Efendim bilen bilir, 2006 yılında Bobby Henderson isimli bir aklı evvel Amerika’daki okullarda evrim teorisi yerine ”bilinçli tasarım” teorisinin öğretilmesine tepki olarak kendini peygamber ilan edip Uçan Spagetti Canavarı İncili’ni yazar ve Pastafaryanizm dinini başlatır. Pastafaryanizm, pasta (ingilizcede makarna demektir) ve rastafaryanizm (bkz. Jamaika dini inanışı) kelimelerinin birleştirilmesinden oluşur, yani makarna inanışı gibi bir anlam […]
Efendim bilen bilir, 2006 yılında Bobby Henderson isimli bir aklı evvel Amerika’daki okullarda evrim teorisi yerine ”bilinçli tasarım” teorisinin öğretilmesine tepki olarak kendini peygamber ilan edip Uçan Spagetti Canavarı İncili’ni yazar ve Pastafaryanizm dinini başlatır. Pastafaryanizm, pasta (ingilizcede makarna demektir) ve rastafaryanizm (bkz. Jamaika dini inanışı) kelimelerinin birleştirilmesinden oluşur, yani makarna inanışı gibi bir anlam çıkarılabilir.
Bu yeni din bir anda internette fenomen haline gelir ve sosyal medyanın da gelişmesiyle iyiden iyiye yayılmaya başlar. O kadar ki Facebook din kısmına Pastafaryanizm’i de eklemek zorunda kalır zira Pastafaryanizm Amerikan yasalarına göre ”resmi” bir din, Henderson resmen bir peygamber, Uçan Spagetti Canavarı İncili kutsal bir kitap, Henderson’ın evi de bir kilisedir. Çünkü ”özgürlükçü” Amerikan yasaları böyle garip garip dinleri de resmen tanıyabilmektedir. Aslında Pastafaryanizm’e gelene kadar Amerika başka başka dinler de vardır (bkz. Jedi-ism Kilisesi). Hatta tek müridi rahibin kendisi olan Hristiyanlık uzantısı mezhepler filan bile vardır. Tek kişilik, ama yasalarca tanınan, bir din yani.
Takipçileri giderek artan Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi’nin fenomen olmasındaki bir etken de evrim teorisine karşı olan köktendincilere karşı bir sembol olmasıdır. Pastafaryanizm’in yanı sıra ”Peçete Dini (Napkin Religion)” vs.. gibi alternatif dinler çıksa da popülerlik açısından daha arka planda kalmışlardır. Zamanla pek çok ateist, deist ve agnostik insan kendini, büyük ölçüde geyik yaparak, Pastafaryan olarak tanımlamıştır.
Pastafaryanizm’in ”R’Amen”, ”Pastover” ve ”Ramedan” gibi, henüz resmi tatil ilan edilmeyen, dini tatilleri de vardır. Pastafaryan cennetinde ağzından bira fışkıran bir yanardağ ve striptizciler varken, cehenneme gidenleri sadece iki ufak farkla benzer bir ortam beklemektedir: bayat bira ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları olan striptizciler.
Bir çok kişi Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi’nin, internetteki diğer saçma sapan ama komik şeyler gibi, tamamen geyik bir şey olduğunu zannetmektedir. Fakat işin aslı hiç de öyle değildir.
