Mahallelerden ve köylerden başlayıp, fabrikalara doğru genişleyen, anti faşist mücadele ile sınıf mücadelesinin kaynaştıran Devrimci Yol’un işçi çalışmasının özgünlüğü kendini fark ettiriyor. Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın isminden önce cismiyle bu topraklara uğradığı açığa çıkıyor
“çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir”
Arkadaş Z. Özger
Türkiye işçi sınıfı önderleri arasında Kemal Türkler, Abdullah Baştürk, Rıza Kuas gibi isimler öne çıkar. Çalışmalarını Anadolu’nun ücra köşelerinde yürüten Yeraltı Maden-İş Başkanı Çetin Uygur ise DİSK içindeki hakim eğilimden olmamasına, konfederasyon genel başkanı, milletvekili gibi sıfatlar taşımamasına rağmen işçi sınıfı tarihi içerisinde özel bir yerde durur. Notabene Yayınları tarafından sınıf çalışmaları literatürüne kazandırılan Çetin Uygur kitabı bu müstesna yeri gösteren, ustalara saygı duruşu niteliğinde bir çalışma. Bu kapsamlı ve derin eser biyografiden çok Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin tarihinden uzun bir kesit olarak okunabilir. Aynı zamanda devrimci hareketle, işçi sınıfı hareketi arasındaki etkileşimi, farklı sendikal anlayışların çatışmasını izleyebileceğimiz bir kitap olmasıyla 1975-2000 yılları arasının farklı bir okumasına da olanak sağlıyor.
Zonguldak’ta CHP’li öğretmen babanın oğlu olarak büyüyen Uygur’un, Anadolu aydınlanması ile işçi kültürünün kesişim noktasında bulunduğuna dikkat çekilen ilk bölüm, şeriatçı ayaklanmayı destekleyen sosyalist etiketli partilerin, başını açması yasaklanan kadınları takvimine çizdirerek hidayete eren sendikalarımızın ortaya çıktığı günümüzde, 60’lardan itibaren Türkiye solunu besleyen iki damardan ne kadar uzaklaştığımızı yüzümüze vuruyor. Çocukluk dönemini ele alan bu kısa bölüm –anlamak isteyene- majör siyasetlerin gölgesine sığınarak var olmaya çalışmanın yaratacağı yabancılaşmayı işaret etmiş oluyor.
Uygur’un öğrenci örgütlerinde başkanlık da yaptığı 1960’lı yılların ele alındığı bölüm de ise yükselen toplumsal muhalefetin TİP’i aşması, gençliğin MDD tezine meyletmesi ama aynı zamanda darbeciliğin reddiyle birlikte 71 devrimci kopuşuna yöneldiği bir arka plan eşliğinde, 1968 denilince yalnızca gençlik mücadelesinin akla gelmesine itiraz edilerek işçi, köylü ve gençlik mücadeleleri arasındaki etkileşim hatırlatılıyor. Fabrika işgallerinin, üniversite işgallerine paralel bir seyir izlediği bu yıllarda gerçekleşen 15-16 Haziran eyleminin bastırılmasında ordunun oynadığı rolün MDD tezi etkisinde bulunan gençliğin ideolojik netleşmesine katkısı ortaya konuluyor. Yılmaz Güney’in Sanık romanında öğrenci birliği başkanı olarak adı geçen Çetin Uygur’un bu yönünün yine aynı romanda öğrenci lideri olarak anılan Harun Karadeniz kadar bilinmemesini işçi sınıfı önderi yönünün baskın olmasına yorabiliriz.
1973 yılında yapılan TMMOB Genel Kurulu’nda Teoman Öztürk’ün başkanlığa seçilmesiyle cisimleşen mühendis ve mimarlardaki bilinç sıçraması bir bakıma 68 kuşağının üniversiteden mezun olup çalışma hayatına girdiğinin de habercisidir. Çetin Uygur’un bu kez Genel Sekreter görevinde karşımıza çıktığı bu dönemde Halkın Mühendisleri adının benimsenmesi meslek örgütlerinin emek hareketiyle bütünleşme isteğini gösterir.
Yeraltı Maden-İş’in; 1975 yılı gibi Kızıldere’de THKP ve THKO savaşçılarının birlikte ölüme gittiği, meslek odalarında ortak listelerin çıkarıldığı, üniversitelerde ortak örgütlenmelerde bir arada durulduğu bir dönemde kurulması bir avantaj olarak yansır. SBKP-ÇKP kutuplaşması Türkiye soluna yansıdığında bu olumlu hava yerini 1 Mayıs 1977 Taksim mitinginde uç noktasına varan rekabete bırakacak, Yeraltı Maden-İş yönetimi de bu husumetten nasibini alacaktı.
