Programda ilk göze çarpan emekçilerin, kamu çalışanlarının, yoksul halk kesimlerinin beklentilerine yönelik somut öneri ve çözümlerin ortaya konmamasıdır. Buna karşılık kimi temel sorunlar karşısında açık biçimde sermayenin çıkarları doğrultusunda adımlar atılacağı belirtilmektedir. Örneğin, AKP’yi iktidara taşıyan en önemli faktörler arasında yer alan işsizlik sorununun nasıl çözüleceği belirsizdir. Bu konudaki tek somut hedef konut ve “duble […]
Programda ilk göze çarpan emekçilerin, kamu çalışanlarının, yoksul halk kesimlerinin beklentilerine yönelik somut öneri ve çözümlerin ortaya konmamasıdır. Buna karşılık kimi temel sorunlar karşısında açık biçimde sermayenin çıkarları doğrultusunda adımlar atılacağı belirtilmektedir.
Örneğin, AKP’yi iktidara taşıyan en önemli faktörler arasında yer alan işsizlik sorununun nasıl çözüleceği belirsizdir. Bu konudaki tek somut hedef konut ve “duble yol” hamlesiyle inşaat sektörünün canlandırılmasıdır. Bu tip “kamu işleri” kriz yaşayan ülkelerde de gündeme getirilmektedir ama istihdama kalıcı etkisi sınırlıdır ve yaratılan istihdam da esasen düşük nitelikli, düşük ücretli istihdamdır. Gelir dağılımındaki çarpıklığın giderilmesi, yoksulluğun önlenmesi konularında da genel geçer ifadelerin dışında çözüm adına hiçbir şey ortaya konmamıştır.
Ekonominin genel durumu hakkında ise egemen yeni liberal yaklaşımın ve IMF Programı’na bağlılığın tekrarından öte bir şey bulmak mümkün değildir. Oysa IMF Programı’nın kendisi sorgulanmadan ve değiştirilmeden, varolan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması mümkün değildir. Hükümet IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde faiz dışı fazla hedefi olarak ilan edilen yüzde 6.5 oranının korunacağını ifade etmektedir. Bu fazlanın elde edilebilmesi ya gelir artışı sağlanmasına ya da kamu hizmetlerinin tümüyle durdurulmasına bağlıdır.
Gelir artışının olmayacağı açıktır. Aksine programda sermayeye dönük olarak önemli oranda vergi kolaylıkları sağlanması, teşvik sisteminin yaygınlaştırılması gibi gelirleri azaltan bir uygulama öngörülmektedir. Dolayısıyla vergi gelirlerinde bir azalma olacaktır, ortaya çıkacak farkı kapatmanın tek yolu ise dolaylı vergilerle toplumun sırtına daha fazla yüklenmekten başka bir şey değildir. Nitekim deprem vergilerinin uzatılacağı belirtilmektedir. Bu durumda çare kamu hizmetlerinin daha da küçültülmesi olacaktır.
Hükümet sosyal kesimler arasında net bir ayrım yapmakta; sermaye için vergi indirimlerini, hatta kayıt dışı ekonomiyi besleyecek mali miladın kaldırılmasını en acil iş olarak görmekte, buna karşılık çalışan kesimlerin vergi yüklerinin kademeli olarak indirileceğini belirtmektedir.
En çok iddialı olunan alanlar arasında yer alan hak ve özgürlükler konusunda ise genel ifadeler, evrensel ilkeler sıralanmakta; uygulamada nelerin yapılacağı ise açıkta bırakılmaktadır. Örneğin, seçimler ve siyasi partiler yasalarında değişiklik yapılacağı belirtilmekte ama yasaklar ve kısıtlamalarla örgütlenme özgürlüğü ellerinden alınmış emekçiler için ne yapılacağından söz edilmemektedir.
Özelleştirme konusundaki yaklaşım ise gerek çalışanlar gerekse ekonomik dengeler bakımından tehlike taşımaktadır. Özelleştirme uygulamasının sonuçları işsizliğin artması, üretimin daralması, tekelleşme ve fiyat artışları biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlar yoksulluğu ve işsizliği önleyeceğini belirten bir programla çelişkilidir.
