“Şimdilerde, 12 bin 500 TL olan emekli maaşıma kaç yüz lira zam gelecek, onu bekliyorum… Haberleri dinlemiyorum, biliyor musunuz! Eskiden kaçırmazdık, ‘ajans haberleri’ saatini! Şimdi her izlediğimde, bana ‘sabret’ diyen “tok”ları izlerken, tansiyonum yükseliyor…”
Son 22 senesini AKP iktidarının yönetimi altında geçiren Ankara’nın o çok çocuk talebini dinledik hep, ki en çok da evlilik cüzdanını geline verirken talep edilmedi mi o çocuk sözleri! Doğacak o çocuklara nasıl bakılacağı mı? Hiç konu edilmedi… 1-2 yetmez, ama 4 çocuğa kadar çıkan o talep, o çocuklara bakacak olanların maaşını da sormadı, bakabilecek misiniz sorusuna ise hiç takılmadı…
Sadece istedi…
Hep daha çok çocuk, dedi…
Bir gün o çocuklar büyüyecekti, düşünmedi…
O çocuklar genç olup, iş ve para talep edecekti, planlamadı…
O çocukların yaşlılığının devlete maliyeti ise hep göz ardı edildi…
Artık öğretmen olsa da garanti bir işi yok, dünün çocuklarının.. Bulabildikleri işin maaşı ise çokça asgari! O da hem açlık hem yoksulluk sınırının altında… Halbuki doğsunlar diye o kadar ısrar edilenler değil miydi onlar? Azalan nüfusun stratejik üstünlüğünü sağlayacaklar değil miydi o çocuklar! Doğsunlar diye yeni evlenen çiftlere ısrarla yemin ettirilenler değiller miydi?
Ne değişti?
Onlara dair umuda yıllar içinde ne oldu?
Israrla ‘doğsun’ denen çocukların gençliği niye işsiz kaldı?
İş bulabilenler nasıl oldu da asgari maaşlarıyla yoksulluğa terk edildi?
O çocukların yaşlılık hallerini açlık sınırının altına mahkum ederken, bize ne oldu?
Siyasetin Ankara’sının “sabır” istediklerine “şükredin” diyenler, hayata dair neyi unuttu?
“Porsiyon küçültün” diyenlerin asla küçülmediği porsiyonları hep büyürken, neler kaybedildi?
Umut mu?
Güven mi?
Huzur mu?
Kayıpların yerine ne geldi sahi?
Umutsuzluk mu?
Gelecek kaygısı mı?
Yitip giden güven duygusu mu?
Tüm bunlar yaşanırken, “sağ”cısı da “sol”cusu da “din”cisi de “sosyalist”i de “komünist”i de “milliyetçi”si de bizlerin oylarıyla gittikleri Ankara’daki halkın meclisinde, hakları olmayan bir “kıyak” emekliliğin garantisinde, bizlerin yoksulluğu üzerinden kavga ediyor, hemen her gün! Kavga edenler, geçinemeyenlerin ülkesinde kendileri için inşa edilen lokantanın ucuzluğunda, yine bizlerin yoksulluğu üzerine edebiyat parçalıyor! Hatta aldıkları yüksek maaşları laf edenlere de “Siz bizim günde ne kadar vatandaşı ağırladığımızı biliyor musunuz?” diyerek, aslında aldıkları o yüksek maaşları da vatan/millet için aldıklarını anlatıyor!
Biz mi?
Akıllanmıyoruz…
Çünkü hiç sormuyoruz…
Sırası gelse de sorgulamıyoruz…
Şikayet etsek de, yüz yüze gelince susuyoruz…
Vekil yaptıklarımızın önünde ceketlerimizi ilikliyoruz…
Asgari ücrete verilen son zam rakamının da emekli maaşlarına verileceği söylenen artışın da bizi ne yoksulluktan ne de açlıktan kurtarmayacağını bile bile susuyoruz!
Geçen gün bir emekli bana yazmış, sustuklarına dair ve demiş ki; “Eskiden, mahalle pazarına fileyle giderdik, ama o fileye de gerek kalmadı! Dolmuyor ki… En fazla bir iki poşetle çıkıyoruz, eve dönerken… Avrupalı olduk! Meyveleri de sayıyla alıyoruz artık.. Akşamları, servis ederken o meyveleri, her tabağa birer tane koyardık eskiden! Şimdi mi? Bir meyve tabağı getirip, soyduklarımızın dilimlerini paylaşıyoruz! Patatesin, maydanozun, soğanın ülkesinde, bunları bile alırken düşünüyoruz! Ülkem için üzülüyorum, kendim içinse utanıyorum… Şimdilerde, 12 bin 500 TL olan emekli maaşıma kaç yüz lira zam gelecek, onu bekliyorum… Haberleri dinlemiyorum, biliyor musunuz! Eskiden kaçırmazdık, ‘ajans haberleri’ saatini! Şimdi her izlediğimde, bana ‘sabret’ diyen “tok”ları izlerken, tansiyonum yükseliyor… Namaza giderken bile onlarca arabayla gidenleri, cami içinde onlara özel protokol açılanları izlerken, ‘Allah affetsin’ diyorum… Allah onları affeder mi bilmem, ama ben affetmiyorum… Emekliliğimizi ‘ölümü bekler’ gibi bizlere yaşatanları affetmiyorum… Bizler bu kadar zor yaşarken, bizleri yönetenler hiç bir şeyden fedakarlık etmezken, hakkımı hiç birine helal etmiyorum…”
Ben mi?
Doğan her bir bebeğe, umutla yaşayabileceği bir ülke ve gelecek vermenin hesabı yerine, onları sadece ‘artması gereken’ nüfusa katkı diye sunan ve kabul edenlerden, bu hikayeyi düzeltmelerini tabii ki beklemiyorum ama, yoksulluğumuz üzerinden her gün konuşanları izledikçe de,
dürüstçe,
…midem bulanıyor!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.