Kapatma davasının hikayesini hepimiz biliyoruz; işçi sınıfının ve bu bütünün bir parçası olan kamu emekçilerinin örgütlü olmasından rahatsızlık duyan düzen bileşenleri, “AB’ye Uyum” masalını anlatırken ve AB’ye sırtlarını dayayarak işçi sınıfının geçmişte kazandığı hakları bir bir geri alıyorlar. AKP, yeni yasama yılında Sosyal Güvenlik Reformu, Kamu Personel Rejimi Yasası gibi düzenlemeler yapacakken; IMF, DB, Avrupa […]
Kapatma davasının hikayesini hepimiz biliyoruz; işçi sınıfının ve bu bütünün bir parçası olan kamu emekçilerinin örgütlü olmasından rahatsızlık duyan düzen bileşenleri, “AB’ye Uyum” masalını anlatırken ve AB’ye sırtlarını dayayarak işçi sınıfının geçmişte kazandığı hakları bir bir geri alıyorlar. AKP, yeni yasama yılında Sosyal Güvenlik Reformu, Kamu Personel Rejimi Yasası gibi düzenlemeler yapacakken; IMF, DB, Avrupa Birliği’nin bastırmaları ve yerli sermayenin el çırpmaları bir dizi KİT’i satma planlarını dayatıyorken, işçi sınıfı cephesinden bir direnç gelişmesi düzenin isteyebileceği son şeydir. İşçi sınıfına yönelen bu saldırılarda etkin bir karşı duruşu sergileyemeyen Eğitim-Sen’i daha fazla terbiye etme operasyonu olarak tüzüğünde yer alan “anadilde öğretim hakkı” maddesi üzerinden kapatma davası açılmıştır. Bu süreci bir yılı aşkın zamandır yaşayan Eğitim-Sen toplumun bütününde yaşanan bu siyasi saldırıyı anlayamamış, bu süreci teknik bir melese olarak algılamıştır.
Bu nedenle hem kapatılma davasının hem de olağanüstü genel kurul sürecinin salt hukuksal boyutta ele alınamayacağını savunan, aralarında Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe-Ankara Öğretmen İnisiyatifinin de bulunduğu bazı devrimci gruplar yaklaşık bir aylık bir zaman zarfında tüzük değişikliğine meyleden MYK’yı uyarmak ve sendikanın sahipsiz olmadığını göstermek amacıyla bir araya geldi, toplantılar düzenlendi. Bu doğrultuda bir platform oluşturuldu. Platform; tüzük maddesinin değiştirilmesinin sınıfın, MGK ve sermayenin saldırısı karşısında teslim olması anlamına geleceğini, kurultayın teknik bir süreç olmaktan çıkarılarak 15 yıllık KESK ve Eğitim-Sen politikalarının gözden geçirileceği siyasallaşmış bir atmosfere kavuşturulması gerektiğini, Eğitim-Sen’in Avrupa Birliğine teslim edilemeyeceğini karara bağladı.
AB politikalarına teslim olan Eğitim-Sen MYK’sından hesap sorulması gerekliliğine inanarak bir araya gelen platform, isteklerini MYK’ya iletmek üzere görüşmeler yapıldı. Ancak MYK’nın gerekçe göstermeksizin görüşmelere son vermesi kuruldan çıkacak kararın sinyalleri olarak yorumlandı ve Türkiye genelindeki tüm Eğitim-Sen üyelerine “Sendikayı Teslim Etmeme”çağrısı yapıldı.
Genel Kurul’un yapılacağı sabah iki yüz kadar platform üyesi Eğitim-Sen’in I No’lu Şubesi önünde toplandı. “Eğitim-Sen’i teslim etmeyeceğiz”, “Anadilde eğitim engellenemez”, “Sokakta kurduk, sokakta savunacağız”, “Devlet güdümlü sendika istemiyoruz”sloganları eşliğinde Genel Kurul’un yapılacağı salona yüründü. Binanın girişinde engellemeyle karşılaşan gruba yapılan açıklama “salonun kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle” izleyici alınamayacağı oldu. Platform üyelerinin kararlı tutumu sonucu, önce delegelerin salona alınacağı sonrasında da diğer üyelerin lobiye girebileceği açıklandı. Genel Kurul toplantısını izlemek niyetinde olan grup salon kapısına yöneldi ancak kapıdaki güvenlik nedeniyle içeriye giremedi. Sıralanan gerekçeler arasında “delegelerin bile oturacak yer bulamıyor olması”, “içeriye girmek isteyenlerin sendika üyeleri olmadıkları”, “genel kurul toplantısının engellenmeye çalışıldığı” vb. yaratıcılık dolu ancak asılsız iddialar bulunmaktaydı. Meşru bir talepte ısrar eden gruba sözlü ve fiziksel saldırıda bulunuldu. Üyelerini genel kurul toplantısına almak istemeyen MYK’ya yönelik “Kahrolsun Sendika Ağaları”, “Bürokrasi Dışarı Devrimciler İçeri” sloganları atıldı.
