“Büyük Öğretmen Yürüyüşü’nde öğretmenlerle akademisyenlerin kesişen taleplerle yürümesi eğitim alanında ortak sorunlarımız olduğunu vurgulamak açısından anlamlı. Belirsiz süreli iş sözleşmesi, eğitim işkolunun kurulması, kamudaki meslektaşlarla eşitlik gibi talepler hepimizin talebi. Bu eksendeki mücadelenin bütün vakıf üniversiteleri emekçileri açısından da önemli olacağını düşünüyorum”
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası (Öğretmen Sendikası) taban maaş uygulamasının ve belirsiz süreli iş sözleşmesi zorunluluğunun getirilmesi, eğitim ve güzel sanatlar işkolunun kurulması ve kamu ile özlük haklarında eşitlik talepleriyle İstanbul’dan Ankara’ya yürüyor. Büyük Öğretmen Yürüyüşü’nde çeşitli özel öğretim kurumlarından öğretmenlerin yanı sıra vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenler de var.
Yürüyüşün ilk günü bir mola yerinde vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerle konuştuk. Akademisyenler öğretmenlerle güvencesizlik, düşük ücret dayatması ve hak gaspları konusunda ortak sorunlar yaşadıklarını, dolayısıyla yürüyüşün taleplerinin aynı zamanda kendi talepleri olduğunun altını çizdi.
Akademisyenler Nisan 2020’de yürürlüğe giren ve vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlere devlet üniversitelerindeki emsalleriyle eşit maaş ödenmesini hükmeden kanun üzerinden meslektaşlarına yaptıkları “Davacıyız” başlıklı çağrıyı da anlattı.
Öğretmenler taban maaş, belirli süreli sözleşme, kamudaki meslektaşlarıyla eşitlik gibi taleplerle yürüyor. Siz vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenler olarak bu yürüyüşe neden katıldınız? Özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerle benzer sorunlarınız mı var?
Nur Tuğçe Biga: Belirli süreli sözleşme sorununu öğretmenlerle birlikte biz de yaşıyoruz. Bizde de her yıl sözleşmeler yenileniyor. Aslında vakıf üniversitelerinde bizim kadrolarımız daimi kadrolar. Araştırma görevlileri için 33/A, 50/D gibi çeşitli kadrolar var. Araştırma görevliliği haricindeki kadrolar zaten daimi kadro. Fakat burada bir hukuki boşluk da var. Bizim daimi kadromuz olmamıza rağmen her yıl bu sözleşme yenilemeleriyle işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Mahkemelerle geri dönüşler de olabiliyor tabii ki ama bu risk her zaman var.
Mesela son dönemde Haliç Üniversitesi’nde yeni bir uygulamaya geçildi. Araştırma görevlilerinin sözleşmeleri 3-6 ayda bir yenilenmeye başlandı. Bunun hiçbir hukuki dayanağı yok tabii ki. Ama buradaki boşluktan yararlanılıyor. Biz de daimi kadroda olduğumuz için bunun gereği olarak iş güvencesi talep ediyoruz.
Tahsin Mert Saygın: Tuğçe zaten taleplerden birini söyledi. Ben de onun bıraktığı yerden devam edeyim. Taban maaş hakkı öğretmenler için 2014 yılında kaldırılmıştı. Bizim için ise 2020 yılında geldi. Fakat 2020 yılından beri yoğun bir mücadele veriyoruz eşit ücret yasasını uygulatabilmek için. Mücadelemiz sayesinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar üniversitenin uyguladığı durumdan mevcut vakıf üniversitelerin yaklaşık üçte ikisinin bu yasayı uyguladığı duruma geldik. Fakat bu yasayı uygulamayan tek bir vakıf üniversitesi kalmayana kadar mücadelemiz devam ediyor.