Mafyayla silahlı çatışma eşliğinde başlayan sendikal faaliyet, TKP sekterizmi ile başka darbeler alsa da Devrimci Yol’un Anadolu’ya yayılmış ilişkileri üzerinden Yeni Çeltek dışına taşan çalışmanın Aşkale, Hekimhan, Cizre-Şırnak’ta aylarca süren grevleri doğurması devrimci hareketin varlığının işçi sınıfının önünü açtığının kanıtıdır.
Sansür ve engellemeyle karşılaşan Maden filminin sansürsüz kopyasının Yeraltı Maden-İş tarafından maden ocaklarında ve köylerde gerilla tarzıyla gösterildiğini, bu filme ödenen avansların İstanbul’dan Ankara’ya düzenlenen ve Fatma Girik, Türkan Şoray, Tarık Akan, Kadir İnanır gibi oyuncuların da katıldığı sansüre karşı yürüyüşün finansmanında kullanıldığını okuyan okur o dönem sanatla sınıf mücadelesi arasındaki güçlü ilişkiye tanık olacaktır.
Yeraltı Maden-İş’in sendikal ufuk çizgisinin dönemin çok ilerisinde olduğu eğitim çalışmalarına, toplu sözleşme metinlerine, işçi sağlığı ve iş güvenliğine, Taylorizme, özyönetime, sendikal faaliyetin mekânsal sınırlarına yaklaşımından anlaşılıyor. TİB tarafından hazırlanarak milyonlarca adet bastırılan Resimli İşçi Dizisi, Kayısı Çiçeği ve Faşizm adlı edebi yönü de olan kitap, film ve slaytlarla kaba propagandanın çok ötesine geçen Yeraltı Maden-İş; iş cinayeti tanımının kullanıldığı, kıdem tazminatı, teşvik ikramiyeleri prim gibi uygulamalara sömürüyü artırıp işçileri böldüğü için karşı çıkıldığı, sosyal haklar, çalışma süresi ve temposu, işyeri komitelerini gündeme alan bir perspektife sahipti. İşten çıkarmalarda disiplin kurulu kararını zorunlu tutan bu anlayış, disiplin kurulunda da tarafların eşit temsilini hak olarak görüyordu. Cizre’de işçilerin köylerine ulaşımı için servis hakkını kazanan sendika, işletmelerde ambulans bulundurma, yoğurt ve süt dağıtımı, yemeklerin kalori hesabı konularını ciddiye alıyordu. Zihinsel ve bedensel emek ayrımını da kabul etmeyen Yeraltı Maden-İş, işçilerin yaşam alanları olan mahalleleri, köyleri örgütlenme alanına dahil ederek öğretmenleri, muhtarları, esnafı ilişki ağına dahil etmiş, yaba işçilerinin, pancar üreticilerinin örgütlenmesinde rol oynayabilmişti. Asker kuşatması sırasında köylülerin işletme önüne akarak, kuşatanları kuşatarak direnişi sahiplenmesi bu ortak örgütlenme anlayışı sayesinde gerçekleşmişti. İşyeri komite ve konseyleri işçilerin söz ve karar sahibi olduğu mekanizmalar olmuştu.
Yeraltı Maden-İş ile Devrimci Yol çalışmaları arasındaki etkileşim Yeni Çeltek’te karaborsa, kumar, kadına yönelik şiddetin kökünü kazır, faşist katliamlardan bölgeyi korur. Yöre halkıyla güçlü bağlar, işletmedeki öz yönetim modeli Fatsa hayaletinin devletin üstünde dolaşmasına yol açar. Yeni Çeltek’in nokta operasyonu kapsamına alınması ve işletmenin kapatılma kararı tamamen bu korkunun eseridir. İşletmeyi sahiplenerek üretime devam eden madencilere devletin cevabı kömür kamyonlarına el koyma, telefonları kesme olunca patronsuz üretim greve dönüşür. Direniş ancak 12 Eylül darbesiyle bastırılabilecek bir militanlık sergiler. Cunta mahkemelerinin yargılama aşamasında da aynı militanlık sürer.
