Bir süredir çeşitli gazetelerde bir tartışmadır dönüyor: YÖK başkanından sonra Baskın Oran da paralı üniversite istiyor. O istemese de Dünya Bankası gibi çeşitli emperyalist kurumlarla cennet vatanımızın böyyük burjuvazisi paralı eğitime giden yolları düzleme işiyle çoktandır meşgul. Ama şu sıralar, türkülerine böyle sol minör bir tondan çalınan eşliği muhtemelen kendilerinden geçerek dinlemekteler. (Baskın Hoca’nın solluğu […]
Bir süredir çeşitli gazetelerde bir tartışmadır dönüyor: YÖK başkanından sonra Baskın Oran da paralı üniversite istiyor. O istemese de Dünya Bankası gibi çeşitli emperyalist kurumlarla cennet vatanımızın böyyük burjuvazisi paralı eğitime giden yolları düzleme işiyle çoktandır meşgul. Ama şu sıralar, türkülerine böyle sol minör bir tondan çalınan eşliği muhtemelen kendilerinden geçerek dinlemekteler. (Baskın Hoca’nın solluğu geçmişinden, minörlüğü haklarını savunduğu çeşitli azınlıklardan gelir. İlkinden geriye pek bir şey kalmamışsa da ikincisi tartışma götürmez.)
Baskın Oran 13 Ocak’ta Radikal İki’de “yazıyı bile tam okumadan karşı çıkacak dost ezbercileri hiç kaale almayacağını” yazmıştı gerçi ama 17 Şubat’ta fikir değiştirdi ve fetvasının ilk maddesinin okunup geri kalanının okunmadığını iddia ederek meydane geri döndü. Evet, “üniversite bedava olmaz” demişti ama ihtiyaç duyanlara geri ödemeli burs verilmesi ve öğrenciden alınan paranın devlete geri döndürülmeyip burslara tahsis edilmesi gerektiğini de söylemişti.
“Beni anlamadın ya ben ona yanıyorum” silahı çok kullanışlıdır. Tek bir hamleyle hem rakibinizi anlayışsızlıkla suçlar hem de (sanki böyle olsa bu otomatikman sizin haklılığınızı kanıtlarmış gibi davranarak) tribünleri psikolojik baskı altına alırsınız. İnsanın altüstü yarım gazete sayfası tutan yazısının okunmadığını, okunsa da anlaşılmadığını (üstelik de peşin peşin) düşünmek için yüzünün ortasındaki organı ve onun ürettiği entelektüel haz hayli haşmetli olmalı!
Oysa birincisi, Baskın Hoca’nın yeni üniversite mevzuatı gayet iyi anlaşılmıştı; herkes burs önerisinin de farkındaydı toplanan paranın üniversiteye geri tahsis edilmesi formülünün de; bunu anlamak için, yazılan karşı yazılara bakmak yeterli (örneğin Muhittin Yorgo’nun “Sesimiz Baskın olsun” sloganındaki sesteki baskın tonun ne olduğunu görmesiyle yaşadığı hayal kırıklığını da içeren 24 Ocak tarihli Birgün’deki yazısı). İkincisi, bu üç maddenin son ikisinin (geçtim ayrıntılı istatistikî hesaplamaları, göz kararıyla bile) ütopik olduğu anlaşıldıktan sonra geriye sadece ilki kalacağı için, önerinin bütününü okumakla ilk parçasını okumak arasında son tahlilde bir farklılık yoktu.
Baskın Oran, eski bir sosyal-demokrat düşü üniversitenin mikro-kozmosunda yeniden canlandırmaya çalışıyor. Hesap basittir: Zenginden çok vergi alınıp yoksula harcanacak, böylece burjuvazinin eşitlik, adalet, kardeşlik düşleri kolayından gerçekleştirildiği gibi, allah muhafaza, devrim falan gibi “şık olmayan” davranışlardan da yan çizilebilecektir.
“Nişantaşı’ndaki butiklerden toplanan vergilerin yine Nişantaşı’na” harcanmamasını sağlayan adem-i tahsis ilkesinden üniversiteleri muaf tutması, Baskın Oran’ın bu alanı toplumun geri kalanından pek bir ayrı gördüğünü gösteriyor; ama ne bilimsel ne mali özerklik, ekonomi ve matematik yasalarından bağımsızlık anlamına gelmez.
