Eğitim emekçileri hareketinin yeniden sokakları doldurduğu, TBMM ve Bakanlık kapılarına dayandığı bir dönemin ardından çıkarılan bir takvim, bu hareketleri de bu hareketleri tetikleyen tepki ve talepleri de, bu hareketler içindeki türbanlı ya da türbansız eğitim emekçilerinin yığılmış sorunlarını da görmüyor ama değil bir sendika, kimlik sorunlarına odaklanmış herhangi bir STK çıkarsa şaşırmayacağımız bir biçim ve içerikle karşımıza çıkıyor
AKP’nin çeyrek yüzyıla yaklaşan iktidarında sermayeye yeni kâr alanları yaratmak için yaşama geçirilen neoliberal politikaların, eğitim alanını da boş bırakmadığını, hatta en büyük kazanç kapılarından birisi olarak görülüp bu alana neşter vurulduğunu görmekteyiz. Öteden beri kamusal eğitimi sırtında bir yük olarak gören iktidar, özel okul sahiplerine teşvik için her türlü kolaylığı (uzun vadeli düşük faizli kredi, arsa temini vb.) sağlamış, bir yandan da kamu/devlet okullarının asgari ihtiyaçlarını karşılayacak ödeneği bile keserek eğitimin piyasalaştırılmasını ana politikalarından birisi olarak belirlemiştir.
Eğitimi temel bir insan hakkı olmaktan çıkarıp alınıp satılabilir bir hizmet haline getiren İslamcı iktidar, müfredatı da kendi gerici dünya görüşüne göre biçimlendirerek toplum mühendisliğini kapitalizmin emrine sunmaktadır. 19 milyonu aşkın öğrenci, 75 bin okul, 1 milyon 200 bini aşan öğretmeni (ve yükseköğretimde okuyan 8,5 milyon öğrenciyi) barındıran eğitim alanının sermayenin iştahını kabartacak bir pazar olduğu kadar rejimin siyasal İslamcı dönüşümünde stratejik bir önemde olduğu açıktır. Öğrencilerin ailelerini de ele aldığımızda Türkiye nüfusunun üçte ikisinden fazlasını doğrudan ilgilendiren eğitim alanı aynı zamanda toplumsal muhalefetin direniş mevzilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslamcı iktidarın eğitimi ve günlük yaşamı laiklikten arındırarak dinsel referanslarla yeniden yapılandırmaya çalıştığının, rejimi dönüştürürken eğittim alanına da stratejik bir önem verdiğinin uzun bir süredir tanığıyız. MEB akademisini kuran iktidarın kendi ideolojisine uygun öğretmen yetiştirmek istediği sır değil. Bir yandan ÇEDES projesi, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” müfredatı ile öğretmenleri kendisinin mukadderatçı-mukaddesatçı, biatçı köleleri haline getirmeyi hedefleyen saray rejiminin diğer yandan Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) ile öğretmenleri kendi içinde bölmeyi, MESEM ile kapitalist sisteme ucuz işgücüne dayalı güvencesiz ara eleman yetiştirmeyi, kız okullarını gündeme getirerek laikliği sosyal yaşamdan çıkarmayı hedeflediği dikkatlerden kaçmamaktadır. Sermayenin önündeki engelleri kaldırmak için kutsal saydığı değerleri araçsallaştıran iktidar açısından eğitim stratejik bir öneme sahip.
Okullarda gerici ve cinsiyetçi baskılar tırmanıyor
Eğitimde dinselleşmeye giden yolda okullarda öğrencilerin, öğretmen eksikliği bahanesiyle bilim, felsefe, güzel sanatlar, spor yerine çeşitli adlar altında açılan dini dersleri seçmeye zorlanması, ders içeriklerinin İmam Hatip okullarıyla aynılaştırılması, öğrencilerin eteğinin boyu, pantolonun darlığı, saçı, takıları, erkek ve kız öğrencilerin teneffüs saatinde bile birbirine yakın durmasının disiplin sorunu haline getirilmesi İslamcı iktidarın hegemonyasını kurmak için dünden bugüne attığı adımlardı. Yine geçtiğimiz günlerde yaşanan okul servislerinde kız öğrencilerin ön koltuklara oturmasını yasaklanma girişimi, İslami yaşam tarzının topluma kabul ettirilme çabasından ayrı düşünülemez. Taliban ve benzeri şeriatçı rejimlerin yönettiği ülkelerde görülen kız öğrenci giyim tarzı, ülkemizdeki okul yönetimleri tarafından hoş görülmekte, dinsel ideolojik yaklaşımlarına prim verilmektedir.
