Amerika’nın dediklerini harfiyen takip eden, bir dediğini iki etmeyen ancak müslümanlığa da toz kondurtmayan Suudi Arabistan yöneticileri, Amerikan gizli servislerinin ele geçirdiklerini iddia ettikleri ‘gizli’ konuşmalar sonucu Arap işçilerinin Suudi Arabistan’a sabotajlar yapabileceği haberini ciddiye alıyorlar. Amerikalı’lar, Suudi’leri kendi işçi sınıfına karşı uyarmış, onlar da kendilerinin mi, Amerika’nın mı olduğu tartışılır petrol kuyularını ‘düşman’ emekçilerden […]
Amerika’nın dediklerini harfiyen takip eden, bir dediğini iki etmeyen ancak müslümanlığa da toz kondurtmayan Suudi Arabistan yöneticileri, Amerikan gizli servislerinin ele geçirdiklerini iddia ettikleri ‘gizli’ konuşmalar sonucu Arap işçilerinin Suudi Arabistan’a sabotajlar yapabileceği haberini ciddiye alıyorlar.
Amerikalı’lar, Suudi’leri kendi işçi sınıfına karşı uyarmış, onlar da kendilerinin mi, Amerika’nın mı olduğu tartışılır petrol kuyularını ‘düşman’ emekçilerden korumak için ‘terörist’ işçileri teker teker tutuklamaya başlamıştır.
New York Times gazetesindeki yazı bu haberi terörizme karşı Suudi-Amerikan işbirliğinin güzel bir örneği olarak vermekteyse de ister istemez ABD Başkanı’nın ve sözcüleri General Powell gibilerinin yalanladıkları Irak savaşının gerçek nedeninin petrol olduğunu iddiasını da doğrulamaktadır. Petrol fiyatlarının giderek arttığı, Venezüella’nın problemleriyle de dünya petrollerinin Amerika’ya ulaşımının daraldığı günümüzde tam da dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerinin üzerinde bir savaş patlamak üzereyken ABD’nin güvenilir petrol kaynaklarının güvencesini hafife alamayacağı bellidir.
AMERİKA’NIN PETROL VE KAR BAĞIMLILIĞI
Amerika’da daha geçen yıllarda dış petrole bağımlılık %54 gibi tesbit edilirken, son yıllarda bunun %70’lere çıkacağı açıklanmıştı geçenlerde. Bunun başlıca nedenleri içinde moda olan SUV denilen jip cinsi arabaların artık normal arabalardan daha fazla satışı gelmektedir. Bu jipler aile arabaları gibi çevre kanunlarına uyarak benzin tasarrufu etmek zorunda olmayıp, kamyon kategorisine sokuldukları için müthiş benzin harcayarak hem çevreyi mahvetmekte hem kullanıcıların cüzdanını boşaltmakta hem de Bush’un ailesini, Başkan yardımcısının şirketlerini ve yönetime bir sürü ‘değerli’ elemanını vermiş petrol kartellerine inanılması güç karlar yaratmaktadır. Petrol ve araba şirketleri bu jipleri ‘araba’ kategorisinden ayrı tutmak için milyonlarca dolar harcamış ve Kongre’den satın alınan oylarla jiplerin halka, okullardaki çocuklara, astımlı yaşlılara, ne otoyolu kullanan ne de arabası olmayan insanlara zoraki zehirli hava solutma hakkı verilmiştir.
Her ne kadar bu jipler bir statü sembolü olarak kullananlara bir üstünlük duygusu veriyor ve oluk oluk benzin harcıyorsa da Amerika’daki benzin harcamasının rakip kabul etmez ilk ve en fazla müşterisi Amerikan Silahlı Kuvvetleri Pentagon’dur. Irak macerası daha başlamadan bile 200,000 kişiyi, tankları, bombaları, cikletleri, uranyumlu kurşunları, gaz maskelerini, biyolojik korunma elbiselerini ve İncillerini dünyanın öteki ucuna taşımanın salt benzin masrafının dünyanın bu en büyük benzin müşterisine maliyetini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü nasıl olsa fatura halkın verdiği vergilerden çıkmakta.
