Üyesi bulunduğum Halkevleri 2015 seçimlerinde HDP’yi destekleyeceğini beyan etti. Halkevleri tarihinde ilk oluyor bu. İlk kez bir parti işaret ediliyor. Bunun ne anlama geldiği, etkisinin ne olacağı ayrı konulardır ancak en azından bu tavrın, Halkevleri’nin CHP’nin “arka bahçesi” olduğu, her seçimde CHP’ye çalıştığı, “damarlarında ulusalcı kan dolaştığı”, “Kürt düşmanlığı” yaptığı yönündeki teraneleri bıkıp usanmadan dile […]
Üyesi bulunduğum Halkevleri 2015 seçimlerinde HDP’yi destekleyeceğini beyan etti. Halkevleri tarihinde ilk oluyor bu. İlk kez bir parti işaret ediliyor. Bunun ne anlama geldiği, etkisinin ne olacağı ayrı konulardır ancak en azından bu tavrın, Halkevleri’nin CHP’nin “arka bahçesi” olduğu, her seçimde CHP’ye çalıştığı, “damarlarında ulusalcı kan dolaştığı”, “Kürt düşmanlığı” yaptığı yönündeki teraneleri bıkıp usanmadan dile getiren andaval liberalleri, bir de sosyalistleri “faşist” ilan etmekte beis görmeyen cahilleri boşa düşürmesi bile başlı başına faydalıdır.
Kaldı ki ortada düpedüz hiç de adil olmayan bir durum söz konusudur. İslamcısından liberaline, solcusundan sağcısına her türden Kürt siyasetçiye listelerinde yer veren HDP’lilerin ya da aynı şekilde bileşenleri arasında CHP milletvekillerinin de olduğu BHH’nin kimi taraftarlarının, GYK’sındaki CHP’li vekillere bakıp Halkevleri’ni CHP’nin arka bahçesi ilan etmesi, malum, bir başka söze hacet bırakmayacak oranda abesle iştigal etmek demektir.
Ne Halkevleri 1932’lerin Halkevleri’dir ne de Türkiye o yılların ülkesidir. Bunun bile ayırdına varmadan, “zaten Halkevleri’ni Atatürk kurdu, ulusalcılığı oradan geliyor” diye söze başlayanların ya da tam tersi “Atatürk’ün kurduğu Halkevleri nasıl olur da HDP’yi destekler” diyenlerin, en kibar ifade ile izan sorununda ortaklaştıklarını ifade ederek, Halkevleri’ni en doğru ve eksiksiz biçimde, CNNtürk’te Ahmet Hakan’ın konuğu AKP’li bir yandaşın, “Ben gördüm, Gezi eylemlerinde Ankara’da en büyük eylemleri bunlar yaptı, yaktılar, yıktılar” sözleriyle tanımladığını hatırlatıp asıl mevzuya dönelim.
Asıl mevzu şudur: Gezi İsyanı’nın önemli bileşenlerinden, isyanın militan yönünün simgelerinden, yine isyanın kent merkezlerindeki etkisinin azalmasıyla birlikte mahallelere kaymasını ve Tuzluçayır’da, Dikmen’de, Armutlu’daki direnişlerle yaz aylarına yayılmasını sağlayan, Gezi İsyanı’na “devrimin üç ayı” denilmesine vesile olan Halkevleri’nin ilk kez ve ikirciksiz bir tavırla halkı HDP’yi desteklemeye çağırması, üzerine söz söylemeyi gerektirmektedir.
Sözümüz şudur: “Emir büyük yerdendir” ve dolayısıyla gereğini yapmakta tereddüt göstermeyiz. Nihayetinde istenen “basit” bir oydur. Bu “basit” oyun yol açacağı olumlu sayılabilecek sonuçları bugünden kestirmek mümkündür. Halkevleri’nin seçimlere dair metni, bu sonuçların ortaya çıkması doğrultusundaki çabaların politik izahından ibarettir.
Kaldı ki, “vahim bir durumla karşı karşıya kalır mıyız” şeklindeki kaygı, seçim denen garabetin nihayetinde taktiksel bir hamle sayılabileceğine dair gerçekle birlikte, yakın ve yakıcı tehlikenin bertaraf edilmesi, olmadı zayıflatılması gibi bir sonuca yol açma ihtimali taşıması nedeniyle hafifleyecektir.
Kaygıları hafifletecek bir haber, 12 Mart günlü Birgün gazetesinde Sebahat Karakoyun imzasıyla ve “HDP senet hazırlıyor” başlığı ile yayımlandı. Habere göre, HDP başkanlık sistemine ve AKP ile koalisyona karşı olacağına dair senet imzalayacak. Elbette her insan ideolojik-politik duruşuna göre tercih kullanır, seçim vaatleriyle de hem tercihini pekiştirir hem de bunu başkalarını ikna için kullanır.