Çalışma yaşamına ilişkin olarak programda yer alan tek paragraf bir iyi niyet temennisi olmaktan öte geçememektedir. Çalışma barışı, sosyal tarafların katılımı gibi dileklerin somut ifadesi olarak yalnızca Ekonomik ve Sosyal Konseyin işletileceği, bunların bölgesel ve yerel ayaklarının oluşturulacağı belirtilmektedir. Bunun dışında tek bir satıra rastlamak mümkün değildir.
Gerek seçim bildirisinde ve gerekse acil eylem programında yer almayan bir konu “İş Kanunu” değişikliği, Hükümet programına, Ticaret Kanunu ve İcra İflas Kanunu ile birlikte değiştirilmesi gereken düzenlemeler olarak getirilmiştir. İş Yasasının bu yasalarla birlikte anılması bile Hükümetin konuya hangi açıdan baktığını anlamak için yeterlidir.
Devletin temel hizmetleri arasında yer alan eğitim ve sağlık alanlarında getirilmek istenilen yaklaşım da endişelere yol açacak niteliktedir. Özellikle eğitim alanında “özel teşebbüs”ün payının artırılacağını ve destekleneceğini belirten Hükümetin 15 milyon yoksul insan için imkan ve fırsat eşitliğini nasıl sağlayacağı belirsizdir. Sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki öneriler, örneğin genel sağlık sigortası, sağlık ve sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması gibi yaklaşımlar kuşku doğurmakta; bu alanda tasarruf adına büyük yanlışlara düşüleceği, daha ağır bedellerin ödeneceği ihtimali belirmektedir.
Programda dış ilişkiler alanında bazı ayrıntılara girilmekle birlikte, bölge barışı konusunda, özellikle Irak’a yapılması düşünülen saldırı hakkında doğrudan tek bir kelime bile yoktur. Oysa yakın savaş tehlikesi üzerinden atlanamayacak önemdedir ve hükümetin bu konuda net bir tavrının olması gerekir.
58. Hükümet programı, Anayasal ve hukuk reformu gibi konularda bazı yönleriyle olumlu mesajlar vermekle birlikte, sınıfsal açıdan bakıldığında sermayenin, özellikle AKP’nin toplumsal zeminini oluşturan küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerinin çıkarlarına doğrudan hitap eden bir yaklaşım içindedir.
Yoksullar ve emekçiler, AKP’nin siyasi ve ideolojik geri planın tipik bir uzantısı olarak, imkanlar ölçüsünde yardım edilmesi gereken unsurlar, bu şekilde minnettarlıkları kazanılacak bendeler olarak görülmektedir. Yoksulluğu önleme adına yalnızca yardım sağlanacağının belirtilmesi, yoksulluğun kaynağının yolsuzluk olduğunun söylenmesi soruna salt ahlaki bir boyutta yaklaştıklarının açık kanıtlarıdır.
Bu noktada bu yaklaşımın Dünya Bankası ve IMF’nin genel yaklaşımıyla uyum içinde olduğunu belirtmek gerekir. Sosyal devlet uygulamalarının yavaş yavaş devreden çıkarıldığı bugünkü koşullarda, yoksulluğun ve işsizliğin yarattığı risklere karşı “yurttaşlara eşit ve genel olarak uygulanan sosyal haklar” yerine “belirli hedef gruplara yönelik sosyal yardım” uygulamaları öne çıkarılmaktadır.
Burada iş, konut, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, haberleşme, ulaşım, örgütlenme, toplu pazarlık vb. gibi temel sosyal hakları yurttaşlara sağlamayı devletin öncelikli görevleri arasında görmeyen, bu konuların piyasa işleyişi içinde kendiliğinden düzenleneceğini öngören, buna karşılık ortaya çıkacak eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar da risk oluşturma potansiyeli taşıdığından, genel ve herkese uygulanabilir haklar yerine hedef kitle odaklı sosyal yardım sağlama yaklaşımıyla karşı karşıyayız.
Bu yaklaşımın, toplumu farklı çıkarlara sahip sınıfların oluşturduğu çelişkili bir yapı yerine, zenginlik ve fakirliğin yan yana olmasının doğal kabul edildiği, çarenin zenginlerin fakirlere yardım etmesiyle bulunacağını savunan ümmetçi toplum anlayışıyla uyuşması garipsenmemelidir.