Eleştiri ve özeleştiri kültürü, solun ve emek hareketinin en önemli mekanizmalarından biridir. Bu mekanizma, solun ve emek hareketinin gündelik yaşamla daha gerçek ilişkiler kurmasını ve savunduğu ideolojik hattan sapmadan hareket etmesini mümkün kılar. Eleştiri yapmak, hele de yüz binlerce üyesi olan emek örgütleriyle ilgili eleştiri yapmak herkesin hakkı hatta sorumluluğudur. Ne var ki, yapılan eleştirinin […]
Eleştiri ve özeleştiri kültürü, solun ve emek hareketinin en önemli mekanizmalarından biridir. Bu mekanizma, solun ve emek hareketinin gündelik yaşamla daha gerçek ilişkiler kurmasını ve savunduğu ideolojik hattan sapmadan hareket etmesini mümkün kılar.
Eleştiri yapmak, hele de yüz binlerce üyesi olan emek örgütleriyle ilgili eleştiri yapmak herkesin hakkı hatta sorumluluğudur. Ne var ki, yapılan eleştirinin emek mücadelesine ve toplumsal mücadeleye hizmet edebilmesi için bazı temel şartları taşıması beklenir. Gerçeklerle bağdaşmayan, hayal mahsulü bir senaryo üzerinden inşa edilmiş bir eleştiri, mücadelenin ilerlemesine hiçbir katkı yapmayacağı gibi, eleştiri yapanın saygınlığına da gölge düşürür.
Ferda Koç tarafından kaleme alınan ve Sendika.org isimli internet sitesinde 7 Mayıs 2008 tarihinde yayınlanan “Evdeki Hesap Çarşıya Uymadı” başlıklı yazı, içerdiği yanlış bilgiler bir yana, emekçilerin mücadelesini töhmet altında bırakan “komplocu” bir zihniyetin de ürünüdür.
DİSK ve KESK yönetimlerini hedef alan yazı, yazarının, sebebini anlayamadığımız kini ve üslubu nedeniyle, 40 yılı aşkın zamandır Türkiye’deki toplumsal mücadelenin ve işçi sınıfı mücadelesinin en önemli kurumlarından biri olan DİSK’i, 1990’lı yıllardan bu yana verdiği mücadeleyle kamu emekçileri mücadelesinin göz bebeği olan KESK’i ve 36 Avrupa ülkesinden 82 emek örgütünün üye olduğu ve 60 milyona yakın emekçinin taleplerinin temsilcisi olan ETUC’u emekçilerle karşı karşıya getirmeyi amaçlamaktadır.
Her şeyden önce, böylesi “ciddi” iddiaları ve “amacı” olan bir yazının daha inandırıcı olmasını beklerdik. Ne var ki, yazar, iddialarını temellendirmek için hiçbir belge ve kanıta başvurmamaktadır. Çünkü yazarın, değme senaristleri kıskandıracak bir hayal gücüyle ve hiç de sağlıklı olmayan bir komploculukla kaleme aldığı yazıda iddialarını destekleyecek tek bir belge yer almamaktadır.
Öncelikle, yazıda birkaç defa vurgulanan ve amacının ne olduğunu anlayamadığımız, Hak-İş’in “ETUC’a üyelik müracaatının reddedilmiş olması” gerçeklerle örtüşmemektedir. Hak-İş, Türkiye’de ETUC üyesi dört konfederasyondan biridir. Yazar, kısa bir internet araştırmasıyla elde edebileceği bu bilgiyi bile teyit etme gereksinimi duymaksızın, kendi kafasında canlandırdığı bir senaryonun parçası haline getirmiştir.
ETUC yetkililerinin Türkiye’ye ziyaretleri sırasında Türkiye’deki ETUC üyesi konfederasyonlarla birlikte yapılan toplantılarda 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılmasıyla ilgili herhangi bir konuşma geçmemiştir. 1 Mayısların hangi ülkenin hangi meydanında kutlanacağı tartışmasını ETUC yapmaz. Zaten, gücünü yalnızca üyelerinden ve fiili meşru mücadele geleneğinden alan bizler hiçbir kurum ya da kişiden “pazarlık” ya da “aracılık” talebinde de bulunmayız. 1 Mayıs’ın “tatil ilan edilmesi” bu ülkedeki emekçilerin yıllardır talep ettiği bir konudur ve bulunduğumuz her ortamda bu talebimizi gündeme getirmişizdir. Milyonlarca emekçinin talebini bundan sonra da sakınmadan, sıkılmadan dile getirmekten asla hicap duymayacağız. Hicap duyması gereken kişi, emekçilerin bu haklı talebini dile getirmesiyle, siyasal iktidarın stratejileri arasında bir bağ kurmaya çalışanlardır. Emekçilerin emekten, demokrasiden ve özgürlüklerden yana taleplerini, farklı siyasal odakların bir “oyunu” olarak gören zihniyetin sınıflar mücadelesiyle arasındaki bağı gözden geçirmelidir.
