Taksim Meydanı’nda DİSK tarafından düzenlenen 1 Mayıs 1977’in tertip komitesi üyesi ve DİSK Hukuk Dairesi Başkanı avukat Müşir Kaya Canpolat katliam arifesini ve sonrasını anlattı: 1 Mayıs 1977’e giden süreç nasıldı? Tertip komitesi olarak hem vilayetle, hem de Emniyet Müdürlüğü’yle görüştük. DİSK’in iç disiplini sağlayacağını ancak dışardan bir müdahale olursa diye Emniyet’in de gerekli tedbirleri […]
Taksim Meydanı’nda DİSK tarafından düzenlenen 1 Mayıs 1977’in tertip komitesi üyesi ve DİSK Hukuk Dairesi Başkanı avukat Müşir Kaya Canpolat katliam arifesini ve sonrasını anlattı:
1 Mayıs 1977’e giden süreç nasıldı?
Tertip komitesi olarak hem vilayetle, hem de Emniyet Müdürlüğü’yle görüştük. DİSK’in iç disiplini sağlayacağını ancak dışardan bir müdahale olursa diye Emniyet’in de gerekli tedbirleri almasını söyledik. Uzun tartışmalardan sonra yine Taksim’de karar kılındı, merkezi bir yer olduğu
için. Hem şehir içinden, hem de şehir dışından gelecekler için kolay ulaşılabilecek bir mekân diye düşündük. 1 Mayıs’a DİSK’in kitle sendikacılığına, politik görüşlerine katılmayan ve DİSK’i revizyonist bulan bir takım gruplar ve örgütler de katılmak istiyordu. Bunlarla, DİSK’teki görevli arkadaşlar arasında herhangi bir sorun çıkmaması için gerekli tedbirler alındı. Ancak bunların arasında katıldıkları zaman muhakkak olay çıkaracak olanlar da vardı. Bu arada onların da mitinge katılımına izin verilmesi için DİSK’e bir takım talepler geliyordu. Dolayısıyla her kesim, bu 1 Mayıs toplantısına katılacak duruma gelmişti
.
Onların da katılmasını kabul ettiniz mi?
Aslında biz, DİSK’in disiplinine uymayacak olan kesimlerin katılmasını istemedik. Çünkü işimizi güçleştirecekler ve olay çıkaracaklardı. Ama onlar zorla da olsa geleceklerini beyan ettiler.
Yani siz dediniz ki gelecekseniz bizim disiplinimize uyacaksınız ve kafanıza göre slogan atmayacaksınız…
Evet, yani DİSK’in ilkeleriyle bağdaşmayan dövizlere ve sloganlara razı değildik. Dolayısıyla ‘disiplinimiz dahilinde hareket edecek insanlar katılabilir ama onun dışındakileri kabul etmiyoruz’ dedik. Ama aydın kesimden bazılarıyla dirsek temasında olan bazı gruplar, bunu kullanarak DİSK’e baskı yaptılar katılabilmek için
Polisin tavrı nasıldı? Temaslarınızda sizi tedirgin eden bir şey hissettiniz mi?
Aslında birtakım şüphelerimiz vardı. Bir şekilde menfi sayılabilecek olaylar çıkabilir diye endişe ediyorduk. Çünkü daha büyük bir olayın ancak merkezi bir güçle olabileceğini düşünüyorduk.
Hakkınızda dava açıldı mı?
