Şimdilik ABD’nin Türkiye ile mutabakat halinde Kürtlerin önüne çıkardığı çerçeve kabaca üç maddeden ibaret. 1) YPG’nin silah bırakması, 2) SDG’nin yeni Suriye ordusuna dahil edilmesi 3) Suriyeli olmayan savaşçıların Suriye’den çıkarılması. SDG ve YPG de yaptığı açıklamalarla bu çerçevede bir uzlaşı zeminin yaratılabileceğini belirtiyor. Ancak bu üç maddede özetlenebilecek zemin, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik stratejik hedeflerine tam anlamıyla yanıt vermiyor ya da eksik bırakıyor
Suriye’de BAAS rejiminin yıkılmasının üzerinden bir ay geçti. Ancak yangın devam ediyor, henüz taşlar yerine oturmuş değil. Suriye’de belirsizlik, kuzeyinde ise savaş pozisyonu hakim.
Özellikle son bir haftadır Tişrin Barajı ve Münbiç-Kobanê yolu üzerindeki Karakozak Köprüsü çevresinde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Saray medyasının bütün söylemlerine rağmen Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO), henüz Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) elinde bulunan bu iki noktayı da alabilmiş değil. SDG yaptığı açıklamalarda gerçekleşen bütün saldırıları püskürttüğünü söyledi. Uluslararası gözlemcilerin rapor ve günlük savaş bilançoları da SDG’yi doğruluyor. Her iki tarafın verdiği rakamlara göre yoğunlaşan çatışmalarda ağır kayıplar veren tarafı SMO oluşturuyor.
Türkiye de bu iki yerin düşürülmesi için sahada aktif bir askeri pozisyon içinde. SMO’nun karadan ilerleyebilmesi için kesintisiz bir hava desteği sunan Türkiye, Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü’nün etrafındaki saldırılarını yoğunlaştırmış durumda. Ancak bu hava saldırılarının yalnızca SDG’ye ait askeri noktalara yönelik olduğu düşünülmesin. Türkiye özellikle sivil yerleşim alanlarının çevresine yönelik gerekleşen SİHA saldırıları ve karadan top atışlarıyla bölgeyi insansızlaştırmak istiyor.
Peki Türkiye’nin saldırıları neden bu iki yerde yoğunlaşıyor ve ne amaçlanıyor? Her şeyden önce bilmek gerekiyor ki hem Tişrin Barajı hem de Karakozak Köprüsü stratejik öneme sahip iki önemli geçiş güzergahı. Tişrin Barajı Rakka’ya, Karakozak Köprüsü ise Kobanê’ye açılıyor. Eğer Tişrin Barajı düşerse hem Kürtlerin elindeki en önemli enerji kaynağı alınmış olacak hem de Rakka’ya giden yolun önü açılacak. Türkiye SMO eliyle, nüfus çoğunluğunu Arapların oluşturduğu Rakka’da kendisine çok hızlı biçimde taban devşirerek hem içerden hem de dışardan Rakka’yı kuşatıp düşürmeyi istiyor.
Yine yukarıda vurgulandığı gibi savaşın bir diğer ayağını da Karakozak Köprüsü oluşturuyor. Bu yol Fırat’a açılan yegane yoldur. Türkiye eğer SMO çetelerini buraya sokmayı başarırsa Kürtleri Fırat’ın doğusuna kesin olarak hapsedeceği gibi Kobanê’yi menziline alan yeni bir savaşın da önünü açacak. Son bir kaç gündür Kobanê’nin köy ve kasabalarında gerçekleşen yoğun hava saldırılarını böyle okumak gerekiyor.
Türkiye ve SMO’nun SDG’ye yönelik saldırılarının önümüzdeki günlerde artarak süreceğini öngörmek zor değil. Bu bağlamda belirleyici dinamik olarak ABD’de 20 Ocak’ta gerçekleşecek başkanlık değişimi öne çıkıyor. ABD’nin içerisinde bulunduğu kaotik durum ve değişim sürecinin yarattığı boşluk, nesnel olarak Türkiye’ye alan açmakta. Türkiye bu tarihe kadar daha ciddi adımlar atmak ve daha kapsamlı bir askeri harekata yönelmek isteyebilir. Erdoğan ve Fidan’ın bu ihtimali daha yüksek sesle dillendirmesi bu sebepledir. Eğer böylesi bir ihtimal devreye girerse olası bir askeri harekat topyekun bir savaştan daha çok Fırat bölgesini hedefleyecektir. Şu an için Türkiye’nin, ABD’nin mevcut bulunduğu ve on binden fazla IŞİD tutuklusunu barındıran Rojava’nın Cizire bölgesine (Qamışlo ve Haseke’nin de içerisinde bulunduğu alan) sınırlandırılmış operasyonlar dışında saldırabilmesi pek de mümkün gözükmüyor.
Buraya kadar bahsedilenler silahların dili. Bir de silahların gölgesinde yürüyen siyaset ve diplomasi trafiği var. Buradaki vaziyet de en az sahadaki kadar karmaşık.