Sendika ile siyasal örgüt ilişkisi konusunda da Yeraltı Maden-İş örnek bir tarz izleyerek ne apolitizme düşmüş ne de işçilerin karar hakkını kadükleştirmişti. Yeraltı Maden-İş ile Devrimci Yol arasında bugün sendikalarımızda yaşanan arka bahçe mantığı görülmez.
Çetin Uygur Kitabı’nda DİSK’in oluşumu, ilk yıllarda TKP’nin hakimiyet kurması, Genel-İş ve Oleyis’in katılımı sonrası dengelerin değişmesi, faşist saldırılar karşısında alınan tutumlar, devrimci hareketlere TKP’nin uyguladığı ambargo, Maden İş’in başarısız MESS grevi 1 Mayıs 1977 katliamının sorumluluğu ile birleşince TKP’nin siyasal ve sendikal mevzilerini kaybetmesi aktarılırken işçi sınıfının devrimci dinamizminin Devrimci Demokratik Platform tarafından temsil edildiği, TKP’nin Avrupa’daki muadillerinden esinlenerek işçi sınıfının görece yüksek gelirli katmanı içerisine sendikal faaliyet gösterdiği yorumu yapılıyor. Belediyelerde çalışan işçiler sosyal demokrat grupların arkasında dizilirken, KİT’lerde çalışan işçilerin ise faşist kadrolaşmanın yarattığı can güvenliği ve iş güvencesi kaygısıyla devrimci sendikal anlayışlara dahil olduğu, küçük fabrika ve atölyelerde çalışan işçiler de patronlarının mafyatik ve feodal ilişkiler nedeniyle aynı sorunları yaşadığı, bunlarla devrimci hareketlerin ilgilendiği tespit edilerek dönemin işçi sınıfı içerisindeki katmanlaşmaya ve farklı sendikal anlayışlara dikkat çekiliyor. DİSK içindeki Devrimci Demokratik Platforma dahil sendikaların sınıfın en alt katmanını hedef aldığı bu tartışmada görülebiliyor.
Mahallelerden ve köylerden başlayıp, fabrikalara doğru genişleyen, anti faşist mücadele ile sınıf mücadelesinin kaynaştıran Devrimci Yol’un işçi çalışmasının özgünlüğü kendini fark ettiriyor. Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın isminden önce cismiyle bu topraklara uğradığı açığa çıkıyor.
Tank paletinin her şeyi dümdüz ederek geçtiği günlerin ardından sendikal hareket dirilme ve var olma çabası içine girerken Uygur’un da hapse girdiği 12 Eylül günlerinden sonra bağımsız sendikalar kurarak DİSK’in açılmasını bekleyen çevrelerin varlığına rağmen artık güçlü devrimci hareketlerin olmadığı bir dönem başlayacaktır ki bunun yarattığı sorunların kadro ve ilişki ağı yoksunluğuyla sınırlı olmadığı görülecektir.
89 İşçi Baharı’nı takip eden yıllarda Çetin Uygur’un Zonguldak’ta kaynamaya başlayan tepkileri sezmesi, Yeraltı Maden-İş çalışmasından kalan kadroların GMİS yönetiminde sarı sendikacılığı sonlandırışı ve Ankara’ya doğru başlayan Büyük Madenci Yürüyüşü’nü okuduğumuz bölüm en parlak örneklerin ortaya çıktığı sırada bile sendikal hareketin sınırlarını görmemiz bakımından öğretici. Bir tarafta MİT Bölge Müdürü, garnizon komutanı, valisi, helikopteri, militarist kuvvetleri ile savaşa gider gibi yığınak yapan devlet; diğer tarafta madencilere kamyonlarla yiyecek taşıyan, evlerini açan halkın olduğu tablo sınıf savaşımları şiddetinin varabileceği boyutları tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Aynı zamanda yürüyüşü Türk İş’in sahiplenmemesi, SHP’nin kendini hükümeti devralmaya hazır hissetmemesi yüzünden yalnızlık hissine kapılan GMİS’in kendine yüklenen misyonu kaldıramaması ve İçişleri Bakanı’nı, hatta Başbakan’ı ayağına kadar getirmiş olmasına rağmen çıktığı yoldan dönmesi, Şemsi Denizer’e yüklenen satış suçlaması yüzeyselliğine düşülmeden anlatılıyor. Tabii Mengen’den geri dönen yalnızca madenciler olmuyor, 89 İşçi Baharı da geri çekilmiş oluyor. Neoliberal politikaların önünü açılıyor.
