amerikan imparatorluğuna kafa tutan kardeş ülke olarak kabul ediyor ancak komünist bir rejim yerine bu rejime dost bir Chavist rejim istiyorlar. Öte yandan Chavist gençliğin belirli bir kısmı ise muhalefetin ve ABD’nin provokasyonlarına şahit oldukça giderek radikalleşiyor. Bu radikalleşmeyi başkan Chavez’in bazen “1 milyon kişiye kalaşnikof dağıtacağım” diyecek kadar ileri gittiği konuşmaları daha da körüklüyor. Ve bu gençlerin başlarını ilk çevirdikleri yerde yine Küba oluyor.
Küba’da reformlar ve tersinden bir soru: “Küba Venezüella olur mu?”
Küba’da Fidel’in ardından devlet başkanlığına seçilen Raul Castro, göreve gelmesinin hemen ardından, geniş çaplı bir eleştirel tartışmayı, temel politikaların incelenmesini ve yeni sosyoekonomik stratejilerin formüle edilmesini teşvik edecek komisyonların kurulmasını yüreklendiren açıklamalarda bulunmuştu. Bu açıklamalar aynı zamanda uluslararası ölçekte önemli devrimci aydınların katıldığı bir tartışmanın fitilini de ateşlemişti.
Hatırlanacağı üzere Raul Castro’nun açmak istediği tartışma üzerine James Petras ve Robin Eastman-Abaya tarafından kaleme alınan ve Küba’nın devrimci direncini ve başarılarını takdir etmekle birlikte, daha ileri gidilmesi için devrimci rejimdeki çelişkilerin üzerine gidilmesini ayrıntılarıyla tartışan “Cuba: Permanent Revolution and its Contradictions (Küba: Devam Eden Devrim ve Güncel Çelişkileri)” yazısı büyük bir yankı uyandırmıştı. Buna karşı Fidel tarafından yayınlanan ve Petras ve Abaya’yı “sözde aşırı solun süper devrimcileri” olarak itham eden “süper-devrimciler” başlıklı sert cevap yazısı ise tam anlamıy
la ortalığı karıştırmıştı. Tartışma bundan sonra da çok yönlü biçimde devam etti [1].
Kuşkusuz bugün baktığımızda Raul Castro’nun, Küba ekonomisinin “özel dönem”den çıkmasına yönelik radikal adımlar atma kararını önceden verdiğini ve bu adımların kapsayıcı bir iç ve dış tartışma süreciyle birlikte gitmesini istediğini tahmin edebiliyoruz. Öte yandan tartışma süreci dâhilinde Küba rejimine yönelik eleştirilerin büyük kısmının haksız olmadığını da not etmek gerekiyor. Özellikle Küba halkının büyük bir direnç ve irade göstererek katlandığı özel dönemden kaynaklanan yoksunlukların bugün gündelik hayatı oldukça olumsuz etkilemeye başladığına ve insanca yaşam için asli unsurlardan olan gıda, tarımsal ürün, toplu taşıma ve konut gibi alanlarda Küba hükümetinin eksiklerini bir an önce kapatması gerektiğine yönelik eleştirilerin, hiç kuşkusuz “süper-devrimcilik” değil, devrimci bir rejimin kendini aşmasını amaçlayan yapıcı ve ciddi eleştiriler olduğunun teslim edilmesi gerekiyor.
Diğer yandan, Küba’da Raul Castro’nun önayak olduğu reformlar konusunda da ciddi bir kafa karışıklığı mevcut: bu reformlar, Küba’da yabancı yatırımı, özel mülkiyeti ve meta ahlakını yerleştirmenin yolunu açacak tehlikeli girişimler mi yoksa özel dönemin ölü toprağını üzerinden atmak isteyen rejimin emek üretkenliğini, devrimci katılımcılığı ve kurumsal dinamizmi teşvik etmek amacıyla ortaya koyduğu kontrol altında bulunan taktik açılımlar mı? Her ne kadar şu anda oldukça sıcak ve devam eden bir süreç olması nedeniyle reformlar hakkında ayrıntılı bir eleştiri sunmak zor olsa da, Küba yönetiminin açıklamaları dâhilinde en azından belirli başlıklar altında çekincelerimizi belirtmekle bir sakınca görünmüyor.
Özel üreticiler / pazar mekanizması: Küba hükümeti, kullanımda olmayan devlet arazilerinin, temel gıda maddelerinin üretimini arttırabilmek amacıyla ekilmek üzere özel çiftçilere ve çiftçi kooperatiflerine devredilmesini öngören bir plan açıklamış bulunuyor. Şu anda 250.000 özel çiftlik ve 1.100 özel kooperatif toprağın üçte birinden azını kontrol ederlerken, ülkenin gıda üretiminin yüzde 60’ına yakınını gerçekleştiriyorlar. Aynı zamanda Küba, gıda malları gereksiniminin yüzde 80’ini ithal ederken, ekilebilir devlet topraklarının yarısından fazlasının kullanım dışı olduğu bildiriliyor [2].
İlk aşamada alınan bu önlemin devlet denetimine tabi olduğu sürece sorun yaratmadığı öne sürülebilir. Zira özel üreticiler tarafından üretilecek olan tarımsal ürünler, belli bir kotaya ve taban fiyata dayanarak Küba’nın toprak mahsulleri ofisi tarafından satın alınacak ve dağıtımı da devlet eliyle yapılacak, böyle anlaşılıyor. Ancak Küba yönetiminin devletin alacağı ürün miktarını (kotasını) yer yer %40’lara dek indirmesiyle, özel üreticilerin geri kalan ürünü nerede ve nasıl değerlendireceği sorusu ortaya çıkıyor. Bu anlamda, yönetimin, yerel ihtiyaçların özel üreticiler tarafından zaten var olan ve daha da büyüyecek yerel pazarlardan karşılanmasını teşvik ettiği açığa çıkıyor. Bununla beraber tohum, tarım ilacı ve gübre gibi tarımsal girdilerin de serbest piyasadan sağlanmasının önü açılmış durumda.
