Fatsa o gün devrimci hareketin yarattığı bir değerdi. Sur da bugün, yaratanlar açısından aynı öneme sahip. Buradaki fark, Devrimci Yol kendi yarattığı değerin devamlılığını sağlayamadı; Sur ise direniyor Devrimci Hareket dergisi internet sitesinde, benim “Fatsa sadece Fatsa değildi; Suriçi de sadece Suriçi değildir” başlıklı yazıma, “Cehaletin böylesi Sur’a zarar Fatsa’ya da” başlıklı bir yazıyla yanıt […]
Fatsa o gün devrimci hareketin yarattığı bir değerdi. Sur da bugün, yaratanlar açısından aynı öneme sahip. Buradaki fark, Devrimci Yol kendi yarattığı değerin devamlılığını sağlayamadı; Sur ise direniyor
Devrimci Hareket dergisi internet sitesinde, benim “Fatsa sadece Fatsa değildi; Suriçi de sadece Suriçi değildir” başlıklı yazıma, “Cehaletin böylesi Sur’a zarar Fatsa’ya da” başlıklı bir yazıyla yanıt verilmiş. Site yazarı bununla da yetinmemiş, yazısında 10 Ekim Ankara Katliamı’ndan sonra kaleme aldığım “Ölülerimizi burada bırakıp nereye gidelim” başlıklı yazımı da hatırlatarak, “akıl ve yürek çarpılmasına” uğradığım tespitinde bulunmuş. İki konudaki yazdıklarım yan yana getirildiğinde ruh halime dair psikiyatr edasıyla teşhis konulmuş: Cahil ve şımarığım.
Fatsa’ya yakın, Sur’a uzak duran, Fatsa’ya methiye düzüp Sur’u nasıl olumsuzlarım derdini kendine dert eden solculara karşı yazdığım bir yazıdan yola çıkarak, Fatsa tartışması açmaya kalkışarak yazının asıl amacını görmezden gelmek ancak, “Fatsa’ya yakın, Sur’a uzak” duruşun getirdiği mahcubiyetle açıklanabilir.
Niye cahil olduğuma bakalım önce. Anladığım kadarıyla Fatsa ile Sur arasında benzerlikten söz ettiğim için cahilim. Çünkü vakti zamanındaki Fatsa’nın, bugünkü Sur gibi “özyönetim” deneyimi olduğunu yazmışım.
Keşke yazmayıp doğrudan alıntılarla işi halletseydim. Dolayısıyla da site yazarının muhatabı ben değil, Devrimci Yol savunmasını kaleme alanlar olurdu. Böyle dedim ama site yazarının şu sıralar böyle bir işe kalkışmayacağını bilmem lazımdı!
Bakın Devrimci Yol Ana Davası savunmasında Fatsa nasıl anlatılıyor:
Fatsa’da gerçek bir demokrasinin, gerçek bir halk yönetiminin çekirdekleri atılmış, halk binlerce yıldır kendilerini yönettiğini söyleyen sömürücülere-asalaklara ihtiyacı bulunmadığını, kendi kendisini pekala daha iyi yöneteceğini fark etmeye başlamıştı. Bu küçük ilçe halkının kendi elleriyle yarattıkları güzellikler öylesine etkileyiciydi ki…
PKK liderlerinden Duran Kalkan kendisiyle yapılan röportajda “özyönetim”le ilgili olarak şunları söylemiş:
O halde bizde sorunlarımızı çözecek meclislerimizi oluştururuz. Özyönetimlerimizi çıkartır ve kendi sorunlarımızı çözeriz.
Cahil olabilirim, sakıncası yok. Ancak Fatsa’yı doğuran koşullar ve Fatsa’nın arkasındaki politik irade ile Sur’u yaratan koşullar ve arkasındaki politik iradenin farklı olduğunu söylemeye hacet duymam. Bu okuyanın aklıyla dalga geçmektir. Site yazarı da bunu düşünebilseydi fena olmazdı.
Kaldı ki yazımda, “Bildiğim, bu toprakların ilk özyönetim deneyiminin Fatsa’da gerçekleştiğidir. Bu, Fatsa’yla Sur’un benzerliğidir. Fatsa yenilmiştir, ‘Suriçi’ direnmektedir. Bu da Fatsa’yla Sur’un farkıdır” demekle yetinmiş, Fatsa ve Sur deneyimlerinin özüne dair kelam etmemiştim.
Anlaşılması açısından tekrar edeyim. Fatsa o gün devrimci hareketin yarattığı bir değerdi. Sur da bugün, yaratanlar açısından aynı öneme sahip. Buradaki fark, Devrimci Yol kendi yarattığı değerin devamlılığını sağlayamadı; Sur ise direniyor.
Konu bu kadar açık ve nettir.