Çetin Uygur 90’lı yıllarda İşçilerin Sesi gazetesi ile işçi sınıfı havzalarına müdahaleyi önüne koyduğunda Devrimci Kamu Çalışanları kamu emekçileri hareketinin, Devrimci Gençlik öğrenci hareketinin öncülüğüne soyunuyor, Halkevi şubeleri mahalle çalışmalarının adımları atıyordu. Devrimci Yolcu çevrelerin birbirinden bağımsız farklı alanlarda yürüttükleri çalışmalar Demokrat Dergisi ile ortak perspektife kavuşma çabası gösteriyor, alan çalışmalarını bir araya getirecek Devrimciler süreci sıçrama beklentisini yükseltiyordu. Tüm bu çabaların; tarihin sonunun ilan edildiği, “elveda proletarya” adı altında işçi sınıfının devrimci rolünün reddedildiği bir dönemde ortaya konulması değerini daha da artırsa da dünyada yaşanan gerilla hareketlerinin yasallaşma süreci bu sağcı dalganın üstüne eklenince Tartışma Süreci adı verilen manipülasyon ve müdahaleler dümenin sağa kırılmasına yol açarak bu çalışmaların ya tasfiyesine ya da aforoz edilmesine yol açar.
SSCB’nin dağılması da liberal virüsün sola bulaşmasının etkenlerinden biri olur. TBKP çevresinin işçi sınıfının birliğinin Türk İş’te sağlandığından DİSK’e gerek olmadığını söylediği, sınıf çelişkilerinin ortadan kalktığını savlayarak Çağdaş Sendikacılık adı altında sermayeyle uzlaşmacı bir çizgi izlemeye başladığı dönemde Çetin Uygur önce Dinazorların Krizi kitabı ile sonra da Yön dergisi ile teorik müdahalesini gerçekleştirir, elveda proletarya tezinin karşısına proleterleşme dalgası tespiti ile dikilir.
Reel sosyalizmin yenilgisi Türkiye solunda ideolojik keşmekeşe yol açıp, devrimci geleneklerin ehlileştirildiği yasal partilerin kurulmasını doğururken Uygur, sermayenin saldırılarına karşı barikat kurma kaygısıyla emek ve meslek örgütlerinin bir arada durabileceği Ankara Demokrasi Platformu’nu kurar. Özelleştirmeye karşı Ankara’da toplumsal muhalefeti canlı tutan bu birlik diğer şehirlerdeki emek örgütleri tarafından örnek alınarak ülkenin dört bir yanına dağılır.
Kamu çalışanları hareketinin doğuşu, gelişimi ve konfedarasyonlaşma süreci de kitapta ele alınan konulardan biri. KÇSP’nin daha kurumsallaşma ihtiyacı kendini hissettirirken Birleşik Emek Konfederasyonu tartışmasının ÖDP’nin kurulması ile birlikte KESK’e evrilmesi ve hareketin memur konfederasyonuna dönüşmesi bu bölümde izlenebiliyor.
Yön dergisi ile o güne kadar solun gündeminde olmayan patriyarka ve ekolojik yıkım sorunlarının ele alınışı, Toplumsal Hareket Sendikacılığı ve proleterleşme açılımları yayın ekibinin ufkunun genişliğini gösteriyor.
Yine aynı eserde Uygur’un DİSK yönetiminde görev aldığı yıllarda önerdiği kampanya, çalışma ve eylemler ile DİSK’in demokrasi mücadelesinde üstlendiği sorumluluklara yer verilmiş. İşçi evleri açılmasından çocuk işçiliğe karşı yürüyüş gibi sınıfın yaşadığı sorunları yakalayan, solda temcit pilavı haline gelen birlik meselesi yerine toplumsal muhalefetin birliğini yaratmayı önüne koyan bakış açısı yolunu şaşıranlar için pusula misyonunu üstlenmeye devam ediyor.
Maden mühendisi olarak geldiği ocaklarda aynı yemeği yediği, aynı yerde yatıp kalktığı işçilerle devrimci bir sendikal anlayışı yeşerten, devletin korkusunu suikast girişimiyle, buna karşı halkın sevgisini Maden Dağı türküsünü kendisine uyarlayarak gösterdiği Çetin Uygur’un hayatı yürüttüğü çalışmalar gibi devasa bir kitap halinde okunmayı bekliyor. Sınıf hareketinde Yön’ünü bulmak isteyenler kaçırmasın.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.