İslamcı iktidar gerici yaşam tarzını sadece öğrencilere değil öğretmenlere de dayatmaktadır. Kadın öğretmenlerin etek boyu, askısı makyajı disiplin amirleri tarafından uyarı konusu olmaktadır. Geçen yıl 24 Kasım’da tüm öğretmenlere dağıttıkları uzun tek tip beyaz önlükle, kadın öğretmenlerin askı, etek boyu, dekolte sorununu “topyekûn” çözmeye çalışan İslamcı iktidarın bu yıl da kadın öğretmenlere “Etkili Öğretmenlik için Dış Görünüm ve Giyim Kodları” dersi vermesi MEB’in gerici adımlarını ısrarla sürdüreceğinin ilanıdır. İslami rejimlerin “makbul kadınını” yaratma yolunda atılan bu adım kadın bedenine uzanmış çirkin bir elin resmidir.
Tüm bu olumsuz tablo içinde umut veren hareketlilikler de gelişmektedir. Ülke sathında çoban ateşi gibi saçılmış direnişler, adaletsizliğe, emek ve doğa sömürüsüne, geleceksizleştirmeye karşı öfkeyi açığa çıkararak AKP faşizminin gittikçe koyulaşan karanlığının karşısına dikiliyor. Baskının, tehdidin işe yaramadığı, zulmün ve zorbalığın çaresiz kaldığı bu haklı tepkiler kendini eğitim hakkı mücadelesinde de gösterdi. Taban ücreti için harekete geçen özel sektör öğretmenleri, piyasalaştırmanın doğrudan sonucu olan eğitimde şiddetin önlenmesi talebiyle mücadelelerinde yeni bir başlık açarken, ÖMK’nin yasama organında görüşülmeye başlanması ile birlikte Meclis Parkı’nda başlayıp 50 günü aşan nöbet tutma eylemi ile hareket başka bir boyut kazanmış, Eğitim Sen de gerek MEB önünde gerekse Meclis Parkı’nda bu militan mücadelenin parçası olmuştu.
Kitlelerin uzun süredir unuttuğu militan direniş, sonuç alıcı eylem ve kazanma duygusunu yeniden yaşatan, eğitim emekçileri hareketinin yeni dönemine dair önemli ip uçlarını barındıran deneyimler yaşadık. Eğitim Sen’in de içinde olduğu sendikaların eğitim emekçilerine yönelik şiddete karşı Ankara’da TBMM’ye düzenlediği yürüyüş böyleydi. Yine ÖMK’ye karşı yasayı durdurma kararlılığıyla sergilenen militan duruştan söz etmemiz gerekir. Direniş yerine “tarihe not düşmekle” yetinerek MEB önünde akşama kadar polisten TBMM’ye yürüyüş izni beklemek gibi bir icazetçi yaklaşımı saymazsak, sonrasında TBMM bahçesinde on günü aşkın aşan bir eylem sonucunda yasanın ekim ayına ertelenmesi yöneticilerde olmasa da kitlede önemli bir heyecan, inanç ve motivasyon kaynağı oldu. Ancak sonbaharda yaz dönemindeki mücadelenin kaldığı yerden devam ederek ivmesini yükseltmesi yerine inançsızlığın ve güvensizliğin sonucu olarak Eğitim Sen yönetimi yasanın meclisten geçmesi seyretmekten başka bir şey yapmaması sonucunu doğurdu.
Geçmişten bugüne demokratik öğretmen hareketinin, eğitim emekçilerinin tarihsel birikimine yaslanan sendikamız Eğitim Sen, eğitim alanındaki gericileştirme ve piyasalaştırma saldırısının başından itibaren itirazları, eylemlilikleri, direnişleri ile laik, bilimsel ve kamusal eğitimin savunuculuğunu üstlenmiş ancak başarılı olamamıştır. Bu tablonun ortaya çıkmasında Eğitim Sen’in kuruluşundan bu yana bir doğum izi gibi taşıdığı yapısal sorunları, kendi statükosuna hapsolması, eğitim emekçilerinin çalışma yaşamında yaşadığı hak kayıplarına, güvencesiz çalıştırma biçimlerine geleneksel örgütlenme modeli ve mücadele refleksleri ile karşı koymaya çalışması rol oynamıştır.