Amerika’da kurşunsuz benzinin Türkiye’deki kurşunlu benzinin dörtte birine satıldığı bilirsek, bu narkotik bağımlılığı gibi benzin bağımlılığının ve bundan akıl almaz karlar edilmesinin ülkeleri ve şirketleri ne pahasına olursa olsun savaşa sürükleyeceğini de anlayabiliriz. Bu kadar ucuza çaldığı ama öte yandan yaşamını bağladığı petrolü kolay kolay tehlikeye atamaz ABD.
ENERJİ GÜVENLİĞİNİN BAŞ KONU OLMASI
Geçen seçimlerde Amerikan Başkanlığı için yarışan Ralph Nadar’ın yazdığı gibi Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin enerji politikası 2020 yılına gelinceye dek Amerika’nın GÜNDE 17 milyon varil petrol ithal etmek zorunda kalacağını, bunun da Amerika’da kullanılan petrolün dörtte üçü olacağını tahmin ediyor. Bu tahmin üzerine de Cheney’nin yaptığı öneri, “Başkan’ın enerji güvenliğini dış politika ve ticaretin ilk maddesi yapması gerektiği” şeklinde. Ancak bu öneriyi hazırlarken ne benzin tasarrufundan, ne oluk oluk benzin içen jiplerden, ne de Pentagon’un bu kadar benzinle ne işler çevirdiğinden bahsetmemiş olması da şaşırtıcı değil.
Ancak madalyanın öbür yüzü de tüm çirkinliğiyle sırıtmaya başlıyor. Daha savaş başlamadan ve petrol fiyatlarının fırlamasından önce bile Amerikalıların tahammülünün üzerine çıkan benzin fiyatları halkın tepkisine yol açmakta. Ocak ayında yapılan bir kamuoyu araştırması artan fiyatlar ve ekonominin berbat hali ve işsizlik ve savaş yüzünden Bush’un ekonomik reytinginin 10 yıldır bir Amerikan Başkanı’nın indiği en düşük seviyeye düştüğünü göstermektedir.
EKONOMİK KRİZ
Bu da yetmiyormuş gibi daha şimdiden artan benzin fiyatları, yaşam savaşı veren havayolu şirketlerini zorunlu bir zam yapmaya götürmekte. Yine 14 Şubatta en büyük hava şirketlerinden ikisi (Continental ve American) biletlerine jet benzininin fiyat artışını karşılamak için zam yapacaklarını istemeye istemeye ilan ettiler. Kapitalist ekonominin içinden bir türlü çıkamadığı kriz yüzünden tüm yolculukları zaten kısmış olan müşteri şirketlerin daha da az uçuş yaparak havayollarının toplu iflaslarını hızlandıracağı da beklenen sonuçlardan. Daha sadece bir ay önce iflas bayrağını çekerek alacaklarından korunmaya çalışan United havayolu şirketi bir iki hafta önce de işçi çıkarmaya başladı. Havayolu endüstrisi 11 Eylülden bu yana 150,000 işçiyi işten çıkarmış, yaşamaya devam edebilmek için de, hani şu piyasadan elini eteğini çekmesini dilediği devletten 15 milyar dolar dilenerek uçuşlara devam edebilmişti. 1999 yılına oranla 2000 yılında havayoluyla yolculuk yapanlarda %10 oranında düşüş olmuş, bilet fiyatında olacak bir artışın da bu düşüşe katkısının olacağı muhakkaktır.
Böyle bir kriz içinde başı belalardan bir türlü kurtulamayan Bush’un, tam da petrol savaşını başlatırken temel kaynağı Suudi petrollerini de kaybetme olasılığına karşın çok hassas olması anlaşılabilir. Amerikan ekonomisinin kalbi petrolle atmaktadır. İşin temeli de burada yatmaktadır.
PETROL AKIŞINA TEHDİT
Daha önce El Kaide tarafından yapıldığı söylenen bir eylem Suudi Arabistan’dan petrol taşıyan bir Fransız tankerin Yemen açıklarında saldırısıyla gündeme gelmişti. Her ne kadar bu saldırı batıya petrol sevkiyatını tehlikeye bile sokmadıysa da petrol şirketlerinin dikkatini çekmeye yetti. Suudi’ler dünyanın bir numaralı petrol üreticisi olmakla kalmıyor ama belki daha da önemlisi dünya petrol rezervlerini dengeliyerek Venezüella’da olduğu gibi önemli petrol kısıntılarında gerekli petrolü sağlama rolünü de oynuyor. Yani 1970’lerde olduğu gibi petrol üreten ülkelerin bilinçli bir müdahalesi ya da başka bir nedenle petrol sevkiyatı aksarsa hem fiyatları dengelemek hem de Amerika’nın iştahını doyuracak petrolü sağlamak için Suudi Arabistan kullanılıyor.