Ancak bu karmaşıklığın içerisinde belirginleşmeye başlayan olgular da var. Artık görülüyor ki yeni Suriye’nin geleceğinde -henüz siyasi sınırları belirli olmasada- Kürtler etkili bir siyasal özne olarak yer alacaktır. Suriye siyaseti nasıl şekillenirse şekillensin Trump ABD’sinin Kürtleri tamamen yalnız bırakacağını düşünmek olası değil. ABD her fırsatta “Türkiye’nin ya da başka bir aktörün Suriye’nin kuzeyini istikrarsızlaştırmasını istemiyoruz” açıklamalarını tekrar ediyor. Son günlerde İsrail’in Kürtler lehine arka arkaya yaptığı açıklamalar da Trump üzerindeki dış baskıyı arttırmanın bir adımıdır.
Ancak ABD, Türkiye’nin kaygılarını da gidermenin yollarını arıyor. SDG adına Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamalar ABD ile paralel. Hatta yeniden başlayan İmralı görüşmelerini de bir parça bu tabloya dahil etmek gerekiyor. Kürt diplomasisi Türkiye ile mutabakatın yolunu arıyor. Şimdilik ABD’nin Türkiye ile mutabakat halinde Kürtlerin önüne çıkardığı çerçeve kabaca üç maddeden ibaret. 1) YPG’nin silah bırakması, 2) SDG’nin yeni Suriye ordusuna dahil edilmesi 3) Suriyeli olmayan savaşçıların Suriye’den çıkarılması. SDG ve YPG de yaptığı açıklamalarla bu çerçevede bir uzlaşı zeminin yaratılabileceğini belirtiyor.
Ancak bu üç maddede özetlenebilecek zemin, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik stratejik hedeflerine tam anlamıyla yanıt vermiyor ya da eksik bırakıyor. Çünkü Türkiye eğer yapabilirse fiili özerk yapıyı tasfiye etme amacındaydı. Ancak gerçekçi olmak gerekirse bu seçeneğin neredeyse ihtimal dışı olduğunu belirtmek mümkün. Federatif- özerk ya da sınırları genişletilmiş bir yerel özerklik. Kürtler günün sonuna bu aralıkta bir statünün sahibi olacağa benziyor. ABD ve İsrail’in yanı sıra Avrupalı aktörler de aynı yere işaret ediyor. ABD’nin Türkiye’yi nereye kadar razı edebileceğini ise şimdiden söylemek mümkün değil. Bunu Trump sonrası dengeler kadar sahadaki savaşın gidişatı da belirleyecektir.
Aslına bakılırsa iş yalnızca HTŞ’ye kalsaydı SDG ve HTŞ’nin çok daha rahat müzakere zemini yaratabileceğini söylemek mümkün. Çünkü HTŞ bütün önceliğini uluslararası aktörlere kendisini kabul ettirmeye vermiş durumda. Özellikle Trump sonrası en önemli gündem maddelerinden bir tanesi HTŞ’nin geleceği, yaptırımların kaldırılması ve terör listesinden çıkarılıp çıkarılmayacağı. Bu amaçla her türlü pragmatizmi sergilemeye ve her türlü geri adımı atmaya da hazır.
Ancak bir uzlaşı zemininde dahi şunu akılda tutmak gerek. HTŞ’nin, Türkiye’nin razı edilmediği bir seçeneğe evet demesi mümkün değil. Fidan-Colani görüşmesinin ardından yeni Suriye devletinin “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak yoluna devam edeceğinin açıklanması bu doğrultunun ifadesi. Tüm bunlara rağmen ABD ve Türkiye arasında bir gerilimi yaşayan HTŞ’nin SDG ile fiili bir çatışma denkleminden kaçındığını ve bu tutumunun -yeni bir durum ortaya çıkmadığı sürece- devam edeceğini söylemek mümkün.
Ancak HTŞ’nin önünde düz bir yol bulunmuyor. Özellikle Batı’nın HTŞ’ye tanıdıkları fiili meşruiyet muhakkak ki yeni ödevleri içerisinde barındırıyor. En tanındık cihatçılardan yeni bir askeri yapı oluşturan, istihbarat örgütlenmesini El-Kaide ve IŞİD artıklarına emanet eden, kadın katillerini Adalet Bakanı olarak atayan, Şii ve Alevilere sürek avı başlatan HTŞ’nin bu taleplere tamamen sürtünmesiz yanıtlar vermesi düşünülemez.
Kürtler adına son günlerde gerçekleşen açıklamalara bakılacak olursa şunu söyleyebiliriz. Özerk Yönetim’in yoğun diplomatik atakları belirli bir düzeyde sonuç almaya yaklaşmış gibi duruyor. Özerk Yönetim adına açıklamalarda bulunan İlham Ahmed bir röportajında “Sürecin meyvelerini yakında yiyeceğiz” diyerek kimi gelişmelere işaret etmiş bulundu. Hemen değil ama bir süre sonra Özerk Yönetim’in daha cüretli adımlar atması mümkündür. ABD ve ittifakları da, uzayan ve sonuçsuz kalan bir müzakere sürecinin sonunda Türkiye’yi ve HTŞ’yi fiili bir rıza durumuna çekebilmek için kimi “de facto” adımları destekleyebilir.
20 Ocak’a kadar sahadaki çatışma durumu şiddetlenecektir. Ayrıca İmralı’dan gelecek olan mesajların da muhakkak ki bu sürece etkisi olacak. Eğer Türkiye ve SMO, bu bir haftalık süre içerisinde SDG’yi sahada geriletmeyi başarabilirse yeni bir denge durumu açığa çıkacaktır. Bu koşullarda ise kartlar son bir defa karılacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.