Bu noktada yazarın hayal dünyası o denli karmaşıktır ki, 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasını adeta Cumhurbaşkanı tarafından yapılan bir dayatma olarak göstermeye çalışmaktadır. Oysa 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması bu ülkedeki emekçilerin 30 yıldan bu yana içlerinde taşıdıkları en büyük özlemlerden biridir. Ne var ki yazarın kafasını bulandıran komplocu anlayış, bunu görmekten çok uzaktır.
Tüm kamuoyu biliyor ki, (sanırız yazarımızı bunun dışında tutmamız gerekecek) KESK, DİSK, çeşitli meslek ve kitle örgütleri SSGSS yasasının ilk gündeme geldiği günden bu yana yasanın çıkmaması için olanca güçleriyle mücadele etmiştir. Üç yıldır onlarca kez basın açıklaması, defalarca yürüyüş, mitingler, paneller, iş bırakma eylemleri, SSK’yı koruma çadırları ve referandumlar yapılarak bu yasa karşıtı cepheyi büyütmek için çaba harcanmıştır. Bu yolda gerek Emek Platformu’yla gerekse yan yana gelinen farklı toplumsal kesimlerle güçlü bir muhalefet yaratılmış ve AKP Hükümeti’nin kamuoyunda oluşturduğu hegemonya ilk kez derinden sarsılmıştır.
Daha SSGSS eylemleri devam ederken KESK ve DİSK, 1 Mayıs’ın mümkün olan en güçlü şekilde kutlanması ve giderek yükselen toplumsal muhalefeti daha da ileriye taşıması için Türk-İş ve Hak-İş’e çağrıda bulunmuştur. Yazarın bu çağrının, Abdullah Gül’ün himayesiyle yapıldığı yolundaki iddialarına neyin neden olduğunu bizler de merak etmekteyiz ve bu iddialarını ispat etmesini beklemekteyiz.
Çağrımıza olumlu yanıt veren Türk-İş ile birlikte yapılan görüşmenin ardından ortak bir basın açıklamasıyla 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılacağı ifade edilmiş ve bu doğrultuda çalışmalara başlanmıştır. Bu noktadan itibaren tüm çalışmalar ve tartışmalar kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmiştir.
Bu süreç içerisinde hükümetin kendi içerisinde yürüttüğü tartışmalar ile KESK, DİSK ve Türk-İş’in yürüttüğü çalışmalar arasında bir bağ kurmaya çalışmak 1 Mayıs için geceli gündüzlü çalışan 70’in üzerinde örgütün emeklerine büyük bir saygısızlıktır. Konfederasyonlarımız bu süreçte hükümetten ve valilikten gelen onca tehdit karşısında kararlı tutumlarından geri adım atmamıştır. Bu kararlılık tüm kamuoyunda büyük bir destek toplamıştır.
Sendika.org yazarının toplumsal muhalefetle ilişkisi ne düzeydedir bilemeyiz ama bizim mücadeleyle aramızdaki ilişkimizi belirleyen şey “çıkarlar”, “hesaplar”, “şapkalar” değildir. Bizler emekten, demokrasiden ve özgürlükten yana bir Türkiye ve dünya kurma mücadelesine kendimizi adamış Türkiye’deki milyonlarca kişiden farklı değiliz.
1 Mayıs’ta İstanbul’da yaşananları anlatmaya çalışmak gereksizdir. Taksim’e çıkmaya çalışan emekçileri engellemek için her şeyi göze almış AKP Hükümetinin ve Valisi’nin insanlık dışı tutumuna karşı orada bulunan tüm örgüt yöneticileriyle ortak bir karar alınmıştır. Emekçilere karşı akıl almaz bir tavır içinde bulunan iktidar karşısında, üyelerimizin ve çağrımıza kulak vererek gelen tüm yurttaşlarımızın can güvenliğini korumak için, günler öncesinden verdiğimiz “Taksim’e çıkma” sözümüzü çiğnemeyi göze almak durumunda kaldık.
Tabii ki yazarın bu duyguyu anlamasını beklemek de bizim hayalciliğimiz olurdu.
1 Mayıs süreci hakkında “derin” bir analiz sunma iddiasında olan yazar bilmelidir ki, toplumsal mücadeleler tarihinde, eylemler politik sonuçlarıyla anlam kazanır. 1 Mayıs 2008, öncesi ve sonrasında yarattığı toplumsal meşruiyetle hem AKP’nin zihniyetini sorgulanır kılmış hem de emekçilerin taleplerinin haklılığı konusunda geniş bir hemfikirlik yaratmıştır.
Bu ülkenin en önemli değerleri hakkında hiçbir gerçekliğe dayanmadan “atıp-tutan”lar bilmelidir ki, işçi sınıfı mücadelesi komplo teorileriyle yazılmaz. İşçi sınıfı mücadelesi dökülen alın teriyle, harcanan emekle, gösterilen kararlılıkla yazılır.
Türkiye’deki toplumsal mücadelenin en önemli iki örgütü olan DİSK ve KESK’in tarihi alı
n terinin, emeğin ve kararlılığın tarihidir.
KESK ve DİSK BASIN BÜROLARI