BOP çerçevesinde Suriye fiilen parçalanmış durumda. Lübnan, ABD-İsrail-Fransız işgal güçlerinin kıskacında. ABD-İsrail ve AB projesi olarak (iç çelişkilere karşın) Türkiye’yi de hedefleyen kendilerine bağımlı bir Kürdistan devletinin kurulmasının adımları hızlanıyor
Emperyalizm; sürekli kaostan beslenir ya da kendisinin sonunu getirecek direniş cephesinin oluşmaması için ülkesel, bölgesel ve küresel ölçeklerde kaoslar yaratır. İki büyük savaş, onlarca bölgesel ya da ülkesel, hatta iç savaşlar başta olmak üzere Türkiye’de birkaç kez olmak üzere birçok ülkede gerçekleştirilen darbeler, ticaret savaşları, hükümet-devlet müdahaleleri, operasyonlar, dünya halklarının kafalarını sürekli karıştırmak ve korku-kaygı-ölüm üçgeninde sıtmaya razı etmek için gerçekleştirilir. Bunun 2001’den itibaren Türkiye’de devreye sokulan uygulamasını da “Yağma ve Yıkım Düzeni” olarak nitelemeliyiz.
Türkiye’yi de içine alan BOP’un adım adım hayata geçirildiğini konuyla ilgili herkes görüyor ve bunun daha büyük yıkımlara yol açmaması için kafa yoruyor. 1990’lı yıllarda Irak üzerinden düğmeye basarak harekete geçen ABD’nin başını çektiği emperyalist blok ve onların yerli işbirlikçileri, ardından Kuzey Afrika’da düğmeye basarak özellikle Libya’da hedeflerine ulaştılar. 2011’de çubuğu tekrar Ön Asya’ya büküp Suriye’de düğmeye bastılar. Irak ve Libya’dan farklı olarak Suriye’de büyük bir direnişle karşılaştılar. Suriye’de -Rusya’nın 2015’te devreye girmesi nedeniyle- sınırlı bir başarı elde ettiler. BAAS ve müttefiklerini iktidardan uzaklaştıramadılar. İşin baş aktörü olan ABD, ülkedeki hatta bölgedeki Kürt siyasi ve askeri hareketlerini yanına çekmeye çalışırken, Türkiye de ne yazık ki Müslüman Kardeşlerin yeni türevleri üzerinden bölgede rol almaya çalıştı. 8 Aralık 2024’te Suriye’nin HTŞ teröristlerine teslim edilmesi sürecinde de Türkiye aktif rol oynadı. Aradan yaklaşık dört ay geçtikten sonra Suriye odaklı Ön Asya’daki tabloya baktığımızda ne görüyoruz?
Bir; Filistin halkının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar, başta toprakları olmak üzere önemli oranda ellerinden alınmıştır. Özellikle 7 Ekim 2023’te Hamas adına yapılan operasyonun (Hamas’a bu eylemin İsrail tarafından bilinçli yaptırıldığını düşünenler de az değil.) İsrail tarafından saldırıya geçmenin bahanesi olarak kullanılmasıyla başlayan süreç, bölgede Direniş Cephesi’ni kuran İran ve müttefiklerinin, başta Lübnan Hizbullah’ı olmak üzere iç ve dış yıkıma uğratılmasına yol açmıştır.
İki; ABD’nin başına silah-enerji-bilişim sektörlerindeki savaşçı oligarkların desteklediği Trump geçince Filistin halkının öz topraklarındaki barınma hakkı da elinden alınmak isteniyor. Bu amaçla Filistin soykırımına dönüşen Gazze katliamlarının ardından burayı Trump ve ekibinin nasıl görmek istediğine ilişkin görüntülerle neyin amaçlandığı net biçimde ortaya çıkmıştır. Körfez ülkelerinin bir benzeri, yani Batılı emperyalist devletlerin, onların uluslararası tekellerinin para aklama, eğlence merkezi haline getirmek istedikleri bir Gazze’yle karşılaştık. Emperyalist kaosun yakın coğrafyamızda hedeflediği manzaraya bakıldığında, bölge ülkelerindeki işçi ve emekçi sınıfların derin uykudan uyanmalarının daha fazla gecikmemesi gerektiği bir döneme girdiğimiz görülüyor. Bu uyanışı gerçekleştirmek, Gazze’de 16 ayda ölen gazetecilerin sayısının modern dünya tarihinde öldürülen tüm gazetecilerin sayısını geçmesi acı tablosuna son vermek için bile çok anlamlı ve değerlidir.
