“Rubicon” çoktan geçildi ve muhalefetin geri dönüşü olmayan bir güç devşirmesi var. Erdoğan bir adım bile geri adım atmaz, atarsa neler olacağını çok iyi tahmin ediyor. Ama halkın da canına tak etti ve bir kıvılcım, iki büklüm emeklileri bile çileden çıkarabilir
Bu yaşadıklarımız nasıl ifade edilebilir? Ekrem İmamoğlu, diplomasının iptalinin ardından tutuklandı. Gerekçe, yolsuzluk falan. CHP bunu “19 Mart Darbesi” olarak isimlendirdi. İlginç olan şey şu: Kaç gündür neredeyse tüm Türkiye’de devam eden gösteri, eylem ve polisle çatışmaların hala bir adı yok. Oysa Taksim’deki “Gezi Parkı”, oradaki ağaçların kesilmesi ve eylemci gençlerin çadırlarının yakılmasıyla hemen adını bulmuştu. “Gezi” bir mekanla anılmış ve tabii o mekânın ulusallaşmasıyla sınırlarını aşmış, sosyal bilimler literatürüne dahi girmişti. Şimdi bu yaşadığımız protesto, hak arama talebi ve demokrasi iddiasının asıl mekânı olan Saraçhane yani İBB ana binası. Eylemin karargâhı orası ve CHP genel başkanı ve milletvekilleri, parti örgütü kaç gündür oradan ayrılmadı. Bunun nedeni, İBB’ye kayyım atanmasının önüne geçmek idi. Eğer İmamoğlu terörden dolayı tutuklanmış olsa yerine, yasa gereği hemen AKP hükümet-devletinin bir bürokratı (kaymakam veya vali) kayyum olarak atanacaktı.
***
Gezi, milyonlarca insanın katıldığı bir sosyal hareketti. Tüm Türkiye’de farklı, çeşitli ve değişik renk, kimlik, inanç, meslek, sınıf, statü ve kökenden insanları bir araya toplamıştı. Gezi’deki görünür hedef, ekolojikti; ağaçların kesilmemesini sağlamak ve Gezi Parkı’na AVM yapılmasını engellemekti. Gizli amacı ise hükümetin istifasıydı ancak Erdoğan’ın, Gezici bir grubu kabul etmiş olsa bile onlarla görüşmesi sonuçsuz kaldı ve polis Taksim meydanındaki ve de Gezi Parkı’ndaki göstericileri “orantısız güç”le dağıttı. Polisin bu “orantısız güç”üne karşı Gezi gençliğinin “orantısız zeka”sının görünümlerini izlemiştik: Gezi Parkı’nda kurulan komün, çadırlarda geceleme, müzik ve dans performansları, anti-kapitalist Müslümanların namaz kılarken solcuların onların güvenliğini sağlaması, yeryüzü sofrası, muzip duvar yazıları, “çapulcu” edebiyatı, solculardan ülkücülere değin farklı protesto gruplarının kendi sloganlarını haykırması, değişik eylem biçimleri (“duran adam”, “polise karşı kitap okuma” vb.), gündüz işte akşam direnişte mesaisi vb. Bu yaşananlara dair çok şey yazıldı. Kimi bunu “Arap Baharı”nın devamı dijital bir eylem saydı, kimiyse “moleküler devrim” (Guattari ve Deleuze’e atfen). Ne olduysa oldu ve Türkiye’nin iki hafta boyunca sokak ve meydanlarında çarpışmalara sahne olduğu, ülkenin gaza boğulduğu, pek çok gencin öldürüldüğü, Berkin Elvan’ın efsaneleştiği bir dönem yaşandı. 120 sivil örgütten oluşan “Taksim Dayanışması”nın Gezi hareketinin beyni veya lideri olduğu iddia edildi ama genellikle iki güçlü kesimin (Kürtler ve işçiler) görece rol aldığı bu “olay”da ideolojik ve siyasi netliğin olmadığı söylendi.
