Sağlık ve eğitim alanında, mevcut sendikal yapı ve işleyişimizin yanıt veremediği, emekçileri faklı örgütlenme arayışlarına iten, eğitim yürüyüşlerinde olduğu gibi kimi zaman toplam sendikal varlığımızı aşan, isyanın öncüsü üniversite gençliğini sınıfsal bir gerçekliğin içinden konuşturan bir anda bizim de kendi kendimizi “düzeltmek” için değil “topyekûn” yeniden inşa etmek için harekete geçmemizin vakti gelmiştir
Türkiye sınıf mücadeleleri açısından çok özel bir tarihsel anın içindeyiz. Bütün dünyada, Ortadoğu’da ve ülkemizde bir altüst oluş içinde siyasal haritalar yeniden şekillenirken, işçi sınıfı da kendini ancak isyan ve direniş biçiminde ifade edebildiği bir gerçeklikle yüz yüze. Faşist iktidar tarafından en temel sosyal ve siyasal hakları yok sayılan proleterleşmiş Türkiye toplumu, gençliğin barikatları aşarak başlattığı yeni bir isyan süreciyle yeniden umudunu kuşanmış halde, hâlâ süren zorlu bir kavganın içine girmiş bulunuyor. Kamu emekçileri hareketi dahil işçi sınıfının mevcut örgütlü güçleri ise bu süreçte, önemli ancak sınırlı bazı örnekleri saymazsak, henüz topyekûn ve etkili bir görünür katılım sergilememiş durumda.
Bu yeni isyan, proleterleşmiş, yoksullaştırılmış, mülksüzleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş Türkiye toplumunun faşizme karşı geleceğine sahip çıktığı bir ekmek, onur, özgürlük isyanıdır. Ne var ki KESK yönetimi dahil işçi sınıfının geleneksel insiyatif merkezleri, 1 Mayıs 2025 sürecinde dramatik biçimde görüldüğü gibi, bu isyanın bir parçası olarak seferber olmak yerine, iktidarın izni ve icazeti içinde hareket eden bir çizgiye hapsolmayı tercih etmişlerdir. 1 Mayıs’ın isyan sürecinin sönümlenişini simgeleyen bir “izinli miting” gününe daralmasını engelleyen ise, konfederasyonlara rağmen kolektif bir Taksim iradesi ortaya koyan emekçiler, gençlik ve devrimciler olmuştur. Böylece 1 Mayıs 2025, Türkiye işçi sınıfı hareketi ve sosyalist hareketi açısından ayrımların yanısıra yenilenme umutlarının da belirginleştiği bir milat olmuştur. Bundan sonra yürütülecek bütün tartışmalar, hangi örtü ve gerekçe ile ortaya çıkarsa çıksın, bu yol ayrımının ve artık sözden eyleme geçen devrimci bir yeniden inşa iddiasının, bu yeniden inşanın gerekli ve mümkün olduğu gerçeğinin belirleyiciliğinde yaşanacaktır.
İşçi sınıfına devlet tarafından çizilen yasal sınırları ya da siyasal örgütlerin dar örgütsel gereksinimlerini değil, kamu emekçilerinin bağımsız sınıf çıkarlarını esas alarak meşru, militan, kitlesel bir zeminde ortaya çıkan kamu çalışanları hareketi, bugün gelinen nokta itibariyle ortaya çıkış değerlerinin bütünüyle uzağındadır.