Ama Suudi’lerin bu rolü oynamaları aksaksız, düzenli bir sistemle gerçekleşebilirdi. Öyle sendika, mendika; grev, mrev olmadan, dalgaya taş atılmadan batı’ya petrolü sevkedecek bir sistem gerekliydi. Hiçbir hakkı olmayan yabancı işçileri getirtip esaret koşullarında çalıştırmak bunun çözümlerinden bir tanesi olduğu gibi İslami ideolojiyle itaate zorlamak da öteki yöntemdi.
DÜŞMAN HER YERDE.. AMA BAŞTA ÜRETİMDE!
Kim bilebilirdi ki Arap rejimin güvenliği için, batılıların jiplerinde tatlı saatler geçirip dünyanın atmosferini pisletmeleri için, Pentagon’un ucuza dünyayı kontrol edip bombalamaları için, işçi sınıfsız bir kapitalist üretim yaratmak için oluşturulan “köküne kadar Müslüman” , “sınıfsız”, işçi sınıfının dönüp dolaşıp sistemin birincil düşmanı haline geleceğini?
New York Time
s yazarı Jeff Gerth, 12 yıl önceki savaşta Irak’ın Suudi Arabistan’a yaklaşık 40 roket attığını ve bunların hedefinin bazı Arap’larca Ras Tanura bölgesindeki rafineri ve yükleme tesisleri olduğunu yazmaktadır. Bir petrol şirketi yöneticisi ise, “Ras Tanura’yı patlattığınızı düşünün. Bunun ABD’ye neye mal olacağını düşünemezsiniz bile” dediği yazıda yer almaktadır.
Ancak uzaktan roket atarak gelmesi beklenen “düşman” artık içeride aranmaktadır. Amerikan casusları Arap işçilerini izliyor ve bir sabotaj yapıp yapmayacaklarını saptamaya çalışıyor. Bu bilgiler, CIA tarafından Suudi’lere veriliyor, bunlara dayanarak da Suudi yönetimi kendi işçilerini tezgaha çekiyor. İşin garibi, beraber çalışması gereken Amerikan ve Arap ortaklı Aramco şirketinde Amerika’nın Arap’lara çaktırmadan yaptığı bir çalışma var. Bu Arap’lardan bile gizli çalışmada ABD, uygun bir yere konacak bir bombanın dünyanın en büyük petrol işleme merkezi Abqaiq işletmesinde üretimi aylarca durdurabileceğini göstermiş. Öteki işletmelerde de güvenliğin tam sağlanamadığını ortaya çıkarmış ABD gizli çalışması. Bu çalışmadan haberi olmayan Suudi’ler de ABD’nin tüm ihtiyaçlarını karşılayamamanın utancı içinde, “güvenliği iyi sağladık” falan diye kem küm etseler de derhal daha sıkı kontrollere başlayacaklarını da belirtmişler. ABD de Suudi’lerin başını okşayıp bir “aferin” çekmiş.
Pek çok petrol işletmesi ıssız çöllerin ortasında olsa da zaten etrafı yüksek çitler ve kapılarla kapalı. İşçiler ancak şirket uçaklarıyla getirilip götürülüyorlar ama gene de işçilere güvenemiyor şirket yöneticileri artık.
Amerikan casuslarının bilgilendirmesiyle tutuklanan işçilerin çoğu yabancı uyruklu olsa da bazılarının Arap olması suçu tamamen “yabancı mihraklar”a atamayacaklarını göstermekte. Yani ne olursa olsun, kendi yarttıkları “Müslüman işçi”ye güvenemiyorlar artık.