Bu ülkede bursa ihtiyacı olanlarla olmayanların sayısı ve zenginliği arasındaki uçurum muazzam büyüklüktedir. Devlet istatistiklerine göre bu ülkedeki beş kişiden biri, sendika istatistiklerine göre ise dört kişiden üçü yoksuldur (TÜİK ve Türk-İş istatistikleri). Bir takım endekslere göre yoksul addedilmeyenlerin büyük çoğunluğunun da çocuklarını paralı üniversitede okutamayacak gelir seviyesinde olduğu düşünülürse, yüzde birkaçın ücretiyle yüzde doksan-birkaça burs vermek gibi piyasa ekonomisinde pratik açıdan hiçbir değeri olmayan bir öneriyle karşı karşıya kaldığımız anlaşılır. Üniversite kapılarında bekleyen ve 1 milyonun küsurlarıyla ifade edilen öğrenciler de hesaba katıldığı zaman, zenginden ücret alıp yoksulun eğitimine harcamak için pek mahir bir Robin Hood olmak gerekir. 12. Yüzyılın Robin Hood’unun yalnızca iyi (?) niyetle değil ok ve yayla silahlandığını, bir kısmı olasılıkla Baskın Hoca’nın öğrencisi olmuş yakın tarih mahirlerinin ise kurşuna dizildiğini hatırlatalım. (Ulaş Bardakçı, bundan tam 36 yıl önce bugünlerde, 19 Şubat 1972’de vuruldu. Hatırla sevgili, ama böyle değil!)
Baskın Hoca birey olmuş darısı başımıza
Elbette Oran’ın ne böyle radikal niyetleri var ne de -son on yıldır “birey” oldu olalı- devrim, sosyalizm falan gibi “cemaatçi” taraklarda bezi. Bu konuda ders almaya hiç ihtiyacı olmayan birinin, birey deyince örgütsüz bireyi anlaması ne tuhaf? Tabii o, örgüt derken, “birey’in doğru bildiğini kalkıp söyleyebilmesi ortamını üyelerine haram ederek cemaatleşen örgüt”tü kastettiğini söyleyecek, biz ise, doğru bildiğini söylemeye cesaret edemeyip helal fetvası bekleyenlerden bireye de örgüte de hiçbir zaman hayır gelmediğini, zaten örgütün muhtemelen tam da böylesi kişiler yüzünden o betimlenen vahim hale geldiğini.
Tüm bunlar bir yana, ben Baskın Oran’ın tartışma tarzını, öne sürdüğü kaç kırk yıllık “burs soslu paralı üniversite” ya da “bireyleşememiş solcular” temcit pilavlarına göre daha özgün değilse de daha ilginç buluyorum.
Mesela mealen diyor ki: “70’lerde, sizin gibiler beni emperyalizme uşaklıkla vb. suçlamasın diye bir devletçiliktir tutturmuş gidiyordum. Şimdi o zamanki hatamı tekrarlamayacağım. Beni neoliberallikle suçlamayasınız diye paralı üniversiteyi savunmaktan vazgeçmeyeceğim!”
“Ben yandım eller yanmasın” da kullanışlı bir başka silah. Geçmişteki hatasını şimdiki hatası için argüman olarak öne sürmek; eski yanılmışlığına dair farkındalığını şimdiki yanlış konumunun haklılığı için kanıt sanmak, “Eskiden ay kaşar peynirden yapılmış sanıyordum, hatamı anladım, bu yüzden de ey gafiller, hepiniz, dünyanın uydusunun tulum peynirinden yapıldığını kabul etmek zorundasınız!” demekten çok farklı değil.
Etik olarak da tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Bir tür hata popülizmi. Zaten yapılmış bir hatanın müsebbibi, dilinin bütün sivriliğiyle bizi bir yöne yöneltmeye çalışınca hemen ayak direyesimiz geliyor. İçgüdümüzün pek yanlış olmadığını Baskın Hoca da görecektir.
70’lerden bahsederken “Büyük burjuvazinin yanı sıra biz sosyalistler de devletçilik aynen devam etsin istiyorduk,” demiş. O sizin milli-demokratikliğiniz hocam, bu ülkenin solu MDD’den ibaret değil. Yaptığınız hatayı dönüp bize fatura etmeyin. Ve unutmayın, şimdi de yine “büyük burjuvazinin yanı sıra” bir şey istemektesiniz: Paralı eğitim.