Kamunun piyasa ilişkilerine daha keskin tabiyetine ve memurdan kamu emekçisine evrilmesinde onurlu bir mücadele döneminin öznesi olan hareket, 2000’li yılların başında Kamu Çalışanları Sendikaları Kanunu’nun kabulüyle birlikte, bürokratikleşmeyi ve düzen sınırları içine hapsedilmeyi zamanla içselleştirmiş, bunun da ötesinde, belki de daha da çürütücü ve etkisizleştirici bir etki yaratan fraksiyoner tutum hareketin belirleyeni haline gelmiştir. Her ana siyasal eğilim hükümetlerin de desteğiyle kendi konfederasyonunu kurmuş, kamu çalışanları hareketini kuran etkili anlayışlar da bu eğilimi bertaraf etmek için çalışacağı yerde kendi içinde yeniden üretmiş, sendika yürütme kurullarını siyasetler arasında paylaşılan kürsülere dönüştürmüştür. KESK’te tartışmalar kamu emekçilerinin güncel sorunları ve sınıf mücadelesinin güncel ihtiyaçları üzerinden değil, bu “kürsü” üzerinden yürümekte, belirleyici “büyük” siyasetlerin bunu en çiğ ve saygısız biçimlerde ifade eder hale gelmesi durumu daha da katlanılmaz hale getirmektedir. Bu haliyle o kürsülerden hangi siyasal söz dile getirilirse getirilsin, bu siyasal söz ne kadar haklı ya da ileri olursa olsun, sendika kendi temel işlevini yerine getirmediği için sözün de hiçbir etkisi kalmamaktadır.
Diğer taraftan ülkemiz yeni toplumsal çelişki ve çatışmalar içerisinde iken işçi sınıfı da arayış içinde ve mücadele eğilimindedir. Pandemi, deprem, yoksullaştırma, dinci gericilik, kamu alanında son yıllara damgasını vuran piyasacı çürüme, derinleşen güvencesizleştirme politikaları ve halk isyanı önümüze yeni çelişki ve çatışmalar koyarken, kamu emekçilerinin mücadele eğilimine ve devrimci kapasitesine dair önemli ipuçları da vermiştir. Sağlık ve eğitim alanında, mevcut sendikal yapı ve işleyişimizin yanıt veremediği, emekçileri faklı örgütlenme arayışlarına iten, eğitim yürüyüşlerinde olduğu gibi kimi zaman toplam sendikal varlığımızı aşan, isyanın öncüsü üniversite gençliğini sınıfsal bir gerçekliğin içinden konuşturan bir anda bizim de kendi kendimizi “düzeltmek” için değil “topyekûn” yeniden inşa etmek için harekete geçmemizin vakti gelmiştir.
Bütün bu saydıklarımız çerçevesinde kamu emekçileri hareketinin nasıl yapması ve nasıl yapmaması gerektiğine ilişkin ilkesel tartışmalarımız, uyarılarımız, eleştirilerimiz, zorlayıcı pratiklerimiz ve aldığımız ileri inisiyatifler, KESK’i adeta mülkü sayan ve biat bekleyen odakların kibirli ve hasmane tutumu ile karşılaşmaktadır. Ne kamu emekçileri mücadelesine ne de KESK’e faydası olan bu tutum karşısında biz de sessiz kalacak, mücadeleden vazgeçecek değiliz. KESK İstanbul Şubeleri düzleminde sağlıklı bir tartışma süreci işletilmeden alınan, ‘1 Mayıs 2025’i İstanbul Valisi’nin uygun gördüğü Kadıköy’de kutlama’ kararına karşı hem kararın alınış biçimine karşı eleştirimizi sunduk hem de bu yıl adresin neden Taksim olması gerektiğini ve bunun mümkün olduğunu şubemizde[1] ve şubeler platformunda ifade ettik. Yaptığımız eleştiriyi somut pratiğimizle sokağa da taşıyarak Taksim iradesine bağlılığımızı gösterdik.
1 Mayıs’ın ardından, sözüm ona bir başka gerekçe ile başlatılan, biçim ve içerik açısından sorunlu bir soruşturma süreci ile karşı karşıyayız. Ocak ayında uzun süredir Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube yürütmesinde yaşanan krizin yönetilebilir olmaktan çıkması, yaşanan sorunun kadın meclisinde konuşulması, olağanüstü genel kurul sürecine girilmesi ve nihayetinde genel kurulla herkesin hesap verdiği bir süreç yaşanmıştı. Aradan 5 ay geçtikten sonra, tam da 1 Mayıs tartışmalarının üzerine, kadın meclisine katılan tek bir kadın arkadaşımız dahi baskı altında olduğunu ifade etmediği halde (hatta disiplin süreci üzerine, bu toplantıya katılan kadınlar bu beyanı kabul etmediklerine dair ayrı bir beyan vermiştir) sözüm ona kadınlar adına verilmiş bir dilekçe vasıtasıyla “kadınları baskı altına alma” suçlaması ile bir soruşturmaya[2] yol verilmiş olması manidardır.