Önce bir girizgah…
Efendim ortalama Amerikan vatandaşı bu yeryüzünün görmüş görebileceği en bireyci insan olmaya en büyük adaydır. Tabi genetik olarak değil; sistemin ve rejimin, eğitim, medya gibi ideolojik beyin yıkama aparatlarını kullanarak kendi bireyini yaratması sonucu böyle olmuştur, maalesef. İşte bu Amerikan insanı kendi doğal ortamında hep kendine Hristiyan’dır. Faydacıdır, çıkarcıdır, piyasacıdır… Dini dolar ve imanı tüketimdir… En büyük zenginliklerin olduğu bu ülke aynı zamanda en çok evsize de ev sahipliği (!!!) yapar. Patlayan emlak balonunun ardından bankaların elinde 13 milyon boş ve değersiz ev kalmışken sokaklarda yaklaşık 10 milyon evsiz insan bir kış günü dondurucu soğukta ölmeyi beklemektedir. Bu evsiz insanların çoğunun bir ailesi vardır fakat işte bu ”bireysel” ve faydacı düşünce insanların vicdanını o kadar köreltmiştir ki insan bir nedenden ötürü işsiz ve evsiz kalmış çoluğuna çocuğuna bakmayı bile sosyal/ailesel bir sorumluluk olarak görmez. Herkes kendi serbest tercihleriyle yaşar; hata yaparsa vebali kendi boynunadır, hata yapan kişi çocuğunuz dahi olsa. Her yer huzurevi ve bakım evi doludur. Herşeyin bir piyasası, her sosyal ilişkinin bir fiyat etiketi vardır. Arkadaşlıklar, dostluklar, sevgiler tamamen piyasalaşmıştır.
Misal..
Amerika’daki ortalama eğitim standartı çok düşük olduğu için Amerikalı öğrencilerin dünyadan haberi yoktur. Özel eğitim sistemi sağolsun ortalamada ne doğru dürüst matematik bilirler, ne coğrafya, ne anadilleri olan ingilizceyi… Skandal derecede bilgisizdirler; başıma gelen örnekleri bir duysanız inanmakta güçlük çekersiniz. Fakat parayı veren düdüğü çaldığından üniversite mezunu olurlar. Ben de doktoranın ilk yılındayken sınıftaki Amerikalıların haline üzüldüğüm için dedim ki gelin her Cuma tahtada ben size o haftanın konularını adım adım anlatayım. Yoksa kalacaklar yani, türev almasını bilmiyorlar. Bunlar bir şaşırdılar, bir şaşırdılar. Nasıl yani her hafta bize ders mi vereceksin?! Evet… Bedava mı?! Evet, ne olcak, lisanstayken de böyle yapardık biz Türkiye’de, bilen biri bilmeyenlere anlatırdı. Yani bunun için bizden para istemiyor musun adamım?! vs..vs.. gibi sorular sordular hep.
Bir başka misal..
”En” yakın arkadaşım. Bir haftalığına evine, Georgia’ya, gidecek ve kedisini bırakacak yer arıyor. Bana geldi ve bir haftalığına kedisine bakmam için direk 100 dolar teklif etti. Yahu dedim saçmalama, para mı veriyorsun bana yani bunun için?! Arkadaşlıklar ne güne!! Türkiye’de millet dışarı çıkarken çocuğunu komşusuna bırakırdı eskiden.
Yani diyeceğim o ki bunlarda sosyal ilişkiler, aile bağları, arkadaşlık ilişkileri vs.. hepsi serbest piyasa. Akılları almıyor bir insan bir insana hayrına bir şey yapsın. Özel ders dediğinin piyasada bir fiyatı vardır. Evcil hayvan bakıcılığının piyasada bir fiyatı vardır. Piyasa koşullarında bu hizmetleri satıp para kazanabilecekken neden en yakın arkadaşına bile bedava yapasın ki?!