Eğitim Sen kongreleri yapılırken sendikayı mücadele örgütü yerine bir politik vitrin, siyasal partilere destek alanı olarak değerlendiren, bu nedenle de yönetimi oluşturmayı koltuk paylaşımına indirgeyen kimi sendikal anlayışların sekter yaklaşımları bugünkü sorunların, yetmezliklerin, yanlışlıkların önemli nedenleri arasındadır. Bu durum sınıf perspektifine sahip olması beklenen Eğitim Sen’i çeşitli savrulmalara açık hale getirmekte, kimi kesimlere göz kırpma kaygısı sendikayı sivil toplum örgütüne dönüştürme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Türkiye solunun bir süredir liberalizm, radikal demokrasi ve sol popülizmin etkisi altına girmiş olması sendikal alana da sirayet etmiş, Eğitim Sen “kimlikler” ve “mahalleler” üzerinden denklem kurmaya odaklanmış, düzen içi siyasetin labirentlerinde dolanır olmuş, emek karşıtı politikalara karşı hak kazanmaya yönelik değil, temsili protestolarla yetinip köşesine çekilen eylemlilik tarzı giderek hakim olmuş, bu da eğitim emekçileri arasında umutsuzluğu hakim kılmıştır. Emekçilerin çokça şikayet konusu ettiği sendikaların siyasal kimlikle anılır olması da esasen sendikaların emekçilerin çıkarlarını temsil etmemelerine yönelik bir eleştiridir. Eğitim Sen bir dönem bu şikayetleri kendisine yönelik faşist baskılarla ve her şeyin politika konusu olması ile izah etmeye çalışmışsa da gelinen yer bu izahların yetersizliğini alenileştirmiştir.
Eğitim emekçilerinin ortak çıkarlarının kavgasını vermek yerine kimliklere selam vererek üye kazanma çabası, Eğitim Sen’in de maalesef genel yönelimi olmuştur. En başta Türk Eğitim Sen’in, sonra Eğitim Bir Sen’in ve en son Eğitim İş’in kendisine karşı kullandığı kimlik siyasetine tersten başvurarak, kendisine karşı olanların oyun sahasına hapsolmuş, ilkelerini ve duruşunu küçük hesaplara feda etmiştir.
Devletin karalama ve kriminalizasyonunun Eğitim Sen’in ayırt edici ve üstün yanı olan fiili-meşru mücadeleyi eskisi gibi yürütememesi sonucunu doğurduğu, buna karşılık sendika aidatının işverence ödendiği, gerçek bir toplu sözleşme düzeneğinin, grev hakkının esamesinin okunmadığı yerde üye yapma yarışına girmek düzenin minderinde güreşmeyi kabullenmekten başka anlama gelmez. Son yirmi yılda eğitim emekçilerinin hem özlük hem ücret kayıplarının giderek artmasına rağmen tek bir başlıkta dahi sendikanın merkezinde olduğu bir talep hareketinin filiz verememiş olması devrimci bir sendikal anlayışın yokluğunun göstergesidir.
Emekçilerin taleplerini hak mücadelesine dönüştürme çabasının olmadığı yerde “üye kapma” faaliyeti düzen muhalefetinin “farklı kimliklere saygı” siyasetini davet ediyor. Zayıflayan toplumsal meşruiyetine karşı sık sık zor aygıtlarını devreye sokan iktidarın bir başka rıza üretme biçimi olan kültürel hegemonyasına kendini kaptırdığı anlaşılan düşünme ve davranış biçimleri giderek sendikamızda da görülmeye başlamıştır.