Soru önümüze yanlış gelse de biz kendimizi yine doğru yanıtı vermekle yükümlü görüyoruz. Uzun yıllardır şubemiz özelinde örgütlenmeye dair yeni bir anlayış ortaya koymamız, gündemimizi emekçilerin gündelik sorunları etrafında ören pratik hattımız ve bunun da politikasını oluşturma çabalarımız konforlu muhalefet alanını ve bu alanın sahiplerini rahatsız ediyordu. Yürütmeye çalıştığımız politik tartışmaları şahsileştirerek, magazinleştirerek boğma hamlelerini görüyoruz, buna teslim olmayacağız. Soruşturma açılacaksa Taksim iradesini neden gösterdiğimiz için açılmalıdır, emekçilerin yaşadığı her sorunun politik arka planı olduğu bilinci ile hareket etmeye çalışırken yürüttüğümüz her politik tartışmayı ‘kişiselleştirerek’ ve ‘sendikaya zarar vermekle itham ederek’ itibar suikasti yapılmasına da asla boyun eğmeyeceğiz. Bugün sınıf mücadelelerinin önümüze koyduğu tarihsel göreve sırt çevirip, iktidarın bizi hapsetmek istediği düzen içi sınırlara, bürokratik konformizme hapsolmayacağız. En geniş emekçi kesimlerin taleplerinin takipçisi ve yeni mücadele sürecinin kurucu neferleri olacağız.
İddiamız, görevimiz ve çağrımızdır: Bugün kamu emekçileri yoksullaştırma, güvencesizleştirme, geleceksizleştirme, piyasacı çürüme karşısında ekmek, onur, özgürlük mücadelesini yükseltmek için statü, sendika, örgütlülük-örgütsüzlük farklı gözetmeksizin, iktidarın çizdiği sınırları ve fraksiyoner parçalanmayı geride bırakıp emekçilerin sorunlarını önüne alan bir yeniden inşa tartışmasını önüne koymalıdır.
Dipnotlar:
[1] Konfederasyonumuz KESK’in dörtlü olarak tabir edilen DİSK, TMMOB ve TTB ile birlikte aldığı “1 Mayıs Kadıköy” kararı başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimleri tarafından tepkiyle karşılandı. Bizler de dahil olabildiğimiz tüm platformlarda bu karara yönelik eleştirilerimizi sunduk. KESK’in bu kararı iç tartışma süreçlerinden geçirmeksizin aldığını, “Taksim’de 1 Mayıs”ın özellikle mümkün ve zorunluluk olduğunu anlatmaya çalıştık. Son kertede her şeye rağmen alınan bu kararın tarihsel gereklilikler ve sorumluluklarla uzlaşmaz bir karar olduğunu düşündüğümüz için Kadıköy 1 Mayıs’ında olmayacağımızı sınıf mücadelesine duyduğumuz inanç gereği beyan ediyoruz. (1 Mayıs öncesi yürütme kurulundan beş arkadaşımızla deklare ettiğimiz tutumumuz
[2] “Sayın Eren Ertin
Eğitim Sen İstanbul 7 Nolu Şube başkanı olarak görev yaptığınız dönemde kapalı gurup ( şube yürütme kurulu WhatsApp gurubu) içinde ki yazışmaları bir toplantı da yazılı ve basılı bir şekilde dağıttığınız, bunun ile alakalı olarak kadın üyeler üzerinde baskı kurmaya çalıştığınız iddia edilmektedir.
Söz konusu bu iddialar ile ilgili yazımızın size tebliğ tarihinden itibaren 10 gün içinde savunmanızı yaparak kapalı zarf içinde savunmanızı yaparak kapalı zarf içinde kurulumuza iletilmek üzere şubenize iletmeniz gerekmektedir.
Bilgilerinize sunarız. Eğitim Sen Merkez Disiplin Kurulu”
(metin olduğu gibi aktarılmıştır, yazım yanlışları orijinalinde mevcuttur.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.