Bir diğer talebimiz ise 10 No’lu işkolundan ayrılarak ayrı bir eğitim ve güzel sanatlar işkolu kurulması talebimiz var. Bu durum öğretmenler gibi bizi de doğrudan etkileyen bir mesele. Bu açıkçası doğrudan toplu iş sözleşmesi hakkımızın gasp edilmesi demek. Yalnızca eğitim emekçileri için bir işkolu kurulsaydı biz toplu iş sözleşmesi haklarımızı çoktan kazanmıştık. Bu anlamda bu talep de sahiplendiğimiz talepler arasında diyebiliriz.
Emir Aydoğan: Bu yürüyüşün taleplerinden birisi de kamu ile tam anlamıyla eşit özlük haklara sahip olmak. Özel sektörde çalışan öğretmenler gibi biz vakıf üniversitesi akademisyenleri de bu konuda çok mağduriyet yaşıyoruz. Aslında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda neredeyse hiçbir konuda; özlük hakları, yan haklar anlamında bir ayrım yapılmıyor. Bütün haklarımız; izinler, ek ödemeler, yeşil pasaport gibi, aslında eşit ancak pratikte bunun çok uzağındayız. Tamamen şirket mantığıyla her şey, bir beyaz yakalı neye tabiyse, iş sözleşmesinden doğan hangi hakları varsa biz de ancak onlara tabiyiz veya o haklara sahibiz. Bu talep de öğretmenlerle bizim ortak talebimiz, yürüyüşte de yer almamızın dört ana ayağından birisi.
Nisan 2020’de vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlere devlet üniversitelerindeki emsalleriyle eşit maaş ödenmesini hükmeden bir kanun yürürlüğe girdi. Bu kanun sizin sorunlarınıza çare oluyor mu, ne derece uygulanıyor, vakıf üniversitelerinde nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?
Tahsin Mert Saygın: Şu an vakıf üniversitelerinin yaklaşık üçte ikisinin bu kanuna uyduğu bir durum var. Fakat aslında mali haklarımız bu net ücretle sınırlı değil. Bunun dışında ek ders ödemeleri, dil tazminatı gibi yan haklarımız da gasp edilmekte. Peki bu nasıl oluyor? Biraz açık açalım. Emir’in de söylediği gibi 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda örneğin öğretim üyeleri için haftalık 10-12 saat ders verme yükümlülüğü var. Bunun üzerinde bir ders saatine ulaşılırsa bu durumda ek ders ücreti alınıyor.
Fakat vakıf üniversitesi mütevelli heyetleri bu durumu tamamen keyfi biçimde gasp ederek 16, 18, 20 gibi saatlere çıkartmış durumda. Dolayısıyla akademisyenler bir dönem içinde çok fazla ders verip hem araştırma çalışmalarına ağırlık veremiyorlar hem de aynı zamanda aslında öğrencileriyle ilgilenmek için yeterli zamanı bulamıyor ve mali hakları da bu anlamda geride kalmış oluyor. Dolayısıyla biz yalnızca 2020 Nisan’ında gelen eşit ücret kanunu değil, bunun dışındaki mali haklarımızı da kamu ile eşit özlük hakları bağlamında değerlendiriyoruz ve mücadelemizin konusu yapıyoruz.
Nur Tuğçe Biga: Bence temel sorun güvencesizlik. Ama üniversitedeki demokrasiye dair sorunlar da var elbette. Önceden devlet üniversitelerinde rektör belirlenirken en azından seçim yapılıyordu ama şu anda bu seçimi bile kaldırdılar. Tamamen Cumhurbaşkanı ataması yoluyla yapılıyor. Vakıf üniversitelerinde de mütevelli heyeti var, o belirliyor. Onun olduğu yerde rektörün bile söz hakkı yok zaten.