Tertip Komitesi olarak bizim aleyhimize dava açıldı. 1977’nin 1 Mayıs’ında sanıklar, Tertip Komitesi’nden ben, Mehmet Ertürk ve Mehmet Karaca’ydı. Üçümüzdük ve İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi delil yetersizliğinden beraatimize karar verdi. 2 Mayıs günü biz, ifademiz alınmak üzere Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildik. Orda Cumhuriyet Savcısı Muhittin bey (Cenkdağ) ilk ifademizi aldı. İfade vermeye giderken Kemal bey bana hukuki durumu sordu. Dedim ki ‘Kemal bey hukuki bakımdan hiçbir noksanımız yok. Hukuki sorumluluğumuzun olmadığı ortaya çıkacaktır.’ Kemal Bey de ‘Evet biliyorum hukuki sorumluluğumuzun olmadığını ama bütün bu yaralananlar, ölenler bizim, DİSK’in gücüne, örgütlülüğüne güvenerek buraya geldiler. O yüzden onların başına gelenlerden manevi sorumluluğumuz var’ dedi. Bunu ilk kez burada size söylüyorum.
O gün ne oldu? Silah ilk nerede patladı, bir diyorlar Sular İdaresi Binası, bir Tarlabaşı…
Kürsünün hemen yanındaydım. Yanımda Emniyet’ten biri vardı, aynı zamanda Fadıl Alev de yanımdaydı. İlk silah sesi Sular İdaresi’nden geldi. Silah sesi geldiğinde bir çalkalanma başladı. Arkasından başka bir taraftan, Intercontinental Oteli tarafından, silah sesleri gelmeye başladı.
Emniyetin adamı yanınızda mıydı?
Evet oradaydı. O, görevli bir polis memuruydu. Panzerlerin ses bombalarıyla girişi o paniği çok artırdı. Yani o, çare miydi? Daha mantıklı bir çözüm bulunabilirdi. Oradaki yüz binlerce insan geriye doğru kaçmaya başladı. Ben de kürsünün arkasından ordaki parka doğru gittim. Derken dağıldık ama Sıtkı (Coşkun) hâlâ kürsüdeydi ve paniği mümkün olduğu kadar önlemeye çalışıyordu.
Emniyet’in ne hata yapılmış diye bir rapor tuttuğuna dair bir bilginiz var mı?
Yok öyle bir rapor görmedim ama onların tahkikatlarına göre yakaladıkları, sorumlu saydıkları kişilerin aleyhine dava açıldı 3. Ağır Ceza Mahkemesinde. Biz de davaya, DİSK’i temsilen katıldık. Sanık olarak, üzerlerinden silah çıkan birkaç kişi vardı. Ama orada hiçbir şey ispat edilemedi, yani davadan hiçbir şey çıkmadı. Davaya esas olan tahkikat şekli bir tahkikattı, işin özünü, esasını ortaya çıkarıcı bir tahkikat değildi.
Asıl amaç DİSK’i zayıflatmaktı
Sizce niye doğru düzgün bir tahkikat yapılmadı? Bu olay, yıllardan beridir devleti büyük bir şüphe altında bıraktı. 34 kişinin ölümü bu kadar kolay geçiştirilebilir mi?
Kendi görüşümü söyleyeyim size. Kitleler 1 Mayısları her yıl düzenli olarak kendi aralarında kutlamayı sürdürdüler. Ancak ilk defa kitlesel olarak kutlanması 1 Mayıs 1976’da oldu. Bu, işçi ve emekçi sınıfının karşısındaki sermaye sınıfının ve yandaşlarının gözünü açmaya yetti. Bunu hazmetmiş gibi göründüler, halbuki hazmedemediler. Taksim gibi
bir yerde, 1 Mayıs 1976 ilk defa kitlesel olarak kutlanıyor. Bunun önemli bir aşama olduğunu, arkasının kitlesel gösterilere ve genel greve dönüşeceğini hesaba kattılar. Ve 1 Mayıs 1977’de bu olayı, DİSK’in başına gelebilecek en büyük felaketi, tertip ettiler. Bana göre DİSK’in etkinliğini bitirmenin bir tek yolu buydu ve bunu buldular. Bunun dışında DİSK’in etkinliğini hiçbir şekilde kırmak mümkün değildi. Çünkü işçi sınıfı o gün, Türkiye ölçeğinde 500 bin kişiyi, İstanbul’daki ortak bir gösteriye, eyleme getirme gücünü elde etmişti. DİSK’in parlayan yıldızı Türk-İş’in yıldızını söndürmüştü ve de Türkiye’de, DİSK’in toparladığı bu gücü aşan başka bir güç yoktu. Bu güç giderek etkinliğini her kesimde yaygınlaştırıyordu. Başbakan Bülent Ecevit’in, CHP’nin ya da Süleyman Demirel’in kurduğu Milliyetçi Cephe’nin böylesine sivil bir gücü yoktu.
