Bugünün Türkiye’sinde çekilen cemaat yurtları ile ilgili bir filmde söylenecek sözler sadece bu kadar mı?
Son zamanlarda iyi film izleyemiyoruz.
Sinema öncelikle bir hikaye anlatma sanatıdır.
Bir filmde bence aslolan hikayedir.
Yönetmen filmi yaparken nereye ışık tutmuş, neyi görmemizi istemiş, yönetmenin derdi ne soruları ile birlikte hikayesine bakarım. Bunu sinemanın araçlarını kullanarak iyi bir senaryo, oyunculuk, yönetim, müzik, sinematograf ile anlatmış mı diye izlerim.
Birkaç istisna dışında bağımsız Türkiye sinemasında aynı tür filmleri izlemekten sıkıldım ben.
İzlediğimiz filmlerin hikayeleri yeterince cesur değil, yeterince yaratıcı değil.
Yönetmenler insan ruhunun kötücül yanlarını anlatan buhran sinemasında kendilerine güvenli bir alan bulabiliyorlar sanki.
Diğer taraftan yönetmenlerin çoğu hikaye seçimlerinde zannettiğimiz kadar özgür değiller. Sinema endüstrisi, ödül-fon-destek verenler filmlerin içeriğine, ne söylediğine-söylemediğine müdahale ediyorlar. Filmi dolaylı ya da doğrudan etkiliyorlar. Eğer yönetmen fon-destek almak istiyorsa, ulusal-uluslararası festivallerde boy göstermek istiyorsa onları dikkate almak zorunda kalıyor.
Gerçekten başka türlüsü yapılamaz mı?
Çevremdekiler üzerine konuşmaya başlayınca Nehir Tuna’nın 2024 yapımı ilk filmi YURT dikkatimi çekti ve izledim.
Film, ilk sahnesinde yazı ile gösterildiği üzere 1996 yılında 28 Şubat döneminde geçiyor.
Bir cemaate üye zengince bir anne baba çocukları Ahmet’i gündüz özel bir koleje akşamları da cemaatlerinin yurduna gönderiyor. Hafta sonları evci çıkıyor.
Çocuğun laik bir okulla dini eğitim verilen cemaat yurdu arasındaki büyüme hikayesinin öyküsü gibi diyebiliriz.
Yönetmenin otobiyografik ögeler içeren öyküsü olduğunu duyduk ama ne kadarı kurmaca, ne kadarı gerçek bilmiyoruz.
Yönetmen, çocuğun 2 taraf arasındaki sıkışmışlığını göstermeye çalışmış ama karakterleri seçerken bence İslami kesime oldukça torpil yapmış.
Filmde babası -tarikatın üst düzey lideri- yurttaki bazı hocalar oldukça pozitif olarak resmedildiğini söylemeliyim.
Film boyunca cemaat yurdu ve okul sürekli karşılaştırılıyor.
Kolejdeki arkadaşlıklar, sıradan, samimiyetten uzak ama cemaat yurdunda dostluklar var ve daha samimi gösteriliyor.
Filmde gördüğümüz babaya kötü diyemiyoruz.
Ergenlik babaya isyan demektir. Ama filmde Ahmet neredeyse babasına saygı duyuyor, seviyor, takdir ediyor. Bir kere isyan ediyor o da “Ne için Allah seninle konuştuğu gibi benimle konuşmuyor” diyerek isyan ediyor.
Ergen bir çocuğun filmdeki babaya isyanı inandırıcı gelmiyor.
Yurttaki tek olumsuzluk görevli kötü bir hocanın davranışlarına indirgeniyor.
Yani İslami yurtlarda sistematik tecavüz şiddet yok da sadece birkaç kötü insanın uygulaması var mesajını gözümüze sokuyor film. Cemaatin lideri bile kötü hocayı sevmediğini bakışları ile seyirciye gösteriyor. Ama hâlâ göremeyenler için kötü hocanın okuldan uzaklaştırılma sahnesinde babası Ahmet’e “Sepetteki bir çürük elma tüm sepeti çürütür. Bu adam onun canlı örneği. Kötü olan yurt değil” diyor böylece hâlâ anlamayan seyirciye didaktik ders bu sahnede verilmiş oluyor.
Filmin daha ilk dakikalarında bir laik kabadayı, masum kahramanımıza eli ile vurarak küfür ediyor. “.. .. kodumun aczmendisi” diyor. Kahramanımız zavallı Ahmet’in şaşkın mağdur bakışlarını hep beraber izliyoruz.