(Şimdi tüm bunların Uçan Spagetti Canavarı’yla ne alakası var diye düşünüyorsanız eğer az kaldı bağlıyorum)
İşte bu yüzden Amerika’da kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Herkes piyasa şartlarında kendi başının çaresine bakmakla yükümlüdür. Bunlardan ötürü de Amerika’da ”vergi” kelimesi sanırım Amerikalıların en sevmediği kelimedir. Ödleri kopar vergi verecekler diye. Büyük bir olaydır vergi Amerikalılar için. Normalde vergi vermemek için herşeyi yapacakları için devlet vergiyi önceden fazla fazla alır sonra artan kısmını iade eder; yoksa topla toplayabilirsen. Mesela vergi-doları (tax-dollar) diye bir tabir vardır. Ne tantanasını yaparlar var ya bir görceksiniz. ”Benim vergi dolarımla gidip evsizlere yemek veriyorlar”, ”Ben çalışıp ben kazanıyorum ama benim vergi dolarlarımı tembel fakirler kullanıyor” gibi… Obama, ”Obama-care” dedikleri bu yeni sağlık düzenlemesini yapacağı sıralar 2 milyon Amerikalı ”Bizim vergilerimizle fakirlere bedava sağlık veriliyor”, ”Sosyalist Hain Obama” sloganlarıyla, resmen fakirler ölsün diye sokaklarda yürüdüler. Yani zengin bir Amerikalı’nın 1 dolarının sosyal bir hizmet için harcanması neredeyse dünyanın sonudur. Garibana, fakire, fukaraya acıdıklarından çok acırlar o vergi-dolarına, içleri gider. Amerikalının canını al, vergi-dolarını alma…
Pastafaryanizm madalyonunun diğer yüzü..
Şimdi, bilirsiniz, Amerika’da vergi kaçırmak büyük suç. Fakat yasal yollarla vergi kaçırmanın yöntemleri vardır. Mesela Steve Jobs, Bill Gates gibi vampir kapitalistler şirketlerinde 1 dolar maaşla çalışırlar; çünkü gelir vergisi kurumlar vergisinden yüksektir. Kendine gelir olarak yazdıracağını, kuruma kâr olarak yazar ve daha az vergi verir. Bireysel harcamalarını da şirket üzerinden yapar. Bir de medyada ”Bakın işte ne kadar tamahkar CEO’lar topluma ve insanlığa hizmet için çalışıyorlar, para için değil” gibilerinden marka yönetimi yaparlar.
Dünyanın en zenginlerinden Warren Buffet’ın meşhur ”Sekterimden daha az vergi oranına tabiysem bu işte bir terslik vardır.” minvalinde bir sözü vardır. Amerika’da sadece şirketler değil ortalama aileler bile özel muhasebeci tutarlar. Mevzuatları ve vergiden muaf kalemleri daha iyi bildikleri için ailelere daha az vergi ödemenin yollarını arar, bulur, getirir ve burdan güzel paralar kazanırlar. Yani aile, atıyorum, kendilerine 10000 dolar az vergi verdirecek muhasebeciye 3000-5000 dolar verir.
Vergiden muaf harcamalar arasında eğitim harcamaları, bireysel emeklilik harcamaları, bazı sigorta harcamaları filan vardır. Tabi bu harcamalarınızı şişirerek daha az vergi vermeye çalışabilirsiniz ama eğer teftişlerde yakalanırsanız o zaman hasta la vista baby…
Vergiden muaf kalemlerden biri de ”din”dir. Mesela kiliseler her sene verilen ve gayet yüksek olan emlak vergisinden muaftır. Kilise harcamalarının çoğu vergiden düşülebilir, yani %27 yerine %3 gibi küçük bir orandan vergilendirilir. Sonra, kiliselere yapılan bağışlar da vergiden muaftır vs..
Doğru tahmin ettiniz. Amerika’da bazı vatandaşlar sistemdeki bu boşluktan yararlanmak için kendi dinlerini ya da mezheplerini ilan eder. Evini kilise, kendini de rahip, papaz veya peygamber olarak kaydeder. Evinde, daha doğrusu kilisesinde, yaşadığı için emlak vergisi ödemez. Peki gelir vergisi?! Sonuçta rahiplikte para yok, mutlaka başka bir işte çalışıyor olmalı. Din ve hayır kurumlarına yapılan bağışlar vergiden düşülebildiğinden (%27 yerine %3) papazımız ya da peygamberimiz çalıştığı diğer işten kazandığı bütün parayı kendi kilisesine bağış yapar ve harcamalarını ordan yapar. Böylece gelir vergisinden de yırtmış olur. Tabi bu süreç pürüzsüz bir süreç değil. IRS, Amerikan vergi idaresi, müfettişleri bunlardan nefret eder, açık yakalamak için çok uğraşırlar. Ama bu vergi tezgahını bilen, mevzuatı iyi bilen, kayıtlarını iyi tutan ve kurnaz biriyseniz pekala yasaların etrafından dolaşabilirsiniz.