Hatta Kemal Türkler’le biraraya geldiğimizde diyordu ki ‘Müşir bey merak ediyorum, şimdi Süleyman Demirel bunu okuyunca ne düşünecek, Bülent Ecevit ne düşünecek?’
Düşünmek zorundaydılar. Kemal Türkler’in ağzından çıkacak her sözcüğü düşünmek zorundaydılar.
O kadar önemliydi. Bu 1 Mayıs’ın arkası genel grev olabilir ve birinci değilse de, ikinci bir genel grevde siyasal iktidar kesin olarak el değiştirebilirdi. Böylesine önemli bir gelişmeyi 1 Mayıs 1977’de kırdılar ve bu bilinçli şekilde yapılmış olabilir diye düşünüyorum. Yani bu tertibi yapanlar gerçekten de amaçlarına ulaştılar, ki bunun arkasından yaşanan olaylar, estirilen terör ve 12 Eylül Darbesi’yle DİSK’in meşruiyeti tümüyle tartışılır hale geldi, kapatıldı. Kemal Türkler daha önce öldürüldüğü için, yöneticileri tutuklandı ve Davutpaşa’ya götürüldü. Yani hukuki bakımdan da DİSK’in dayanakları ortadan kaldırıldı. 12 Eylül niçin yapılmıştır denildiğinde de çok açıkça Evren’in ağzından da diğer birçok kesimden de bunun DİSK’i ekarte etmek için yapıldığı söyleniyor.
Dünyada 1 Mayıs, ‘sekiz saatlik işgünü’ mücadelesinden doğdu
1 Mayıs’ın işçilerin birlik dayanışma ve mücadele günü olarak adlandırılmasının kökeninde, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sekiz saatlik iş günü mücadelesi sırasında dökülen kan ve yaşanan acılar vardı. Her şey 1 Mayıs 1886’da ABD’de 10’dan fazla kentte 350 bin dolayında işçinin katıldığı gösterilerle başladı. İşçiler on saat için aldıkları ücretlerde herhangi bir indirim olmaksızın sekiz saat çalışmak
istiyorlardı. Chicago’daki 1 Mayıs gösterilerine 80 bin kişi katılmış ancak herhangi bir olay meydana gelmemişti. The New York Times, 1 Mayıs 1886 gösterilerini “Batı İşçisi Yürüdü, 8 Saat Hareketi Chicago’da, İşçiler Yürüdü, Nutuklar dinledi ancak hiçbir şiddet girişimi olmadı” başlığıyla vermişti. Gösteriler olaysız sonuçlansa da, sekiz saatlik iş günü talebinin bu kazandığı kitlesel nitelik işverenleri huzursuz etmişti ve bu yüzden yanıt vermekte gecikmediler.
3 Mayıs 1886 günü sekiz saatlik iş günü mücadelesinin merkezi durumundaki Chicago’da Kurulu International Mc Cormick Harvester fabrikasında
şubat ayından beri süren grev kırılmak istendi. İşverenin getirdiği grev kırıcıları fabrikaya almak istemeyenlerin üzerine ateş açılınca 4 işçi yaşamını yitirdi.