1970’li yılların ikinci yarısında yükselen antifaşist halk direnişinin simge yerlerindendi Fatsa. 12 Eylülcüler, devrimci hareketin askeri darbeye karşı vereceği tepkiyi Fatsa’ya saldırarak test etmiş, ne yazık ki test, kendileri açısından olumlu sonuç vermişti.
Şu bir varsayım mıdır, hiç sanmam: Fatsa’da, yaratılan algıya uygun bir direniş sergilenseydi, tarih farklı yazılacaktı.
İddia edilen nedir, site yazısından anlayabilmiş değilim.
Fatsa yenilmemiş midir? Nokta Operasyonu ve devamındaki 12 Eylül operasyonları başarılı olmamış mıdır?
Birbirimizi kandırmayalım arkadaşlar. Şu veya bu nedenle Fatsa direnmemiştir. Fatsalı devrimciler kenti terk ederek kırsal alana çekilmiştir. Devamında 12 Eylül’ün devreye soktuğu aygıtlar karşısında kırdaki direniş de nihayete ermiştir. Bu zaman zarfında devrimci hareket çok sayıda insanını yitirmiştir.
Yine alıntı yapayım da, site yazarı kime ne diyecekse desin!
Oğuzhan Müftüoğlu, “Bitmeyen Yolculuk” kitabında Nokta Operasyonu’nu söyle anlatıyor:
İstanbul’da ‘Nokta Operasyonu’ için askeri sevkiyatı ve kuşatmayı haber aldığımız zaman, ne yapmalıyız meselesini yeniden konuştuk. Sedat (Göçmen), Karadeniz’deki arkadaşların kıra çekilme kararı ve askerin ilçeye girişini engellememe görüşünde olduklarını anlattı. O şekilde karar almışlar. (…) Hayır diyebilirdik belki. Ama öyle bir şey söylemedik. Bizim kararımız da bu doğrultuda oldu. Bölgedeki arkadaşların, tabii Fikri (Sönmez) ile birlikte aldıkları karara karşı bizim farklı bir karar dikte etmemiz doğru olmazdı.
Aynı konuda “Fırtınalı Denizin Yolcuları” kitabında Sedat Göçmen ise şu ifadeleri kullanmış:
Bazı sol gruplar, Devrimci Yol’un Fatsa’da direnmediğini, direnemediğini söyler. Karadan, havadan ve denizden kuşatılmış bir Fatsa’da onların ifade ettiği türden bir direniş, katliam nedeni olurdu ve biz buna fırsat tanımadık. En az kayıpla bu saldırıyı atlatmaya çalıştık.
Şimdi bugünden geriye bakarak, insanların hayatı üzerinden ahkam kesmek çok ahlaki değil ancak hatırlatılmalıdır ki sadece Devrimci Yol değil, bütün devrimci hareketler 12 Eylül’de büyük kayıplar verdi. Fatsa’daki “az kayıp”, Fatsalı devrimcileri de içerecek şekilde büyük kayıplara yol açtı.
Şimdi bir hatırlatma daha yapalım ki Fatsa ile Sur’un benzerliklerinden sonra farklılığı da anlaşılır olsun. Sur tıpkı Fatsa gibi denizden olmasa da karadan ve havadan kuşatılmış durumda; büyük kayıplara rağmen yarattığına sahip çıkıyor.
Bu “şımarıklık” devam ederse canımız daha yanar
Sanırım “şımarıklık” konusu 10 Ekim Katliamı sonrası kaleme aldığım yazıda site yazarının söz ettiği, “O kanlı meydanda bulunan devrimcileri, yaralılara yardım vb. konularda önem sırasına sokmam”dan kaynaklı.
Site yazarının anlaması açısından 10 Ekim yazısındaki vurguyu bir kez daha tekrarlamakta fayda bulunuyor.
Kim alınırsa alınsın, kim ne sonuç çıkarırsa çıkarsın; Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç katliamlarından, HDP bürolarına yapılan saldırılardan sonra, seçime 20 gün kala ve AKP-seçim ilişkisi üzerine yapılan onlarca değerlendirmeye ve IŞİD gerçeğine rağmen, öyle bir mitingi düzenlemek, karar verildikten sonra en küçük bir güvenlik önlemi almamak, “alalım” diyenleri susturmak, derecesi ve şekli ne olursa olsun mitinge bir saldırı olabileceği öngörüsünde bulunmamak, öngörü olmadığı için saldırı anı ve sonrasına dair herhangi bir plan yapma gereği duymamak kelimenin tam anlamıyla halt etmektir. Ve bu halt edilmiştir.
İşin vahametinin farkında değiliz sanıyorum. Katliamın politik sonuçları bir tarafa, yüz arkadaşımızı katlettiler; onlarca arkadaşımız yaralandı.
Bir Allahın kulu da çıkıp özür dilemedi; mitingin düzenleyicisi olmadığı halde bir tek Selahattin Demirtaş özür diledi.