Mesela benim bir kız arkadaşımın dayısının kendi dini vardı, tek kişilik. Biraz kafadan kontak filan derlerdi. Ben de yerdim, sonuçta kendi dinini ilan etmek için biraz kafadan kontak olmak lazım diye düşünürdüm. Bir keresinde Şükran Günü yemeğine o da gelmişti. Bir peygamberle aynı sofrada yemek yemişliğim var yani. Utah’ta Mormonların da yaşayan bir peygamberi var zaten, Thomas Monson. Yolda yürüyor filan böyle normal takım elbiseli; Walmart’ta alışveriş yaparken ya da trafikte arabasıyla görebiliyorsunuz. Sonra 12 havarisi var, onlar da öyle şehirde takılıyorlar, git muhabbet et filan. 2014’ün Amerikasında manyak manyak işler yani…
Peki neden Pastafaryanizm?!
Efendim sonuçta kendini peygamber ilan ederken ortada belli bir süreç var. Gerekli kurumlara başvurunu yapacaksın. Bir sürü form dolduracaksın. Her dini veya mezhebi tanımayabiliyorlar, ikna edici olman lazım. Bu işlerden anlamıyorsan mevzuatla ilgilenecek bir avukat tutman gerekebilir. Başvuru sürecinde bir sürü maddi masraf çıkabilir. Uğraşacaksın, geleceksin, gideceksin, zaman, enerji ve para harcayacaksın falan fistan.
Ama düşünün ki bir kurum sizin yerinize tüm bu işlemleri hallediyor. Kilisesi hazır, süreci bilen tecrübeli çalışanları, pardon papazları, var. Sizin yapmanız gereken Uçan Spagettti Canavarı Kilisesi’ne gidip kendinizi rahip olarak kaydettirmek. Herhangi bir bilgi birikimi gerekmiyor. Makarnaya ve canavara yürekten inanmanız yeter!!! Sonra gerçek işinizden kazandığınız parayı rahibi olduğunuz kiliseye bağışlayıp vergiden düşebilirsiniz.
Peki Hazret-i Henderson insanlara neden böyle bir hizmet sunsun? Sevap diye değil tabi ki. Bu vergi kaçırma tezgahını yasal ve kurumsal bir zeminde sunmanın bir hizmet bedeli var. O da kiliseye yaptığınız bağışın (maaşınızın) %3’ü. Yani %27 vergi vermek yerine din indiriminden yaralanıp %3 devlete vereceksiniz zaten, onun üzerine de bir %3 de Uçan Spagetti Canavarı kesiyor. Bir nevi aracı kurum. Tabi milyon dolarlar kazanıyorsanız büyük bir meblağ olabilir ama düştüğünüz vergi daha da büyük olacaktır. Din tacirliği diye ben buna derim işte!!
Peki neden bütün herkes bunu yapmıyor?!
