Trump-Musk çatışması kişisel bir rekabet değil; tekno-finans kapitalizminin derinleşen çelişkilerinin, sermaye fraksiyonları arasındaki hegemonya krizinin ve çürümekte olan emperyalist sistemin sınıfsal çözülüşünün bir yansımasıdır. Bu çatışmanın dışında değil, tam ortasında yer alan proletaryanın ise tarihsel özne olarak yeniden örgütlü bir güç olarak inşa edilmesi zorunludur
Donald Trump ile Elon Musk arasında yaşanan gerilim, yüzeyde iki figür arasındaki kişisel bir çatışma gibi görünse de derinlerde çağımız kapitalizminin yapısal krizlerine dair çok daha sarsıcı hakikatleri açığa vuruyor. Bu çatışma sermayenin farklı fraksiyonları arasında kızışan hegemonya mücadelesini, yüksek teknolojiye dayalı sermaye bloklarının, gerileyen geleneksel sanayi burjuvazisinin otoriter temsilcileriyle giriştiği çelişkili ilişkiyi ve çürümekte olan emperyalist sistemin iç dinamiklerini gözler önüne seriyor. Aslında bu, üretici güçlerin önlenemez gelişimiyle kapitalist üretim ilişkilerinin dar kalıpları arasında büyüyen uzlaşmaz çelişkinin çağımıza özgü bir dışavurumudur.
Daha doğrudan bir ifadeyle, kapitalizmin emperyalist aşamasında üretici güçlerin gelişimi ile üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin somut bir tezahürüdür. Marx’ın Grundrisse‘de vurguladığı gibi, kapitalist üretim tarzı kendi sınırlarına ulaştığında, sermaye fraksiyonları arasında rekabet, çatışma ve hegemonya mücadelesi keskinleşir. Bu çatışma finans kapitalin geleneksel sektörlerle olan gerilimi ile teknolojik determinizm altında şekillenen yeni birikim rejimi arasındaki gerilimi yansıtıyor.
Trump’ın temsil ettiği sermaye bloku, klasik finans-kapitalin -emlak, enerji ve savaş sanayi üçgeninde kümelenen- geleneksel çıkarlarını savunur. Bu blok, korumacı ekonomi politikaları, agresif milliyetçilik ve devlet destekli rant düzeniyle kâr oranlarını koruma derdindedir. “America First” sloganı, gerçekte emperyalist sistemin çözülme belirtileri gösterdiği bir evrede burjuvazinin içine düştüğü saldırgan savunma refleksinden başka bir şey değildir.
Öte yandan Elon Musk, 21. yüzyılın yükselen teknokratik sermaye fraksiyonunun simge ismidir. Uzay sanayiinden yapay zekâya, elektrikli araçlardan dijital iletişim tekelciliğine kadar genişleyen bir alanda, küresel ölçekte bir hâkimiyet kurma gayretindedir. SpaceX, Neuralink, Starlink gibi projeler, kapitalizmin üretici güçleri sınırsızca geliştirme eğilimini kristalize ederken özel mülkiyetin derinleşen despotik karakterini de açıkça gözler önüne seriyor. Musk’ın Mars’ı kolonileştirme hayali, eski dünyanın feodal derebeylerinin toprak gaspını andıran bir “uzay fetihçiliği”ni andırır -yalnızca bu sefer hedef gökyüzünün ötesidir.
Bu iki sermaye fraksiyonu arasındaki gerilim, burjuvazinin kendi içindeki derin çatallaşmayı yansıtmaktadır:
– Trump gibi figürlerin temsil ettiği geleneksel sermaye, ulus-devletin aygıtlarını doğrudan kontrol ederek (vergilendirme, sübvansiyonlar, militarizm) kârını garantiler.
– Musk gibi aktörler ise devleti bir ayakbağı olarak görür; doğrudan küresel pazarları hedefler, algoritmalarla örülmüş yeni bir sömürü mimarisi kurar.
Trump’ın yükselişi, sermayenin kriz anlarında kitlelerin öfkesini yönlendirmek için başvurduğu popülist-otoriter araç kutusunun yeni bir versiyonudur. Göçmen karşıtı söylemler, vergi indirimleri ve deregülasyon politikalarıyla işçi sınıfının bir kısmı yanıltılır, sistemin gerçek krizi ise derinleştikçe derinleşir. Altyapı yatırımlarının çökmesiyle (eğitim, sağlık, ulaşım), toplumun yeniden üretim kapasitesi kırılganlaşır; çöküş yalnızca ertelenmiş olur.