Ben kendi üniversitemden şöyle örnek vereyim. Çalıştığım üniversitede her sene stratejik toplantılar yapılıyor. Bu toplantılara okulun patronu, yani mütevelliye heyeti başkanı katılıyor. Yani rektörün bile orada söz hakkı yok. Dolayısıyla bu yönetim anlayışı bakımından “tek adam” mantığı vakıf üniversitelerinde de uygulanıyor. Üniversitelerin demokratikleşmesi için tabii ki yönetim süreçlerine, öğretim üyelerinin de katılması gerekir. Bunu bizim talep etmemiz gerektiğini de düşünüyorum. Ama biz kendi güvencesizliğimizle ve daha yaşamsal sorunlarla boğuşuyoruz ki bu konulardaki taleplerimiz daha ağırlıklı oluyor. Yoksa üniversitelerin demokratikleştirilmesi mücadelesi için de bir mücadele hattının oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz.
Geçtiğimiz ay “Davacıyız” diyerek bir açıklama yapmış ve vakıf üniversitelerindeki meslektaşlarınızı geçmişe dönük alacakları için dava açmaya çağırmıştınız? Bu çalışmanız ne aşamada? İlerleyen süreçte ne yapmayı planlıyorsunuz?
Emir Aydoğan: Tahsin’in de söylediği gibi kanunun 5. yılı dolmasına rağmen vakıf üniversitelerinin üçte biri hâlâ bu yasaya en temel anlamda bile uymuyor. En düşük maaşların bile epey altında maaşlar vermeye devam ediyorlar. Bu zaten başlı başına trajik bir durum. Yasa yürürlükte ama 5 yıldır devam eden bir gasp var. Diğer üniversiteler de şu an eşit ücret veriyor olsalar da bu kanunu bu beş yıl boyunca çeşitli ölçeklerde ihlal ettiler. Dolayısıyla vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin yüzde 99’unun belki gerek ek ders ücreti anlamında gerek maaş eşitliği anlamında bir şekilde bu ücret gaspına uğradığını tespit etmiş oluyoruz.
Kanun çıkalı beş yıl olduğu için zamanaşımları başlıyor. Beş yıldan sonraki aylara dair alacaklarımızı alamıyoruz. Bunun üzerine de bir çağrı yaptık vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlere. “Gelin sendika çatısı altında bir hukuki mücadele yürütelim, gasp edilen ücretlerimizi yanlarına bırakmayalım” dedik.
Çağrı sonrasında da gerek üyelerimizden gerek henüz sendikamıza üye olmamış akademisyen meslektaşlarımızdan avukatlarımız eşliğinde bu hukuki süreci başlatanları oldu. Bu hukuki mücadeleyi önemli görüyoruz, geri durmamak gerekiyor bundan. Talep etmek gerekiyor. Ama bu da kendi başına maddi kaybı tazmin eden bir şey değil açıkçası. 3-4 yıl boyunca biriken alacaklar geri ödendiğinde ve hatta faizi eklendiğinde bile yaşadığımız maddi sıkıntıları telafi etmiyor. Dolayısıyla bundan sonra hak gaspına uğramamak için örgütlü olmayı, sendikamızla güçlü durmayı önemsiyoruz. Bunun için çalışıyoruz.
Tahsin Mert Saygın: Bu vesileyle de enflasyonu da göz önüne alarak tüm üyelerimizi ve üye olmayan meslektaşlarımızı sendikamıza ulaşıp avukatlarımız aracılığıyla dava süreçlerini yürütmelerini bekliyoruz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Nur Tuğçe Biga: Büyük Öğretmen Yürüyüşü’nde öğretmenlerle akademisyenlerin kesişen taleplerle yürümesi eğitim alanında ortak sorunlarımız olduğunu vurgulamak açısından anlamlı. Belirsiz süreli iş sözleşmesi, eğitim işkolunun kurulması, kamudaki meslektaşlarla eşitlik gibi talepler hepimizin talebi. Bu eksendeki mücadelenin bütün vakıf üniversiteleri emekçileri açısından da önemli olacağını düşünüyorum.
Söyleşi: Zişan Gür