Birincisi, çoğu Amerikalı bunun yasadışı olduğunu düşünüyor ve yakalanmaktan korkuyor. İkincisi, bu süreçte şöyle bir durum var ki rahip olarak siz gelirinizi kiliseye bağışladıktan ancak 1 ay sonra, tabi hizmet bedeli kesilmiş olarak, geri alabiliyorsunuz. Hem bu bir aylık gecikme kimileri için sıkıntı yaratabilir, hem de bağışlanan paranın teoride uçma ihtimali var. Yani bir kere kiliseye bağışlıyorsanız o para kilisenindir. Peygamber sana çekini yollamazsa yandı gülüm keten helva. Ya da günün birinde peygamberin bütün paralarla Cayman Adaları’na kaçma ihtimali her zaman var. İşte burda kiliseye güven duygusu devreye giriyor. Üçüncüsü de, sonuçta dini bu gibi işlere alet etmek istemeyen ya da belli ahlaki değerleri olan bazı insanlar da vardır, az da olsa. Yani ideolojinin insanları ne kadar korkutabildiğiyle ve beynini ne kadar yıkayabildiğiyle alakalı bir durum. Bentham’ın panopticon örneğinde olduğu gibi sistemi yeteri kadar meşrulaştırabilirseniz insanlar kendiliğinden sizin istediğiniz gibi davranacaktır.
Devlet bu tezgahın farkında değil mi?!
Farkında tabii ki ama herşey yasalara uygun yapılıyor. Burjuva demokrasilerinde bu gibi yasal boşluklar her zaman vardır ve bu boşlukları kapatmak sanıldığından güç olabilir. Yani bu durumda devletin yapabileceği iki olası hamle var. Birincisi, dinle ilgili harcamaları vergiden muaf olmaktan çıkarmak. Ama bu sefer Protestan ve Katolik kiliseleri de bu kapsama girecek. Tüm kilise bağışları azalacak, din hizmetleri verilmek istendiği gibi verilmeyecek. Dindar olmayan, ota b*ka başkaldıran nesiller yetişmeye başlayacak ki sistem açısından iyi bir şey değildir. İkincisi, o zaman her ipini koparanın kendini peygamber ilan etmesini yasal olarak tanımayacaksın. Fakat Pastafaryanizm’in epistemolojisi ve teolojisi diğer kitaplı dinlerle müthiş benzerlik gösteriyor. Yani Pastafaryanizm’i sistem dışına iterseniz bu sefer diğer Hristiyanlık mezheplerini de riske etmiş olursunuz. Üstelik insanların dini tercihlerine yasaklar koymak da özgürlerin vatanı, cesurların evi Amerika’ya yakışmaz. Kaldı ki belki gerçekten tanrı Bobby ile vahiy yoluyla iletişime geçti ve bu yeni dini yolladı, aksini nasıl gösterebilirsiniz ki (bkz. Russell’in çaydanlığı)?!
Tabi şu anda sistemi derinden etkileyecek büyüklükte olmadığı için sistem bu tezgahın varlığını idare edebiliyor. Eğer günün birinde sistemi çökertme noktasına gelirse o zaman devlet gerekeni yapacaktır. Sonuçta devletle aynı sektöre giriyorsunuz. Bu gibi şeyler müsaade edildiğinden fazla büyürse sonları genelde hayırlı olmaz. Mesela şu son zamanların yeni balonlarından ”Bitcoin” de böyledir. Devletin para basma işine (business manasında) korsan olarak girip işi büyüttüğünüz zaman, o tezgahın ayaklarını kırarlar.
Velhasıl, aslında bir fizikçi olan Bobby Henderson güzel yere tezgah açmış. Alan memnun satan memnun. Mürit olmak size somut pek bir şey kazandırmıyor. O yüzden vergi kaçırmak istiyorsanız ya Amerika’da kendiniz uğraşıp kendi dininizi ilan edersiniz ya da belli bir hizmet bedeli karşılığı Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi gibi yerlerde rahiplik yaparsınız. Yani Amerika’da bu yeni din işi yükselen bir sektör, iyi para var.
Yoksa siz holivud zengini Tom Cruise’un gerçekten Scientology dinine inandığı için mi Scientology kiliseye gidip geldiğini zannediyordunuz?!
Uçan Spagetti Canavarı’nın nuru üzerinizde olsun…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.