Üç; kapitalizmin yapısal özelliği olan yıkıcı rekabet, piyasa ilişkilerinde yeni bir “ticaret savaşı”na dönüşüyor Trump dönemiyle. 1991’den beri gezegenimizde emperyalist devletlerin başını çeken ABD ve AB’nin uzlaşarak hegemonya kurdukları tek kutuplu dünyanın yerini, Hindistan’ın ayrıca başını çıkardığı ve Çin’in başını çektiği ikinci bir kutbun ortaya çıktığı bir dünya alıyor. ABD’nin Rusya’yla uzlaşıp Ukrayna vd. konularda AB’yi açmaza düşürmesi de önümüzdeki sürecin önemli parametrelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Dört; tekrar ülkemize ve bölgemize dönecek olursak, BOP çerçevesinde Suriye fiilen parçalanmış durumda. Lübnan, ABD-İsrail-Fransız işgal güçlerinin kıskacında. ABD-İsrail ve AB projesi olarak (iç çelişkilere karşın) Türkiye’yi de hedefleyen kendilerine bağımlı bir Kürdistan devletinin kurulmasının adımları hızlanıyor. 10 Mart 2025’te HTŞ’yle SDG arasında imzalanan 8 maddelik anlaşma bunun ilk ipuçlarını vermiştir. Halkımızın deneyimle vecizleştirdiği bir söz vardır: “İtle çuvala girilmez.” CIA tarafından ABD hapishanesinde devşirilip yine kendilerinin kurdurduğu El-Kaide üzerinden bölgemizdeki anti-emperyalist ve Siyonizme karşı duruşuyla öne çıkan ama Beşar Esad döneminde kapitalizme yönelen Suriye’nin çökertilmesi için görevlendirilen Colani ile Mazlum Abdi’nin yapmış olduğu bu anlaşmanın ilk bedelini, ağırlıklı olarak Lazkiye-Tartus-Banyas-Humus bölgesinde yaşayan Arap Alevi halk ödedi. Vahşice yapılan katliamlar, soykırıma dönüşmeye başlamışken, ülkemizde ve Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede yapılan eylemler, soykırımı durdurmaya yönelik girişimler sonucunda bu önlendi. Ancak, katliamlar boyut ve alan değiştirilerek (Dürzilere yönelik katliam vd.) sürdürülüyor. Ayrıca, emperyalist kaos yeni boyutlar kazanmaya devam ediyor. Özellikle hedefe konan İran’ı düşürmek için yazılan senaryolarda görev verilenlerin izledikleri politikalara bakınca bu daha net anlaşılıyor.
Beş; yukarıdaki maddeden hareketle emperyalist kaosun bölgemizde en çok odaklandığı halk Kürtler olup BOP’a uyum gösterecek yapıları onların içinden devşirmek için yoğun çaba gösteriyorlar. Buna karşı çıkarak bulundukları bölgedeki Türkler, Araplar, Farslar vd. topluluklarla barış içinde yaşamak isteyen büyük oranda bir Kürt toplumu olduğu için de istedikleri gibi rahat yol alamıyorlar. Türkiye sermayesinin inşaat, turizm, tekstil sektörlerinde büyük oranda Kürt kökenli işçiler çalıştığından, onlar eşitlik ve özgürlüğün olmadığı bu düzenden en çok kurtulmak isteyen bir toplamı oluşturmaktadırlar. Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak emeğin kurtuluşunun birleşik mücadeleden geçtiğinin farkındalar. Bu nedenle Türkiye sermayesi, “Yeni Osmanlıcı” alt-emperyalist güç olma hevesini öne çıkartarak “Bahçeli-Öcalan kardeşliği”ni gündeme getiriyor. Bunun bölgemizdeki emekçi halkların geleceğini BOP’a teslim etmeye yol açacağını görmek için kahin olmaya gerek yok. Satranç tahtasındaki oyuncuların dizilişine bakmak ve hamleleri, öncekilerden hareketle tahmin etmek hiç de zor değil. Bu gerçeğin kitleler tarafından görülmemesi için de “barış” sözcüğünü araşsallaştırıyorlar. Oysa, gerçek barışın nasıl sağlanacağını, uzun yıllar İngiliz emperyalizmine karşı savaşmış İrlanda’nın kurtuluş örgütü IRA’nın gönüllüsü Kieran McCarthy’nin şu sözü ortaya koymaktadır:
Görüyorsunuz, barış silahlar sustuğunda gelmez. Gerçek barış, ancak adalet ve eşitlik tam anlamıyla sağlandığında gelir. Adalet olmadan barış, yalnızca bir başka adaletsizlik biçimidir ve adaletsizlik hüküm sürdüğünde, çatışma çok uzakta değildir ve siz sahte bir barışla baş başa kalırsınız. Bunun mükemmel bir örneği bugün Gazze’deki durumdur; burada bir tür ateşkes var, ancak tüm dünya bunun gerçek olmadığını biliyor.