***
Şimdi “Saraçhane Hareketi”nde, CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel nezdinde liderlik yaptığı bir “olay”la karşı karşıyayız. Burada gizli lider elbette teorik olarak Ekrem İmamoğlu, pratikte gençlik. Erdoğan, İmamoğlu’nun artan gücüne erkenden karşı koyabilmek ve onu muhtemel rakibi olmaması için ekarte edebilmek adına emrindeki hukukçular aracılığıyla temelsiz ve içi boş bir suç uydurdu. Tabii İmamoğlu’nun önce diplomasını iptal ettirip sonra da hapishaneye tıkınca Erdoğan, Can Dündar’ın deyimiyle bir intihar dalışı yaptı çünkü böylece İmamoğlu’nun önce CHP sonra da tüm Türkiye üzerinden alternatifsiz cumhurbaşkanlığı onaylandı. Özgür Özel tartışmasız bir lider oldu, gençlik sahaya yeniden indi ve CHP’yi sokak ve meydanlardan yana rol alma ve daha radikal bir dil kullanma konusunda motive etti; ülkeyi terk etmek isteyen gençlerin kalıp mücadele etme konusunda fikir değiştirmesine neden oldu; CHP ile İyi Parti arasındaki buzlar eridi. Merkez Bankası’nın 26 milyar dolar harcayarak dövize müdahale etmesi ve borsadan pek çok yabancı yatırımcının kaçmasıyla kamuda tasarruf politikası çöktü. Psikolojik üstünlük muhalefete geçti. CHP, 16 milyon kişiyi mobilize ederek İmamoğlu’nun muhalefetin tek ve alternatifsiz cumhurbaşkanı adayı olmasını alelacele yaptığı bir ön seçimle ilan etti. Gezi’den bu yana ilk kez her kesimden insan korku duvarını aşıp sokak ve meydanlara aktı. Özgür Özel’in yaklaşık bir haftadır süren Saraçhane miting konuşmaları, zaman zaman bir milyonu aşan kitlelerce dinlendi ve Özel, giderek “sokağın dili”ni yakaladı ve CHP bürokrasisinden bir eylemci parti yapısını üretmeyi başardı.
***
Gezi’de “Z Kuşağı” aktifti ki o zaman o gençlerin yaşları 12-13’e kadar inmişti. Şimdi de 17-18 yaşlarındaki üniversite gençliği “Saraçhane Hareketi”ni sürüklüyor. Gençlerin ön almasının birkaç nedeni var: Yüksek ve güçlü enerjileri, diplomalarının eleyici resmi “mülakat” karşısında bir işe yaramaması, devlette işe girebilmek için AKP’den torpilli olmak zorunda kalınması, diplomalı işsiz sayısının artması, geçim sıkıntısı, yüksek enflasyon, gelecek korkusu vb. “Saraçhane Hareketi” aslında çokkültürlü/çokkimlikli bir lider çıkarttı: İmamoğlu. İmamoğlu namazında-niyazında bir Müslüman, seküler bir Atatürkçü, modern ve çağdaş görünümlü bir aile babası, İngilizce konuşabilen küresel bir lider, Kürtlerle arası iyi bir politikacı, başarılı bir belediye başkanı, “Beyaz Türk” ile “Siyah Kürt”ün bir ortalaması, hem iş insanı hem de halka yakın bir lider vb. Öte yandan Erdoğan’ı yerel seçimlerde 4 kez yenebilen tek lider. İmamoğlu’nun iki önemli özelliği daha var: 1) Trabzonlu muhafazakâr bir aileden gelmesine karşın üniversite ve iş hayatı sonucu “girişimci yurttaş” olabilmesi; eşinin ve çocuklarının modern görünümü, şehirlerdeki orta ve üst sınıf seküler, hatta dindar kesimlerin desteğini alabilmesi. Bu yönüyle İmamoğlu, postmodern bir lider haline geldi çünkü gelenek ile modernliği iç içe geçirebilip, Homi Bhabba’nın deyimiyle “üçüncü mekan”ı yaratabildi. Bu melez/hibrit alan, farklı kimlik ve kesimler arasındaki alışveriş, tercüme ve etkileşimlerin bir ürünü olarak ortaya çıkıp popülist bir ittifak kurabildi. Öte yandan inatçı, direngen ve uzlaşmaz İmamoğlu portresi, AKP’yi yenip tarih sahnesinden silme arayışında talep edilen psikolojik havayı veya aurayı yaratabildi. Silivri’den devam eden mesajları, tıpkı Selahattin Demirtaş’ın tweetleri gibi destekçilerini sallamaya yetiyor. İmamoğlu artık bir fenomen haline geldi.