Ama düşman yaratmada başka olanaklar bulmak pek de zor değil. Bu kez mezhep farkına dönüşüyor ABD’nin paranoyası. Suudi Arabistan’da yaşayan %10 azınlık Şii halkının ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü birdenbire gündeme gelerek şimdi anımsanıveriyor. Arkasından da 1996’da Aramco şirketinin merkezinin yakınlarında Şii’lerin Amerikan askerlerine saldırarark 19’unu öldürmesi anımsanıyor. Aramco sözcüsü ise şirket içinde, “Şii’lerin bir problem olmadığını” söylüyor ama bu problem olmayan işçiler her nedense bilgi işlem gibi duyarlı işlerden uzak tutuluyorlarmış.
Amerikalılar ise Arabistan’da hiç beklemedikleri ve Dahran’da 6,000’le 10,000 kişinin katıldığı ve kendi kendine gelişen Amerikan karşıtı gösterilerden sonra daha ihtiyatlı davranıyorlarmış.
KENDİ YARATIĞINA BİLE GÜVENEMEMEK: İŞÇİ PARANOYASI
Türkiye’de de “müslüman” hükümet’in imanının nereden beslendiğinin iki ayda ortaya çıkması gibi Suudi’lerin de Araplık, Müslümanlık söylemlerini artık pek sürdüremedikleri ortaya çıkmaktadır. Belki de tarihin garip cilvesi bu gerçeği ortaya çıkartma görevini yaşamı bu yalanlar üzerine kurulu ABD Başkanı Bush’a vermiş olmasıdır. Daha önce aynı vahşetle öteki ülkelere saldıran, faşist kanunları ABD’de çıkaran, Baba Bush’a saldırılacağı gibi aptalca bir bahaneyle şehirler bombalatan Clinton’un adı boşuna, “Kaygan Willy” (Slick Willy) değildi. O yapacağını yapar ama özürler diler, acıları paylaşır gibi yapar ve kanmaya hazır andavalları bir güzel yağlayarak inandırabilirdi. Onun yönetimi bindiği dal olan Suudi’lerin, Kuveyt’in, Türkiye’nin çelişkilerini derinleştirmeden, “kayganlıkla”, işi idare edebilmekti. Texas kovboyu Bush’un bu aptal delikanlılığı ise çelişkileri durmadan daha derinleştirmekte, kendi bastığı dalları birer birer kesmektedir. Yarım yüzyıldır ellerinde tuttukları petrol üreten ülkelerin kendi elleriyle kurdukları sapık rejimlerini sarhoş bir denizcinin para harcaması gibi çarçur ederek, naralar atıp, ateş ederek, daha önce “kayganca” çalışan bir sistemi alışık olmadığı çalkantılara ve sürtüşmelere sürüklemektedir.
Komünizme karşı politik İslam yaratılmış, bölge halkı din ile uyuşturulmuş, petrol de durmadan “kayganca” batıya akmıştı. Ama başta Bush’un aptalca saldırıları Suudi yönetimiyle kendini müslümanlığa adamışların arasını açarak Suudi yönetiminin bile her adımda sırtını kontrol ettirecek paranoyayı giderek derinleştirmektedir. ABD’den sonra Suudi yöneticileri de atasözümüzdeki, “hayın höyflü olur” kuralınca her kesten, her halktan korkar durumdan artık kendi müslümanlarına bile güvenemez duruma gelmiştir. Bu ise din üzerine kurulu rejimi temellerinden sarsmakta daha da öte Amerika’nın bağımlılığı petrolün akışını tehlikeye düşürmektedir. Emekçilerin doğası gereği, kapitalist sömürünün doğası gereği, yaratılan, yaratılmak istenenin tam tersine dönüşmüştür.
ÜRETİMDEN GELEN GÜÇ
Küreselleşen günümüzde de bu sarsıntı hangi dinden, hangi ulustan, hangi kültürden gelirse gelsin işçi sınıfının dünyayı kendi açısından yorumlamasını ve ortaklıklarını din ya da ulus değil, uluslararası sınıfsal bağlarıyla yapmasını getirebilir.
Bu son gelişmelerin en önemli sonucu da, işçilerin, emekçilerin, dinleri, ulusları, kültürleri ne olursa olsun, işteki, üretimdeki gerçek güçlerinin dünyadaki patronları her yerde korkudan tiril tiril titrettiğini bir kez daha açıkca ispatladığıdır.