Bu saldırıyı protesto etmek isteyen işçilerin bir gün sonra ‘Samanpazarı’ denilen yerde düzenledikleri gösterinin bitiminde hemen önce atılan bomba ortalığı karıştırdı. Polisler yine kitlenin üzerine ateş açtı ve bu kez
ölü sayısı 10’u buldu. Üstelik hiçbir ilgileri olmamasına karşın bomba attıkları iddiasıyla sekiz sendikacı tutuklandı. Kısa süren yargılamada ne şahit ne de kanıt bulunmasına rağmen sendikacılardan yedisi idama mahkûm edildi. Bu sendikacıların beşinin cezaları onaylandı ikisinin cezaları ise müebbet hapse çevrildi. İdamı onaylananlardan Louis Lingg tutulduğu cezaevinde devlete göre intihar etti, sendikacılara göre ise öldürüldü. Diğer 4 sendikacı George Engel, Adolph Fischer, Albert Parsons ve August Spies 11 Kasım 1887 tarihinde idam edildiler. Amerikan Emek Federasyonu (AFL) 1888 Aralık ayında yaptığı kongrede 8 saatlik işgünü için bir kampanya başlatma kararı aldı. Kampanya 1 Mayıs 1890’da bir genel grevle tamamlanacaktı. Bu kararı 2. Enternasyonal Kongresi de destekledi. 1890’daki görkemli gösterilerin ardından 1 Mayıs daha sonraki yıllarda da işçi sınıfının 8 saatlik iş günü için eylem günü olmaya devam etti. Ve sonrasında da yer yer baskıcı yönetimler tarafından yasaklansa bile 1 Mayıs işçi sınıfının birlik dayanışma ve mücadele günü olarak tüm dünyada meşru kabul edildi..
30 yıldır ilk kurşunun nereden atıldığı tartışılıyor
Aradan geçen 30 yıla karşın 1 Mayıs 1977 katliamının başlangıcı sayılan ilk kurşunun nereden atıldığı tartışması kesin bir sonuca bağlanmış değil. Çoğunluk, ilk silahın Sular İdaresi’nin üzerinden atıldığında hemfikir. Ama ilk silahın Tarlabaşı’ndaki kortejlerden birinin içinden ya da Gümüşsuyu yönünden ateşlendiğini savunanlar da yok değil. Keza bu ‘ilk ateş’ meselesinin aynı zamanda bir ‘alt metni’ var. Aman dikkat,
bu tartışma ‘Maocular’ın mı yoksa ‘sosyal faşistler’in mi daha çok provokasyona geldiğini de ortaya çıkaracak!
İlk silah sesinin Tarlabaşı’ndan geldiğini söyleyenlerdenseniz ‘Maocu’ diye tanımlanan Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği ittifakının katliamda payı olduğunu ima ediyor olabilirsiniz. Ya da tam tersine, ilk silah sesinin Gümüşsuyu’ndan geldiğini söylemekle, ‘Maocu’ların ekmeğine yağ sürüp, ‘sosyal faşist’ TİP, TSİP, TKP gruplarına yöneltilen “provokatör’ suçlamasını siz de paylaştınız…
Zemin provokasyona uygundu
Yaşanan büyük katliamdan sonra bile bitmeyen bu tartışmanın bir de öncesi vardı ki, tüm bunlar provokatörlerin işlerini kolaylaştırmıştı. Bir yandan 1 Mayıs için miting hazırlıkları güle oynaya sürüyordu. Fabrikalarda işçiler eğitiliyor, pankartlar yazılıyordu. Diğer yandan ise alttan alta birbirine diş bileyen gruplar, sanki savaşa hazırlanır gibiydi. DİSK, çok açık bir tavırla, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği ittifakını 1 Mayıs alanına almayacağını ilan etmişti. Maocu gruplar ise, “1 Mayıs kimsenin tekelinde değil” diyerek alana gireceklerini kesin bir dille deklare etmişlerdi.