Kaldı ki, gıdada büyük oranda dışa bağımlı olan Küba’nın kendi tarımsal sektörü de zaten belirli oranda özel dönemden kalma sakatlıklarla malul. Bunların en önemlileri, narenciye ürünleri üretiminde İsrail’in idare ettiği özel tarım işletmelerine bağımlılık, turizme yapılan aşırı yatırımların tarım sektörüne yatırım yapmayı ve dolayısıyla teknolojik yeniliklerin tarımsal üretime yönlendirilmesini engellemesi, düşük ölüm oranları ve yüksek oranda eğitimli nüfusun varlığı nedeniyle tarımsal işçi açığının bulunması, şeker kamışına dayalı mono-kültür (tek ürün) ekiminin devam etmesi ve yine turizm merkezli özel dönem ekonomisine bağlı olarak tarımsal üretimin büyük kısmının bu sektöre yönelik üretilmesi ve devlet destekli mahalle marketlerinde ürün kıtlığının yaşanması.
Kabaca saydığımız bu ciddi sıkıntıların ise şu ana dek alınan kararlarla aşılamayacağı hatta sorunun daha da derinleşeceği bir tablonun açığa çıkması da imkan dahilinde. Kısa vadede her ne kadar tarımsal ürün oranında gözle görünür bir artışa yol açabileceği doğru olsa da, özel üreticilerin gıda üretiminde ağırlığını arttırması ve üretilen ürünlerin büyük kısmının satışının özel üreticinin iradesine bırakılması, üreticileri, aynı ürünün çok daha fazla para ettiği turizm sektörüne kaydıracaktır. Özel üreticilerin turizm sektöründe eritemediği ürünlerini de devlet destekli mahalle marketlerinden daha pahalıya piyasaya süreceği ya da ucuz fiyattan satmak istememesi durumunda da belirli ürünlerde stoklama, istifçilik ve karaborsanın sıradan hale geleceğini tahmin edebiliriz.
Ücret makasının açılması / ekonomik teşvik: İşçileri daha üretken olmaya teşvik etmek amacıyla ücret makasının açılması ve ekonomik ödüllendirmelerin serbest bırakılması da ilk aşamada çalışma saatlerinin az olması ve temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması nedeniyle üretkenliği ve verimi düşmüş Kübalıların üstündeki ölü toprağını atarak, ülke ekonomisinin yeni bir kalkınma hamlesine soyunması amacıyla atılmış bir adım gibi görünüyor. Oysa burada oldukça tehlikeli bir durum söz konusu. Elektronik aletlerin (DVD oynatıcılar, kişisel bilgisayarlar, cep telefonları vs.) satışının serbest bırakılmasıyla başlayan iç pazardaki mal çeşitliliği, Kübalıları, tüketim standartlarını arttırmaya ve bunun için de daha fazla çalışarak ya da daha çok ürün çıkartarak daha fazla kazanç elde etmeye teşvik etmeyi amaçlıyor.
Şunu hemen belirtmekte yarar var: Sosyalist bir rejimde vatandaşların sadece fedakârlık yapması ve kişisel arzularını toplumsal olan lehine sürekli biçimde bastırması beklenemez. Evinde kişisel bir bilgisayara sahip olmak, ailesinden ayrı bir evde oturmak ya da kişisel tasarrufunda bulunan belirli araçlara sahip olmak her insanın en temel haklarındandır. Kaldı ki, sosyalist bir rejimde temel aksamalara neden olacak ve olası bir kapitalist restorasyona kapı açacak olan şey de bu tip ufak tefek kullanım araçlarının mülkiyetine sahip olmak falan değil, kolektif denetime tabi olması gereken toplumsal üretim araçlarının (fabrikaların, ulaşım, eğitim, sağlık hizmetlerinin, temel ihtiyaç maddeleri üreten tesislerin vs.) belirli kişi ya da kesimlerin tasarrufunda bulunmasıdır.
Ancak, emeğin üretkenliğini ya da işçilerin daha fazla çalışmasını maddi özendiricilerle teşvik etmek her şeyin ötesinde bizzat kapitalizmin ahlakını yeniden üretmek anlamına gelir. Küba yönetimi, daha fazla ya da daha verimli çalışmaya yönelik teşviki, toplumsal fayda ve sosyalist ahlak ilkeleri çerçevesinde kurgulayacak bir kampanyayı örecek güce ve altyapıya sahip durumdadır. Kuşkusuz, az önce de bahsettiğim gibi Kübalıların bireysel tasarruflarında bulundurmak üzere belirli ürünlere ulaşmasını sağlamak temel önemdedir ama bu ürünlere ulaşmanın yolunu, onu serbest piyasadan satın alabilecek parayı kazanmak amacıyla daha çok çalışmak yönünde örgütlemek, ileride telafisi güç ahlaki yozlaşmalara sebep olabilir.
Özel mülkiyet / miras hakkı: Küba yönetimi, cüzi bir kira karşılığında devlet mülkiyetindeki evlerde oturan kamu çalışanları, işçiler ve çeşitli kesimlere, oturdukları evin mülkiyetini elde etmelerini sağlayacak bir ödeme sistemini de hayata geçireceğini, dahası, bu evlerin miras olarak da b