“Kimi kimden korudukları” belli olmayan bu güvenliğe rağmen salona girildi ancak divan görüşmelere bir saat ara verildiğini duyurdu. İçeri giren sendika üyelerinin yanına gelen Alaaddin Dinçer’e güvenlik oluşturulmasının ne anlama geldiği ve neden üyelere saldırıldığı sorulduğunda Dinçer “elbette gelebilirsiniz bunu engellemek istemedik. Bakın olağanüstü kurultay için polise bile haber vermedik” yanıtını verdi.Görünen odur ki 15 yıllık mücadelede sendika bürokrasisi, nasıl barikat kurulacağını ve kapalı kapılar ardında oldu bittiyle işlerini yürütmeyi öğrenmiştir; ancak umutlarını kırdığı emekçilere tarih önünde nasıl hesap vereceklerini göz ardı etmektedirler.
Tüzük Maddelerinin Değiştirilmesi
Verilen bir saatlik aranın ardından tüzüğün 37. maddesinde yapılan değişiklikle şube açılması için gerekli üye sayısı beş yüzden dört yüze indirildi.
57. maddede “Her kademedeki yöneticiler için, aynı organa üst üste iki kereden fazla seçilememe” sınırlaması “iki dönem” olarak değiştirildi.
Tüzük değişikliği için gerekli delege sayısını “Genel Kurulun delege tam sayısının 2/5’inin bir fazlası” olarak tanımlayan 61. madde “delege sayısının salt çoğunluğu” olarak düzenlendi.
Çoğunluğunu ilkelerimizden ve onurumuzdan taviz vermemeliyiz, bu nedenle anadilde öğrenim ibaresi tüzükten çıkarılmamalıdır diyenlerin oluşturduğu yirmi dokuz kişi 2. maddenin b) bendine ilişkin söz istedi. Konuşmaların ardından oylama yapıldı: 115 ret oyuna karşı 381 kabul oyu sayıldı. Toplantıyı balkondan izleyen platform üyeleri bir sorunun cevabını istiyordu: Biz Çocuklarımıza Onurlu Bir Gelecek Bırakacağız Ya Siz?”
Tüzük maddesinin değiştirilmemesi gerektiği yönünde beyanda bulunanların gerekçeleri açıktı; kimi anadilde eğitimin evrensel bir hak olduğunu vurguladı, kimi sendikanın kuruluşunda belirlenmiş ilkelere sahip çıkmanın onurumuza sahip çıkmak demek olduğu belirtti, kimi konuşmacılar kapatma davasının ve ardından işleyen sürecin sadece hukuksal bir boyutta ele alınmaması ve ardındaki siyasal tutuma siyasal bir karşı duruşla cevap verilmesi gerektiğinden söz etti, kimi bu saldırıya gereken cevap üretilmezse ardından gelecek olan Kamu Personel Reformu, özelleştirmeler veya Sosyal Güvenlik Reformu gibi başlıklarda da sessizliğe mahkum olunacağının altını çizdi.
İstanbul delegelerinden biri konuşmasını tabanın sesi şeklinde tanımlayarak sözlerine başladı. 25 Mayıs’taki kapatma kararını IMF, DB, MGK ve AKP’nin sözcülüğünü yaptığı sermaye sınıfının, işçi sınıfa saldırısı olarak niteleyen konuşmacı, sözlerini sendikamızı tabela sendikası haline getirmeye çalışıyorlar diyerek sürdürdü. Tüzük maddesinin değiştirilmesi gündeme geldiğinde kendilerine doğru dürüst bilgi verilmediğini, kendilerinin bilgi toplamak için araştırma yaptıklarını ve şube olarak madde değişikliğinin reddini isteyen beş yüz kadar imza topladıklarını bildirdi.
Tüzük maddesinin değişmesini isteyenlerin ne dediğini anlamak ise bir hayli zordu. Kimi gördüğü zulüm ve işkencelerden dem vurdu önce, sonra bilgece konuştu: İlkelerimiz ve onurumuz diyorsunuz, iyi hoş da sendikamız kapansa daha mı iyi olur? Kimi söze “Ben Kürt’üm ama…” diyerek başladı ve anadilde öğrenim salt Kürtler’e referansla savunulan bir hakmışçasına kendinin bu haktan vazgeçme gerekçelerini sundu. Onlar kendi paylarına Alaaddin Dinçer’in önerisine kulak verip “Anadilde Eğitimi Savunmak” için dernekler kurabilirler hatta başkanlığına Dinçer’i getirebilirler. Hatta Alaaddin Başkan, emekçilerin haklarını savunmak için de bir dernek kurabilir ve mücadeleye oradan devam edebilir.
2 Temmuz Mitinginin hemen ertesinde yapılan Eğitim-Sen 2. Olağanüstü genel kurulu Türkiye işçi sınıfının tarihinde bir kara sayfanın daha eklenmesine neden olmuştur. Çok uzun zamandır kitlesinden kopuk olan, AB fonlarından yararlanan, hatta AB’nin
eğitim materyallerini kullanan Eğitim-Sen, ciddi bir geri adım atmıştır. ABciliğin Eğitim-Sen gibi işçi sınıfının etkin bir sendikasını bu gün getirdiği nokta ibret vericidir. Eğitim Emekçileri sendikalarını bu geri noktadan ancak sınıf perspektifine ve memleketlerine sahip çıkarak, emperyalist politikaları sendikalarının kapısından dışarı atarak taşıyabilir.
(Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe – Ankara Öğretmen İnisiyatifi – 7.7.2005)