Demek ki eşitlik ve adaletin olmadığı bir coğrafyada, toplumda gerçek barış sağlanamaz. Dolayısıyla BOP’a dahil olanlarla iş tutanlar, bundan sonra kendilerini anti-emperyalist, yurtsever ve özellikle sosyalist olarak nitelemeyezler. Artık şunun bir kez daha bölgemizdeki ülkeler ve halklar tarafından bilince çıkartılması gerekir: Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenir. Bölgemizden tüm emperyalist devlet ve onların oligarklarını kovmalıyız. Türkiye açısından bunun ilk adımı da, emperyalizmin operasyon örgütü olan NATO’dan çıkmakla atılmalıdır. Bununla birlikte enerji yataklarımız başta olmak üzere tüm yeraltı ve yerüstü değerlerimizi eşit biçimde paylaşmalıyız.
Altı; 19 Mart kararlarıyla yurttaşın en önemli kazanımlarından olan “genel oy hakkı”nı ortadan kaldırmayı hedefleyenlere karşı açlık-yoksullukla yaşamak istemeyen, hak ve özgürlükleri ellerinden alınan, yaşam biçimlerine müdahale edilmesine karşı çıkan vd. nedenlerle öğrenci gençlik başta olmak üzere halk sokağa çıktı. Milyonlarca insanın günlerce sokağı tüm zorbalık ve yasaklamalara karşın ele geçirmesi, ülkemiz açısından olduğu kadar bölgemizde uygulanmak istenen BOP’a karşı da bir duruşun işaret fişeğini atmıştır. Bu fişeği esas hedefine ulaştırmak için mücadele etmeyenlerin de toplum vicdanında yargılanacağı bir dönemdeyiz. Bu dönemde, dünyayı sömürü, savaş ve katliamlarla karanlığa sürükleyen kapitalist-emperyalist güçlerin kaos stratejisine karşı emekçi halkların örgütlü direnişlerinin yükseldiği ve doğayla insanlığı bu kahrolası kaostan kurtarıp dayanışmayla zafere götüreceği aydınlık günlerle örmeliyiz.
Yedi; Türkiye işçi sınıfıyla gençliğin buluştuğu 12 Eylül’den bu yana en kitlesel 1 Mayıs mitingleri ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilmiştir. Ancak; 19 Mart direniş sürecinde oluşan enerjiyi doğru yönetemeyenler, ne yazık ki 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak yerine başka meydanı adres göstermişlerdir. Tarihsel anlamı ve güncel kazanımıyla Taksim Meydanı’nı yeniden 1 Mayıs Meydanı’na dönüştürecek meşru zemin oluşmuş ve kamuoyu desteği kazanılabilecekken, buna odaklanılmaması sendikal hareketin büyük oranda sınıfta kalmasına yol açmıştır. Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfının toplumsal öncülük yapacak bir niteliğe kavuşması için hızla sınıf sendikacılığını güçlendirecek kadrolara kavuşmasına odaklanmak şarttır. Türkiye işçi sınıfı sendikaları ve partileriyle bunu sağlayarak tarih sahnesine çıktığında, halkımız sömürü ve baskıdan kurtulacağı gibi ülkemiz de tam bağımsız Cumhuriyet olacak, böylece emperyalizmi topaklarımızdan kovacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.