6 Şubat felaketinin ardından, ilk 3 günün unutulmuşluğunda “helallik” isteyenlere “haram olsun” diyenler ve hayatlarımızı kader planının bir parçası ilan edenler noktasındayım, ki biriken sorularımı da, kentin, deprem sonrası “kariyer” yolculuğuna çıkan ve Ankara’nın yolunu tutan, bugünün Sakarya Valisi Rahmi Doğan’a soruyorum öncelikle! Ardından da, Rahmi Doğan sonrası makama oturan Vali Mustafa Masatlı’ya yöneltiyorum, geride kalanları
Temmuz’da, Antakya’dayım…
2023 6 Şubat’ını yaşayıp da doğduğu/büyüdüğü toprakları terk eden on binlerce Hataylıdan biri olarak, henüz temelli olmasa da, dönüyorum, kadim toprakların o “biz” hikayesine…
Yıllarca gazetecilik yaptığım kentin eski denen o dün kokan hali hala enkaz fısıltılarının altında… Dar sokaklarının arasından binlerce kez yürüdüğüm taş ve ahşap evlerin neredeyse hiç biri yok artık… O fısıltıların yerinde, yeniden imarın o hiç doymayan açlığı var… “Eskisi gibi olur mu?” sorularını sormuyoruz, olmayacak, biliyoruz…
Haklarında defalarca haber yaptığım, “kurtaralım” diye adeta yalvardığım, neredeyse herkesin tepkisiz kaldığı, “Memleketi ben mi kurtaracağım” dediği, rant deneni paylaşmak istediği, o yüzden de “kral çıplak” demekten her defasında korktuğu bir şehre yeniden merhaba demek, en çok da bu yüzden zor!
Değiştik mi, sanıyorsunuz?
Yok, aynıyız…
Ben de aynıyım, kelimelerim de, sorularım da, cesaretim de, gazeteciliğim de…
Tek farkım, artık hiç bir gazetecilik cemiyetine mensup değilim…
Dönünce çalışacak mıyım peki?
Soranlarınız var…
Evet…
Çalışacağım…
Çünkü, deprem öncesinin gazeteciliği noktasında biriken çoooook şey var, biriken çok soru var! 6 Şubat 2023’ten bu yana yazmadığımı da sanmayın sakın… Çok yazdım, çok şey paylaştım… Bedenimin terk etmek zorunda kaldığı şehrimde bıraktığım ruhumu terk edemezdim ki… Biraz da bundan, yazmaktan asla vazgeçmedim… Sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşımlarımı ve okuyucularıma erişimimi her şekilde engelleyen güç sahiplerinin o zavallı haline rağmen, vazgeçmedim… Sahip oldukları gücü, onlara teslim olmayan her fikri, her kalemi baskılamak için kullananlara rağmen, vazgeçmedim…
6 Şubat felaketinin ardından, ilk 3 günün unutulmuşluğunda “helallik” isteyenlere “haram olsun” diyenler ve hayatlarımızı kader planının bir parçası ilan edenler noktasındayım, ki biriken sorularımı da, kentin, deprem sonrası “kariyer” yolculuğuna çıkan ve Ankara’nın yolunu tutan, bugünün Sakarya Valisi Rahmi Doğan’a soruyorum öncelikle! Ardından da, Rahmi Doğan sonrası makama oturan Vali Mustafa Masatlı’ya yöneltiyorum, geride kalanları…
Haklısınız,
…gönül isterdi ki, benim yorgun, yara/bere içindeki sorularımı Sakarya’daki gazeteciler sorsun, Rahmi Doğan’a, o ilk makam gününde!
Sormamışlar!
Belki de soramamışlar!
Ben, çok sordum, hatta kendisini görürsem yine soracağım, ama bir tekrar da buradan gelsin, bir kez daha sıralayalım sorularımızı, bizde birikenleri, Hatay’ı, Antakya’yı, Defne’yi, İskenderun’u, Samandağ’ı…
Tarihinin en büyük depremlerinden birini yaşamış Hatay’ı, sorumluluğunu üstlendiğiniz insanları, depremde binlercesi enkaz altında kalanları, günlerce yardım alamayanları, ölülerini bile bulamayanları, geride kalanlarının evsiz/işsiz kaldığı bir coğrafyada sizi arayan yaşlı ve acılı gözleri, yürekleri gerinizde bırakıp giderken, hiç utanmadınız mı? Bu şartlarda sizi Ankara’ya çağırıp, sizi Milletvekili yapmak isteyenler, bu terk edişe buyur demekten hiç utanmadı mı? Hadi bu aşamayı geçin de, hiç mi aklınızdan, kalbinizden, bunca zaman içinde bir kere bile özür dilerim demek geçmedi? Size en fazla ihtiyaç olunan bir anda terk edip gittiğiniz bir şehrin ardından atandığınız başka bir şehirde en yetkili mülki idari amir olmak, Hatay sonrasında sizi hiç mi rahatsız etmedi?
Sizinle Ankara’da göz göze geldiğim o anı hiç unutmuyorum…
Belki beni tanımadınız, ama ben sizi de, makam araçlı halinizi de, bana bakışınızı da hiç unutmuyorum… Yok, selam vermedim, selam vermek içimden dahi gelmedi… Sormayın, ne hissettiğimi! Bende kalsın…
Peki ya şimdiki Vali, Mustafa Masatlı!
Fırsat olursa, görürsem, şunu soracağım kendisine, yüzüne…
6 Şubat depremlerinin ardından, depremde sorumluluğu olabilecek kamu görevlilerinin soruşturulması talebini size ileten Hatay Cumhuriyet Başsavcılığının talebini aylarca görmezden gelirken, yok kabul ederken, adalet bekleyenleri/isteyenleri başka başka depremlerin manevi enkazları altında bırakırken, ne hissettiniz?
07.02.2024 tarihli, Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Depremde sorumluluğu olan kamu görevlileri soruşturulsun” talebine rağmen, 13.11.2024 tarihli Adana Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi’nin, sizin onay vermediğiniz soruşturma talebine aylar sonra kapı açmasına kadar geçen o sürede, geciktirdiğiniz adalet adına, sahi ne hissettiniz?
Ben mi?
Ne mi hissettim?
Öfke…
Hep sordum, kendi kendime… Bir Vali, nasıl olurda böyle bir durumda şehrini terk eder! Nasıl bir ruh haliyle, görev alanına sırtını döner! Nasıl bir siyasi akıl, bu tavra arka çıkar, hatta ödüllendirmeye kalkar! Ardından gelen diğer Vali, adalet isteyenlerin talebini ona ileten bir Cumhuriyet Başsavcılığı girişimini nasıl bir düşünceyle görmezden gelir! Sadece adalet diyenlerin hukuk mücadelesini omuzlamak yerine, yargılanması istenenler için süreci niye, ne adına geciktirir! O bu geciktirmeyi yaparken, o şehrin Milletvekili sıfatını taşıyanların iktidar etiketlileri, buna niye müdahil olmaz, ama izler, susar! Kim, kimi, niye korur! Korudukları aslında nedir!
Evet, şimdilik bu kadarım…
Ama bitmedim, devam edeceğim…
Benim gibi devam edecek gazetecileri de selamlıyorum buradan, ki korkmasınlar istiyorum… Çünkü o korku, deprem enkazından daha büyük sarsıntılara neden oluyor, geride kalanların ruhlarında…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.