Saflarımızı fena halde etkisi altına alan bireysellik (bunu liberal eğilim diye de okuyabiliriz) böyle bir şey sanıyorum: “Ben de oradaydım, yaralı taşıdım”, “Doktorum, yaralılara müdahale ettim”, “Birey olarak incindim” falan.
Bu ruh halini geçemezsek, daha çok öleceğimizin bilinmesi gerekir. Evet, site yazarının dediği doğru. Yalnızca dediği gibi katliam alanında kalan devrimcileri sıralamadım ama haklarını teslim ettim. Çünkü bu hak teslimi, örgütlü mücadeleye, devrimcilerin sorumluluklarına ve ülke gerçeğine yapılan vurgudan ibaretti. Tek tek bireylerin üzülmesi, canının yanması, canhıraş koşturmasını yok saymak değil.
Turuncu önlüklü gençlerin katliamdan sonra alanda hakimiyet kurması, polisle cebelleşmeden yaralıları taşımaya kadar, alandaki işleri kotarmaya çalışması, asgari örgütlü hali gösteriyordu ki, Halkevleri kortejinde yüzlerce genç kortej güvenliğini almak üzere görevlendirilmişti. Alandan görüntü veren TV’lerin ekranlarında çok sayıda turuncu önlüklü genç görünmesinin nedeni buydu. Keşke miting düzenleyicileri o gençlerin toplanma alanında önlem almasını isteseydi; keşke.
Birbirimizi bir konuda daha kandırmayalım. Diğer illeri bilmem ama Ankara’da en küçük ortak basın açıklamasından ortak büyük mitinglere kadar hemen her etkinliğin öncesinde tek belirleyici olan siyasi iradenin öngörüsüzlüğü ve patlamadan sonra alanı terk etmesi üzerine bir çift söz söyleyemeyeceksek, yıkılsın bu ortaklık!
Yüz arkadaşımız öldü. Yüz eve ateş düştü. Biz hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz. Örnek mi? Örnek o kadar çok ki. İşin tuhafı, asgari düzeyde önlem alınmasını ısrarla savunan ve bunu hayata geçirmeye çalışanların hakir görülmesi. Demek değişen bir şey yok; egemen sol anlayış belirleyici olduğu sürece de değişen bir şey olmayacak.
Demek devrimcileri “sıralamaya soktum”. Büyük bir acıyla karşı karşıya bırakılan solu polemik konusu yaptım.
Bildiğim kadarıyla site, Devrimci Yol geleneğindendir. O halde, Devrimci Yol dergisinin 1 Mayıs 1977 katliamından sonra, 15 Mayıs 1977 tarihli 2. sayısında yer alan ve daha önce başka bir yazı vesilesiyle aktardığım bölümü bir kez de buraya alayım:
Şimdi, Bir Mayıs katliamının, kanlı faşist terörün ve diğer faşist saldırı ve cinayetlerin yaratabileceği teslimiyet ve yılgınlık eğilimlerine karşı mücadele edilmelidir. Şehitlerimizin mücadele anılarından alacağımız bir taze hınç ve inançla, emekçi yığınlara yeniden faşizme karşı devrimci mücadele azmini taşımalıyız. Bir Mayıs üzerine yürütülen faşist demagojiyi kitleler içinde geçersiz hale getirmeliyiz. Provokasyona alet olan Marksizm dışı akımları ağır tarihi sorumlulukları ile teşhir etmeli, olay karşısında oligarşinin dilini kullanan ve onların tavrını takınan sözde solcuları mahkum etmeliyiz.
Yaşadığımız günler bu oranda net olmayı gerektirmektedir. Devrimci Yol, egemenlerin katliam yapmak için ihtiyaç duyduğu provokasyona alet olan solcuların yakasına yapışmıştır.
Biz birbirimizin yakasına yapışmaz ve aynı zamanda gereğini yerine getirmezsek, canımız daha çok yanacaktır.
Küçük iktidarlarımızı sağlamlaştırmak, yapıştığımız koltukları bırakmamak, en küçük muhalif sese tahammül edememek, eleştirileri bastırmak… Tercihimiz buysa ki böyle olduğu anlaşılıyor, yıkılsın bu düzen!
Başlık Devrimci Yol davasında Melih Pekdemir’in son sözlerinden alıntıdır. Pekdemir, “Devrimci Yol güzellemesi” kavramını, felsefi anlamda kullanmıştır. Ancak bu kullanımın anlaşılmadığı görülmektedir. Site yazarı, hemen her anını ezbere bildiğimiz Fatsa ile ilgili gerçeklikten uzak “güzelleme” yapmaktadır.
Tekrar ederek yazıyı sonlandırayım: Fatsa yenildiği için 12 Eylül başarılı olmuştur. Sur henüz teslim olmadığı için sonrasına ilişkin varsayımda bulunmak yanlış olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.