Musk’ın önerdiği teknokratik gelecek vizyonu ise devletin yerini özel şirketlerin almasını öngören bir post-demokratik distopyadır. SpaceX’in NASA’nın, Tesla’nın otomotiv sanayisinin, X’in geleneksel medyanın yerine geçmesi artık sermayenin yalnızca ekonomik değil siyasal ve kültürel egemenliği de doğrudan devralma çabasıdır. Bu temsili halk iradesinin yerini algoritmalara, seçilmişlerin yerini CEO’lara bıraktığı bir kapitalizm türüdür -görünüşte yüksek teknoloji, özde yüksek tahakküm.
Musk’ın “özel egemenlik” modeli, yalnızca altyapı ve iletişim alanlarında değil, aynı zamanda doğrudan askeri sanayiyle iç içe geçmiş bir sermaye formunu temsil etmektedir. Starlink’in Ukrayna’daki askeri koordinasyon için kullanılması, SpaceX’in Pentagon’la yaptığı milyar dolarlık anlaşmalar ve yapay zekâ ile savaş teknolojileri üzerine girişimleri, onun artık yalnızca bir “teknoloji kapitalisti” değil, doğrudan emperyalist şiddet aygıtının özel müteahhidi hâline geldiğini gösteriyor. Bu durum, klasik anlamda devletin askeri işlevlerinin özelleştirilmesini başka bir deyişle, kapitalist şiddetin ticarileştirilmiş biçimini temsil ediyor. Musk, bu konumunu yalnızca sermaye birikimi için değil, devlet fraksiyonlarına şantaj uygulamak veya diğer sermaye bloklarını tehdit etmek için de kullanmaktadır. Bu yönüyle, Gramsci’nin “hegemonya” analizini de aşan biçimde, burjuva iktidarının çıplak özel güce indirgenmesi süreciyle karşı karşıyayız.[1]
Musk’ın Trump’a yönelik Epstein dosyasını gündeme taşıması, bilgi çağında bilginin nasıl bir silaha nasıl bir şantaj aracına dönüştüğünü gösteriyor. Bu hamle, demokrasi uğruna verilmiş bir mücadele değil sermaye fraksiyonlarının kendi aralarındaki kirli hesaplaşmanın bir parçasıdır. Epstein vakası, egemen sınıfların cinsel istismar, suç ve kara para trafiğiyle nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne sererken Musk’ın bu dosyayı “ifşa” amacıyla değil çıkar pazarlığı için kullanması bilginin metalaşmasının en çıplak örneklerinden biridir.
Trump ile Musk arasında yaşanan çatışma, kapitalizmin iki farklı kriz yönetimi stratejisini temsil ediyor. Trump milliyetçilik, otoriterlik ve içe kapanma üzerinden krizi ötelemeye çalışırken Musk ise teknolojik fetişizm ve küresel tekelcilik yoluyla krizi “aşma”yı vaat ediyor.
Ama her iki strateji de emekçi sınıflar açısından yalnızca daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk ve daha derinleşen bir güvencesizlik anlamına gelmektedir. Trump’ın uygulamaları sosyal hakların budanması ve kamusal hizmetlerin çöküşüyle kitlelerin yaşam kalitesi yerle bir ederken Musk’ın otomasyon ve yapay zekâ projeleri kitlesel işsizlik, dijital gözetim ve yeni türden emek denetimi sistemlerini beraberinde getiriyor.
Gerçek çözüm bu iki sermaye fraksiyonundan birini tercih etmekte değil onların ikisine de karşı bir sınıf perspektifi geliştirmekte yatmaktadır. Teknoloji kâr için değil toplumun kolektif ihtiyaçları için üretildiğinde özgürleştirici olabilir. Aksi halde Musk’ın Mars hayali sadece zenginler için bir kaçış ütopyası, Trump’ın “Büyük Amerika”sı ise yoksulluk ve ırkçılığın maskesiz kâbusudur.
Kapitalizmin bu iç savaşında taraf olmak değil bu savaşı aşacak tarihsel öznenin yani örgütlü işçi sınıfının safında yer almak gereklidir.
[1] Gramsci’nin hegemonya kavramı, burjuvazinin rızaya dayalı egemenliğini ve özellikle sivil toplum alanındaki ideolojik mücadeleyi açıklar. Ancak Musk’ın pozisyonunda devletin zor araçlarının (askeri altyapı, iletişim sistemleri) özel sermayenin eline geçmesi ve bu araçların ideolojik ve stratejik bir hegemonya biçimi olarak kullanılması, Gramsci’nin analizinin ötesinde, hegemonya ilişkilerinin doğrudan maddi altyapı ve zor tekeli üzerinden kurulması anlamına gelir. Bu durum, hegemonya kavramının sınırlarını zorlayarak, kapitalist egemenliğin yeni, teknokratik ve özelleştirilmiş bir biçimini ortaya koymaktadır.
Kaynak: Alınteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.