Bugüne kadar çocuk resimleri ile eğitimci kimliğini öne çıkaran yıllık duvar takvimi görsellerinde bu yıl “profesyonel” destek alınarak yaşanan değişiklik basit bir akıl tutulmasının ötesinde bu savrulmanın eseridir. Kamu görevlisinin dini sembolleri kullanamayacağı kuralından hareketle okullarda türban takılmasına karşı çıkan, buna karşı özgür kıyafet kararı alan ve her yıl bu kararını yenileyen bir sendikanın bugüne kadar yaptıklarını boşa düşüren türbanlı kadın çizimlerinin Eğitim Sen takvimlerine ne amaçla alındığı zamanla daha iyi anlaşılacaktır.
Eğitim emekçileri hareketinin yeniden sokakları doldurduğu, TBMM ve Bakanlık kapılarına dayandığı bir dönemin ardından çıkarılan bir takvim, bu hareketleri de bu hareketleri tetikleyen tepki ve talepleri de, bu hareketler içindeki türbanlı ya da türbansız eğitim emekçilerinin yığılmış sorunlarını da görmüyor ama değil bir sendika, kimlik sorunlarına odaklanmış herhangi bir STK çıkarsa şaşırmayacağımız bir biçim ve içerikle karşımıza çıkıyor.
Konuyu “türbanlı üyelerin temsiliyeti” gibi iyi niyetli(!) gerekçelerle izah edenler, esasen gericiliğe karşı mücadeleyi de gündemden çıkarmaktadır ve emekçilerin haline şükretmesini, iş cinayetlerin fıtrat olarak görülmesini dayatan kaderci anlayışa karşı sendikaların elini zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Burnumuzun dibinde yeni bir şeriat devleti kurulurken gericiliğe zeytin dalı uzatmak büyük bir aymazlıktır. Laik, bilimsel, demokratik, anadilinde eğitim talebinin sahibi olma iddiasındaki bir sendika açısından siparişle çizdirilmiş görselleri “kültürel çeşitlilik”, “renklilik” olarak gören varsa onlar da bu aymazlığa dahildir.
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulunun takvimlerde resmettirdiği türbanlı kadınlar MEB önündeki mülakat isyanlarında da, okulların temizliğinde çalışan kadınlar arasında da bulunuyor. Mücadelenin içindeki türbanlı kadınları örgütlemeyi seçen bir MYK, MEB önündeki eylemi şube başkanlarını Genel Meclis toplantısında bırakarak ziyaret etmez, temizlik işçilerinin vahşi çalışma koşullarını mücadele konusu etmekten geri durmazdı.
Sendikayı kendi siyasal yapılarının arka bahçesi olarak görenleri, sendikal temsiliyet uğruna Eğitim Sen’in ilkelerini feda edenleri, hele kendileri merkez yönetiminde olmadıkları zaman “eksen kayması” suçlamasında bulunup düz yolda yürürken yönlerini şaşırmalarını Eğitim Sen tabanı değerlendirecektir. Devrimci Öğretmen olarak, Encümeni Muallimden TÖS’e, Töb Der’den Eğitim Sen’e yarattığımız değerlere, laik, demokratik, bilimsel, parasız, anadilinde nitelikli eğitim hakkı ilkelerine sahip çıkıyoruz! Türban ve bu tür dinsel sembollerle müesses nizama selam verme çabasının farkındayız, bunu kabul etmiyor, itiraz ediyoruz! Nasıl anadilde eğitim hakkını tüzükten çıkaranları tarihe not etmişsek bunu da tarihe not düşüyor eğitim emekçilerinin mücadele bilincine, tarihine bırakıyoruz. Kararı onlar verecektir. Bizler Devrimci Öğretmenler olarak tüm eğitim emekçilerini ortak çıkarları için bir araya getirmek için çalışacağız, emekçileri emekçi kimliği ile örgütlemek görevi ve sorumluluğu ile hareket etmeye devam edeceğiz.
Devrimci Öğretmen olarak saray rejimi ve “Tek Adamın” çocuklarımızın geleceğini çalmasına izin vermemek için “Halkın Eğitim Hakkı Mücadelesini tüm veli, öğrenci, kamu ve özel sektörde çalışan öğretmenlerimizle birlikte kamusal, nitelikli, parasız, bilimsel, laik, anadilinde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan eğitim hakkını yeniden elde etmek için bir adım ileri! Bilinsin isteriz ki; Devrimci Öğretmenler, dün olduğu gibi bundan sonra da gericiliğin karşısında kurulacak her barikatın en ön saflarında yer alacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.