2015 seçimlerinin temel hedefi Erdoğan’ın hevesini kursağında bırakmaktır. “400 vekil” hedefinden, bırakalım Anayasa değişikliğini, belki de tek başına iktidar bile olamayacak seviyeye inmesi bilinir ki AKP için sonun başlangıcı olacaktır.
Varsa bir olanağı, bir yolu, bir oluru; sonun başlangıcını hazırlayalım. Sokağı teslim alamayan AKP’yi, sandıkta da hayal kırıklığına uğratalım.
İki olasılıkla karşı karşıya bulunuyoruz. İlki HDP’nin barajı aşması ile AKP’nin hayal kırıklığı yaşayacak olması diğeri ise AKP ile HDP’nin anlaştığı, Anayasa değişikliği ile ilgili çoktan işi pişirdikleri, koalisyon ortaklığı yapacaklarıdır.
İlki tartışmasız gerçektir. HDP barajı aşamaz ve diğer partiler aşağı yukarı aynı oyu alırsa AKP seçimden güçlenerek çıkacak, korkulan olacaktır. Hukuk dışı bir şekilde yarı başkanlıkla yönetilen Türkiye başkanlık sistemine güle oynaya geçecektir.
İkinci durum ise varsayımdan ibarettir, yorumdur. AKP-HDP ortaklığı ihtimal dahilinde olsa bile, adı üstünde ihtimaldir, kesinliği yoktur ve olsa bile nasıl olacağı belli değildir. Biz “diğerleri” açısından da değişen bir şey olmayacağı açıktır. Halkevleri metni bir bakıma bunun habercisidir. Metinde, 7 Haziran’a abartılı bir misyon biçilmemiş, sandığı değil sokağı önemseyen tarzın devamına yapılan ısrarlı vurgu, içimizi rahatlatmıştır.
Şu noktaları atlamamalıyız: Sandık başına gitmeyecekler dışında, CHP-HDP arasında kararsızlık yaşayanlar yok değil. Her iki partinin de bize uzak ve yakın gelen yönleri olduğu gibi, olası adaylar bazında da içimize sinmeyen ya da “işte tam isabet” diyeceğimiz insanlar da mevcut. Faik Bulut’a kim itiraz edebilir ya da Aylin Nazlıaka’ya.
İnce ince hesap kitap yapmaya gerek yok. Bakkal hesabı bize yeter. Alacak-verecek haneleri kargacık burgacık olmasın, ne alıp ne vereceğimizi bilelim, bilançodan memnun kalalım, daha ne isteriz.
Denebilir ki bu seçime, ince hesap yapılmaya hacet gerektirmeyecek kadar sahici bir sorunla gidiyoruz: Tek adam diktatörlüğü.
İnce hesap yapmaya kalksak, değil birkaç beyaz sayfa, sendika.org’un “külliyatı” yetersiz kalır. Biliyoruz elbette, Kürt hareketinin İslamcı tehlikenin varacağı boyutu sonradan fark ettiğini. Gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadelede güven telakki etmedikleri de ortada. Hâlâ kulaklarımızda Kürt hareketi temsilcilerinin Gezi İsyanı ile ilgili söyledikleri. 4+4+4 gerici eğitim düzenlemesine oy veren Kürt milletvekillerini unutmadık henüz. “Sosyalistler bizi affetsin, bu fırsatı kaçırmayız” sözleri kulaklarımızdan silinmedi daha. Öcalan’ın MİT başkanına güven beyan etmesini de, “Erdoğan’ın başkanlığına itiraz etmeyiz” dediğini de okuduk. Demirtaş’ın, Erdoğan’ı ayakta alkışladığını gözlerimizle gördük, yapılan açıklamadan ikna da olmadık. Şimdi elbirliğiyle devirelim dediğimiz AKP iktidarının, “koruma altına alındığı” bile söylendi. Şeyh Sait güzellemeleri, “Medine Sözleşmesi” atıfları, “Kutlu Doğum Haftası” kutlamaları, İslam konferansları, “gerçek İslam bu değil”, “hayatımın tek referansı Kur’andır”, “solcu değilim, Müslümanım, laik değilim, laikliğe karşıyım”, “evet, sol-sosyalistler olmalı ama toplumun ekseriyeti hala dindar”, “Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” nidalarını duymazlıktan gelmek mümkün değil.
Kulaklarımız duydu, gözlerimiz gördü, ruhumuz yaralandı.
Şimdi devrimcilikten, militanlıktan, siyaset tarzımız ve dilimizden, gericiliğe, ırkçılığa, emperyalizme aman vermeyen çizgimizden bir an olsun sapmadan sandık başına gidip, “HDP’ye gereğinden fazla anlam yüklemeden” oy kullanacağız. Tarihsel sorumluluk böyle gerektiriyor; bu, zor bir tercih olsa bile tavırsızlıktan, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.
Ne diyelim; Allah utandırmasın!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.