Yönetmen kahramanı yurtta samimi bir yaşamı gösterirken diğer taraftan 10 Kasım töreninde küçük bir çocuğa “Kim büyük Atatürk mı Allah mı?” dedirtiyor.
Özel okul ile cemaat ve dini eğitim arasında, İslami anlayış tarafında tarafını çoktan seçmiş durumda Ahmet. Bir çembere girmek gibi cemaatin ritüellerine dahil olmak istiyor…
Ahmet bir gün yurda gelirken elinde “Şeriat istemiyoruz!” pankartı taşıyan azgın bir güruhu “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları eşliğinde taşlıyorlar, yurdun bir bölümünü ateşe veriyorlar. Kahramanımız da onlara taşla karşılık veriyor.
Özel okulda hoşlandığı kıza vermek istediği Vivaldi kaseti laiklerin yaktığı ateşte yanıyor. Aslında simgesel olarak okulla neredeyse tek bağı olan laik kızla bağını da laiklerin başlattığı yangın koparıyor. Saldırı ve yangın sahnesi oldukça kötü çekilmiş sahneler olduğunu söylemeliyim.
28 Şubat döneminde gerçekte böyle bir olay olmuş olsa idi, o dönemi yaşayan bizler mutlaka duyardık. Cemaatlerin medyası da bunu hepimize duyururdu. Kurguda eklendiği düşünülen bu sahnenin konulmasının amacını sorgulamak gerekiyor.
Cemaat yurdunda kötülük bir kişiye, bir çürük elmaya indirgenirken, laik kesimde kalabalıklar halinde simgelenmiş olduğu dikkatli gözlerden kaçmamıştır.
Filmin son sahnelerinde Ahmet’in babası cemaatin Marmara bölge sorumlusu olduğunu Ahmet’in de katıldığı bir törenden öğreniyoruz.
Sevdiği arkadaşı cemaat yurdunda kalmaya devam ediyor.
Kolejde kendisine hep şaka yapan arkadaşına özgüvenle karşılık veriyor ve eski sessiz Ahmet’in yerine başka bir Ahmet’i gösteriyor.
Filmin başından itibaren okul servisinde arkadaşlarından utandığı için yurda gelmeden önce servisten inen Ahmet, filmin sonunda artık bir karar veriyor.
Son sahnede okul servisini tam yurdun önünde durduruyor ve laik arkadaşlarından artık çekinmiyor.
Ahmet artık kendisi için bir yol çizildiğini görüyor. Kendisini bu yolun akışına bırakıyor.
Film BABAMA yazısı ile sona eriyor. Otobiyografik olduğu düşünülürse yönetmenin bu filmi cemaatin önde gelenlerinden babasına karşı duygularını yansıtmış. Bu yazıyla beraber düşündüğümüzde Ahmet’in filmin sonundaki durumunu bir isyan ya da basitçe teslim oluş gibi algılamakta zorlanıyoruz.
İdeolojik-politik olarak tarafını seçen ve büyüyen bir Ahmet’i görüyoruz.
Bugünün Türkiye’sinde çekilen cemaat yurtları ile ilgili bir filmde söylenecek sözler sadece bu kadar mı?
Yönetmen istediği dönemi çekebilir tabii ki. İstediği dönemi seçmek onun özgür iradesidir. Bir izleyici olarak bir sinemacının ‘neyi/ne zaman/neden’ söylediğini düşünmek de bizim ‘hakkımız’. Örneğin hâlâ güncelliğini koruyan konulara değindiğinde antenlerimizi açarız, biraz şüphe ile yaklaşırız. Devam eden soruna nasıl yaklaştığına, soruna derinlemesine girip girmediğine, güncel olduğu için iktidarın silahına mermi taşıyıp taşımadığına bakarız.
Ya da tam yeri gelmişken söylemesi gerekenleri ‘es’ geçtiğinde “Ne oluyor” deriz.
Ben Yurt filmini sevmedim. Son dönemde çekilen İslamcı kültüre göz kırpan dizi furyasına eklemlenmiş bir film olduğunu düşünüyorum.
2005 yapımı Özer Kızıltan imzalı ‘Takva’ cesur ve samimi ve gerçek bir filmdi.
Yurt filmini samimi ve dürüst bulmadım.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.