***
“Saraçhane Hareketi”nin şimdiden alamet-i farikasının AKP yandaşı kimi büyük sermaye şirket ve markalarına uygulanan boykotun olacağı görülüyor. Özel, dün akşam bu marka ve şirket isimlerinden bazılarını verdi ve CHP’ye/muhalefete karşı tutumlarına göre bu marka ve şirket isimlerinin güncelleneceğini söyledi. Sendikaların ve işçilerin Gezi’deki gibi eylemsizliği sonucu “üretimden gelen güç” (genel grev) kullanılamayınca “tüketimden gelen güç” yani yurttaşların bazı marka ve işyerlerini boykot etmesiyle oluşan tablo, bu ekonomik krizde şirket ve markalara geri adım attıracak gibi görünüyor çünkü Türkiye’de tüketim düzeyi, çeşitliliği ve aktivasyonu hala üst ve orta sınıfların gücüne bağlı; bu sınıflar da seküler Kemalist kesimlerdir. Özgür Özel bunun farkına vardı ama zaten bu talep çoktandır sosyal medya mecralarında dillendiriliyordu. Fakat iktidarı destekleyen kimi şirketler bu boykota dayanamayıp geri çekilseler bile devlet aygıtı elinde olan ve çok büyük bir sermayenin üzerinde oturan Erdoğan’ın bu şekilde diz çöktürülebileceğini sanmak bir hayalden ibaret. Boykot, seküler muhalif tüketicilerin siyasi kimliklerini biraz daha biler ama kalıcı sonuç yaratmaz. Devlet-parti üzerinden yandaş sermayeye akan fonlar, krediler, teşvikler ve vergi indirimleri çok büyük bir sermaye birikimi ve rant yaratmışken sivil kesimlerin ne kadar uyacağı şaibeli bir tüketmeme çarkı çare olamaz. Ve de bu sadece birkaç şirket ve markayla sınırlı kalırken.
***
Yaşadığımız “olay” çok büyük bir kriz. Kriz, ancak kritikle aşılabilir yani kritik anda kritik kararların verilmesiyle. AKP, demokratik terbiye almadığı için otokratik yollarla krizi çözmeye çalışıyor. Yani daha çok baskı, kumpas ve komployla birlikte devletin baskı ve ideolojik araçlarını eşzamanlı kullanarak. Ancak artık ne sopa (baskı aygıtları) ne de havuç (ideolojik aygıtlar) işe yarıyor. “Rubicon” çoktan geçildi ve muhalefetin geri dönüşü olmayan bir güç devşirmesi var. Kaldı ki CHP’nin birinci parti olmasının yanı sıra İmamoğlu’nu Erdoğan’ın açık ara önünde olduğunu anketler göstermeye başladı. CHP ve İmamoğlu için en büyük avantaj, çalışan kesimlerin ve emeklilerin mutlak yoksulluğu; öte yandan seküler orta sınıflar da ekonomik açıdan iyice güçsüzleşti, hatta proleterleşti. İş dünyası şikayetçi ki zaten bir süre önce TÜSİAD yöneticilerinin ellerine kelepçe takılarak küresel sermaye tehdit edildi. Kamu maliyesi delik deşik olmuş durumda. Devlet-parti aygıtı muhalefeti bir kedi gibi köşeye sıkıştırdı ve fakat kedi tırnaklarını gösterdi. Tuhaf ama gerçek olabilir: Bundan sonra siyasi hayatın geleceği büyük ölçüde dış güçlerin tutumuna ve Bahçeli’nin sağlık durumuna bağlı olacak gibi. Erdoğan bir adım bile geri adım atmaz, atarsa neler olacağını çok iyi tahmin ediyor. Ama halkın da canına tak etti ve bir kıvılcım, iki büklüm emeklileri bile çileden çıkarabilir. Kazan kaynamaya, hatta fokurdamaya başladı; basınç tehlikeli bir durumdur: Ya enerji olarak kullanır işe yarar hale getirirsin ya da altında yanar gidersin.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.