Basında karşı kampanya
Tercüman başta olmak üzere Milliyetçi Cephe hükümetinin destekçisi sağ basında da 1 Mayıs öncesinde inanılmaz bir karşı kam-panya başlatıldı. Sağcı köşe yazarları büyük olayların çıkacağından neredeyse emin
gibiydiler. O günlerde Tercüman’da yazan Güneri Civaoğlu, 1976’nın aksine 1 Mayıs’ta olay çıkabileceği iddiasını ortaya atarken, Ahmet Kabaklı’nın 30 Nisan tarihli yazısındaki şu cümleler hayli ilginçti:
“Yarın 1 Mayıs… DİSK, TİP ve CHP militanları, yarın İstanbul, Ankara ve bütün yurdu kana bulaması mümkün kışkırtma ve tecavüz hareketlerine girişebileceklerdir. (…) Polisle vuruşmalar muhtemeldir, cinayetler işlenebilir, mallara canlara kıyabilirler. Taktik icabı, kendi aralarında dövüşebilirler, saf vatandaşlar bu arada ölebilir. Hiç şüphe yok Maocular, Leninci dedikleri DİSK’lilere, TİP’lilere, CHP aşırılarına… Veya Leninciler “Sosyal Faşist” dedikleri Maoculara saldıracaklar ve Ecevit’in taktiği ile bunun da suçunu MHP’li, MSP’li, AP’li milliyetçilere yüklemeye kalkacaklardır. Bu yalanı bahane edip halka saldıracaklardır.”
Rauf Tamer’in 1 Mayıs günü yayımlanan yazısı da diğerlerinden farklı değildi. Tamer, “Arabalar tahrip edilecek. Camlar kırılacak. İnşallah aldanırız, ama kanlar akacak” diyordu. 30 Nisan tarihli Bayrak gazetesi DİSK ile Maocu gruplar arasında çatışma beklendiğini yazıyor, MHP’nin yayın organı Ortadoğu ise, 1 Mayıs 1977 tarihli nüshasında “DİSK bugün saldırıda bulunacak” başlığını atıyordu.
Duyum mu, rapor mu?
Ahmet Kabaklı ve Rauf Tamer’in bu tespitleri sadece bir öngörü müydü, yoksa ‘duyum’muydu bilinmiyor. Fakat Senato’daki Milli Birlik Grubu’nun (MBG) açıklaması doğruysa MİT katliamı bir rapor hazırlayarak MC hükümetinin başbakanı Süleyman Demirel’e önceden bildirmişti. Katliamın hemen ardından yayımlanan MBG bildirisinde “Kanlı olayların çıkacağını MİT’in rapor ettiği” belirtilerek şöyle deniliyordu:
“Hükümet ya gerçekten güçsüzdür, bu olayları önleyememektedir, ya da hükümet güçlüdür fakat siyasal çıkarlarına uygun düştüğü için bu olaylara göz yummaktadır, hatta bizzat tertiplemektedir.”
MBG Başkanvekili Mucip Ataklı imzalı bildiride ayrıca, “hükümetin siyasi çıkarları için bu olayların cereyanını arzulamasına rağmen amacını gizlemek için suçu başkalarına yıkarak kamuoyunu yanıltmaya çalıştığı” da savunuluyordu.
‘Bozkurtlar’ mı yaptı?
Alman Stern dergisinin 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin yorumu ise, olayın ‘dışarıdan’ görünümü konusunda bir fikir verebilir. Stern, “Bozkurtlar korku saçıyor” başlıklı yazıda, iktidar ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’ne bağlı ülkücü bozkurtların katliamda rolü olduğunu iddia ederek, “Türk basını önce aşırı solcu grupların bu katliamdan sorumlu olduğunu sanmış, ancak kovuşturma ilerlediğinde solcu kılığına bürünmüş ‘bozkurtların’ bu olaylarda da parmağı olduğu yolundaki şüpheler artmıştır” diyordu.
…
Ertuğrul Mavioğlu- Ruhi Sanyer Arşivi/Radikal