Politik ve birleşik bir emek hareketinin yaratılması bakımından siyasal mücadelenin toplumsallaşması çok önemli bir unsurdur. Somut ve belirli bir mekan/coğrafya ile somut ve belirli ilişkilerle inşa edilebilecek böyle bir hareketin/cephenin sendikal mücadelenin kapasitesini aşması oldukça mümkündür
“Yol verin yüzyıllar boyu sömürünün, ıstırabın ve acının kalbinizde biriktirdiği kızgınlığa ve kine!”
Lenin
Tarihin çok sınırlı bir dönemi ve çok sınırlı bir coğrafyası hariç sınıf mücadelelerinin çıplak işçi hareketi olarak cereyan etmediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sınıfsal olan, doğası gereği yaşamın her alanına gömülüdür ve sınıf çelişkisinin tezahür edişinin oldukça zengin biçimleri vardır. Yani esas ve biricik olan sınıf çelişkisi, olgusal düzlemde müthiş bir zenginlik gösterir. Bu bağlamda toplumsal alan sınıf mücadelesi açısından bize çok geniş bir zemin sağlar. Günümüzde sendikal mücadelenin kapsamının genişletilmesi bir parçası olduğu “siyasal olanın toplumsallaşması, toplumsal olanın da siyasallaşması” meselesi bu bağlamda önemli bir hedef olarak hala önümüzde durmaktadır. Tabi ki bu hedefin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir reçetemiz yoktur ancak bütünlüklü bir yönelim ve bu yönelimle uyumlu bir pratik olmaksızın elde edilemeyecek bir sonuç olduğunu söyleyebiliriz. Böyle bir bütünlüklü yönelimi şimdiden ortaya koyamasak da “siyasal olanın toplumsallaşması, toplumsal olanın da siyasallaşması” üzerinden bazı konuları yeniden düşünmekte fayda var.
Öncelikle kendiliğinden parlayan ve sönen toplumsal hareketlerin “toplumsal olanın da siyasallaşması” olarak değerlendirip değerlendiremeyeceğimiz önemli bir
konudur. Özellikle bu hareketlerin (konut hakkı mücadelesi, HES karşıtı mücadeleler gibi) neoliberal dönemin politik mücadelesinin karakteri olarak sıkça değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Bu değerlendirmeyi paylaşıp paylaşmadığımız ve hatta daha da önemlisi bizim ‘siyasallaşma’yı hangi ölçütlere bakarak değerlendirdiğimizin netleştirilmesi toplumsal mücadeleye dair bir strateji kurabilmemiz için gereklidir.
O halde “siyasallaşma”dan ne kastettiğimizin netleştirilmesi için ekonomik ve siyasal mücadele ayrımına dair bazı hususları hatırlamak gerekir. Ekonomik mücadele dediğimizde biz onun politik muhtevasını biliriz ancak burada ikisini birbirinden ayıran kilit nokta, o giz, artık pek de dillendirilmeyen “iktidar perspektifidir”. Benzer bir şekilde kapitalist ilişkilerin (sömürünün kendisinin) yani toplumsal ilişkilerin “sınıfsal” olduğunu biz biliriz ancak toplumsal mücadele ile sınıf mücadelesi ayrımının önemi iktidar perspektifinde yatar. Bir diğer deyişle toplumsal ilişkilerin iktidara muhalif bir şekillenme içinde olması ile ancak bir sınıf mücadelesinden bahsedebiliriz. Yoksa işe giderken bindiğimiz dolmuşta, çay içtiğimiz kahvehanede, alışverişe gittiğimiz AVM’de toplumsal yaşamın her yerinden bir sınıfsallık fışkırır zaten. O halde toplumsal olanın siyasallaşması ile kastettiğimiz şey sınıf mücadelesidir diyebiliriz. Bu durumda da toplumsal olanının siyasallaşmasının ölçütünün hem iktidar karşıtı bir perspektif hem de ilişkilerin iktidar karşıtı bir muhtevayla somut olarak şekillenmesi olduğu söylenebilir.
Peki böyle bir içerik taşımayan ancak toplumsal bir aktör (sınıfsal/politik bir aktör değil) olarak karşımıza çıkan kitlelere burun mu kıvıracağız? Bu hareketleri sınıf indirgemeci bir tavırla yok mu sayacağız? Kesinlikle hayır. Az önce yaptığımız ayrımın politik mücadelenin zayıf olduğu konjonktürlerde toplumsal hareketlerin sınıf mücadelesine; toplumsal aktörlerin ise politik aktörlere (sınıf mücadelesinin aktörüne) ikame edilmesine karşı bir uyarı olarak algılanmalıdır. Böyle bir ikameciliğe düşmediğimiz sürece bu tür toplumsal hareketler karşı-hegemonik bir cephenin kurulması bakımından mutlaka hesaba katılması gereken unsurlardır. Buna ilaveten kendiliğinden doğan toplumsal hareketlerle nasıl ilişki kurulacağı vb. meseleler derinleştirilebilir.
Siyasal mücadelenin toplumsallaşması açısından ise şimdiden birtakım yöntemler geliştirilmelidir. Türkiye’de devrimci geleneğin bu konudaki deneyimi zengin sayılabileceğinden birtakım yöntemlerin hatırlanması ve günümüz ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi gerektiğini söylesek daha doğru olacaktır. Bu bağlamda da mahalle çalışması, dayanışma pratikleri vb. yöntemlerin gözden geçirilerek tartışılması anlamlıdır. Bu noktada da günümüz sendikal mücadelenin kapsamının genişletilmesi bakımından emekçilerin yaşam alanlarını da kapsayan bir örgütlenmenin sağlanmasının, toplumsal mücadelenin farklı biçimleri ile daha zengin araçlara sahip olabileceği düşünülebilir.
Politik ve birleşik bir emek hareketinin yaratılması bakımından siyasal mücadelenin toplumsallaşması çok önemli bir unsurdur. Somut ve belirli bir mekan/coğrafya ile somut ve belirli ilişkilerle inşa edilebilecek böyle bir hareketin/cephenin sendikal mücadelenin kapasitesini aşması oldukça mümkündür. Hatta daha ileri gidersek, toplumsal mücadelenin araçlarının zenginleştirilmesi ve yetkinleştirilmesi meselesi sendikal pratiklerin zenginleştirilmesi mesesi ile sınırlanamayacak kadar önemlidir. Bu yüzden de toplumsal pratikler ile toplumsal düzlemdeki sendikal pratiklerin eş güdümlü ve birbirini besleyen bir noktadan kurulması anlamlı olabilir.
Toplumsal mücadelenin siyasallaşmasının, siyasal mücadelenin de toplumsallaşmasının önemli bir ölçütü olarak da siyasallaşmanın kalıcı araçlarının yaratılıp yaratılamadığı noktası akılda tutulması gereken bir mesele olmalıdır. Bu ölçütün bir diğer boyutu da kadrosal birikimin sağlanıp sağlanmadığı, böyle bir birikimi oluşturacak araç ve yöntemlerin mevcut olup olmadığıdır. Toplumsal mücadelenin sınıfsal mücadeleye dönüşebilmesi düzen karşıtı odakların hayatın somut pratiği içerisinde yarattığı oranda mümkün olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.