Yaşanan açlık krizlerinin temel nedeni yeterli gıdanın üretilmemesi değil, gıdaya ulaşım hakkının engellenmesidir. Hayvan bedenin vahşi işkencelerle kesilip doğranması sonucu elde edilen et, özel mülkiyet sahibi zengin azınlığın sofrasında yer alırken yoksul çoğunluk özel mülkiyeti değil de et yememeyi dert ediyor ve asıl sorun buradan başlıyor
Bir süredir yazılı ve görsel medyada “Et yiyemiyoruz, beslenemiyoruz, çünkü yoksuluz” söylemi servis edilmekte. Biz de et yemek (doğrusu yememek) ile yoksulluk arasında bir ilişki olup olmadığını sorgulamaya çalıştık. Cevabımızı en başta verelim: Et ile yoksulluk arasında bize anlatıldığı türden bir ilişki yok. Şimdi nedenleri ile bu durumu inceleyelim.
İçinde yaşadığımız sistem bir medeniyet falan değil. Canlı olan her şeye düşman olan bu sisteme illa ki medeniyet diyeceksek bence ceset medeniyeti demeliyiz. Bu sistem düzensizlik içinde işliyor. Düzensizlik eşitsizliği, eşitsizlik de kutuplaşmayı yaratıyor. Ezen/ezilen, insan/hayvan, zengin/yoksul… kutuplaşmaları bu düzenin hareket yasalarınca üretilmekte. Zenginlik bu kutupsal ilişkide belirleyici durumda.
Yoksulluk, günlük temel ihtiyaçları karşılayamama durumu olarak ifade ediliyor ve bu tanım şu soruyu hak ediyor: Temel ihtiyaçların neler olduğuna kim, neye göre karar veriyor? Ayrıca sınırlı ve sonlu bir yaşama sahip olan insanın nasıl oluyor da sınırsız ve sonsuz ihtiyaçları olabiliyor? Ve nihayet, et yemek neden gıda ihtiyaçlarının en önemlisi ve hatta birincisi olarak kabul ediliyor? Kapitalizmin işleyiş mantığında yoksulluk önemli ve gerekli bir yere sahip. Sistemin ayakta kalması ve devam edebilmesi yoksulluğun sürekliliğine bağlı. Yani kısacası kapitalist sistemde yoksulluk arzu edilmeyen değil, tam tersine istenen bir durumdur. O nedenle sermaye ve onun koşulsuz savunucusu kapitalist devlet yoksullukla mücadele etmez onun yerine yoksullarla savaşır! Bu savaşın temel belirleyicisi de sınıfların aldığı pozisyon ve güç ilişkisidir. Sınıflı bir toplumda yoksulluk bireysel bir sorun olarak gösterilir, kabul ettirilir. Oysa yoksulluğun bireysel nedenlerle ortaya çıkması söz konusu bile değildir.
Bugün yaşadığımız ekonomik, sosyal, ekolojik sefalet ve felaketlerin nedeni yoksulluk değil zenginliktir! Bu anlamı ile yoksulluğun nedeni zenginliktir. Yani sorunların asıl yaratanı zenginliğin kendisidir. Zengin; parası ve malı çok olan, varlıklı demek. Bu kısa tanımda sözü edilen para ve mal gibi kavramlar bize bir şeyi daha net olarak ifade ediyor: Zenginliğin kaynağı özel mülkiyeti. Dolayısıyla yaşanan tüm kötülüklerin ana kaynağı özel mülkiyettir. Özel mülkiyet; tüm canlıların (insan – doğa – hayvan) olması gerekenlerin küçük bir grubun elinde toplanmasıdır. Bu nedenle özel mülkiyet, herkesin olanı çalmaktır yani hırsızlıktır! Bu hırsızlık iki şekilde olmakta: Ya üretilen değerin büyük çoğunluğuna el koyarak ya da mafyatik yöntemlerle çalarak. Bu iki hırsızlık da burjuva hukuk sistemi tarafından meşrulaştırılır, korunur ve kollanır. “Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasadışı kapitalizmdir” sözü bu durumu harika biçimde bize anlatır.
Zenginliği yaratan üç temel bileşenden bahsederek bu bölümü bitirelim. Birincisi insan emeği, ikincisi doğal varlıklar ve üçüncüsü hayvanların emeği ve bedeni. Zenginliğin kaynağı bu üç bileşen birbiri ile ayrılmaz bütünlüktedir ve verilecek mücadeleler açısından da önemlidir. Yoksulluğun sonucu olarak gösterilen et yemekte özünde hayvan bedeninin sömürüsüdür. Şimdi bu sürece daha yakından bakalım.
Yetersiz beslenme, gıda güvensizliği, gıdaya erişimin engellenmesi gibi durumlar elbette yoksulluğun direk sonuçları arasında yer alır. Ama beslenememenin temel sorunu et değildir. Et yemek hayvan bedeninin sömürüsüdür ve bu sömürü özel mülkiyeti elinde tutan zengin azınlığın işidir. Burada üç amaç var: Birincisi zenginliğin kutsanması adına yoksulluğun var edilmesi, ikincisi beslenmenin ana omurgası olarak etin gösterilmesi üçüncüsü de hayvan sömürüsünün yok sayılması.
Bu süreçte açlık krizi ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmemiz gerek. Bu gerçeğin üstünü örtmek için de açlık krizi denmiyor da gıda krizi deniyor. Açlık krizini et yemeye ya da yememeye indirgeyerek de diğer önemli sorunlar hasır altı ediliyor. Bugün dünya nüfusunun yarıdan fazlası aç. Her yıl milyonlarca insan açlıktan ölüyor ve bu ölümlerin büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor.
Yaşanan açlık krizlerinin temel nedeni yeterli gıdanın üretilmemesi değil, gıdaya ulaşım hakkının engellenmesidir. Hayvan bedenin vahşi işkencelerle kesilip doğranması sonucu elde edilen et, özel mülkiyet sahibi zengin azınlığın sofrasında yer alırken yoksul çoğunluk özel mülkiyeti değil de et yememeyi dert ediyor ve asıl sorun buradan başlıyor!
Ulaşımı engellenen gıda, sistem tarafından metaya dönüştürülmekte. Gıdanın metalaşması politik bir dayatmayı içerir ve bu dayatma yönteminde açlık, yönetme biçimi haline getirilir. Bu anlamı ile gıdayı kontrol etmek insanı, doğayı ve hayvanları kontrol etmek demektir. Buradan bakarsak et yemenin sorgulanmasının aynı zamanda sistemi sorgulamak olduğunu görürüz. Bu görme bizi, yoksulluğun et yemek/yiyememek ile değil zenginlik ve özel mülkiyet ile ilişkili olduğu sonucuna götürür.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Birincisi sınıfsal çelişkilerin, şiddetin, zulmün yarattığı açlığı, sefaleti gizlemek için yoksul, fakir, muhtaç gibi kavramlar kullanılıyor. Böylece zenginlik ve özel mülkiyet tabu haline getirilip sorgulanması engelleniyor. İkincisi şiddet yoluyla elde edilen özel mülkiyetin yine şiddet yoluyla korunduğunu saklamak ve kabul ettirmek için uydurma burjuva hukuk yasaları icad ediliyor. Üçüncüsü et yemenin gerçek adının ceset yemek olduğu ve etli yemeğin aslında cesetli yemek olduğu kabul edilmiyor. Et yazan her yerde aslında cesET yazdığını unutmamak gerekiyor.
Başladığımız gibi bitirelim. Yoksulluğun kaynağı cesET değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.