Türkiye emek tarihi yazımında özellikle; grev, mitingi gibi büyük işçi eylemlerinin yoğunlaştığı 1960’lı ve 1970’li yıllara odaklanma olduğu görülmektedir. İşçi sınıfını dernek, sendika gibi belirli kurumlar ile grevler ve mitingler gibi eylemler üzerinden analiz etmek ve onların gündelik direnişlerini göz ardı etmekten kaynaklanmaktadır
İşçi sınıfı araştırmalarında işçiler genellikle kategori ya da oluşum olarak ele alınmıştır. Kategori olarak işçi sınıfını ele alanlar, işçi sınıfını basit bir şekilde kapitalizmin doğal gelişimi içinde oluşan bir kitle olarak değerlendirmişlerdir. İşçi sınıfını oluşum sürecinde görenler ise işçi sınıfının kapitalizmin basit bir yansıması şeklinde kavranamayacağını, ancak kapitalizmin gelişim süreci içinde kendi kendini oluşturduğunu, kendi mücadele biçimlerini geliştirdiğini, kendi kültürünü ve kimliğini yarattığını vurgulamaktadır (Demir, 1995: 72). İşçi sınıfı elbette kapitalizmin doğal gelişimi içinde ortaya çıkar, ancak kendini oluşturması bu nesnel süreç içinde ve sermaye sınıfı ile ilişkileri içinde gerçekleşir ve yapısal sürece de etkide bulunur. Dolayısıyla zamana ve mekâna göre değişiklik gösteren sınıfların öznel tavrı, yapısal süreçle etkileşimli olarak belirleyici bir güç haline gelir.
Sınıflara bakış ve sınıfların kapitalist sistem içindeki yerinin analizine ilişkin yöntembilim emek tarihi yazımını da etkilemektedir. Emek tarihinde temel kavramlardan biri olan sınıfın, özellikle 1980’li yıllardan sonra analiz unsuru olarak incelemelere dahîl edilmesi yaygın bir tutum olmamıştır. Bu durumun başlıca gerekçesi olarak; sanayi proletaryasının nicelik ve nitelik olarak zayıflayarak hizmet sektöründeki istihdamın artması gösterilmiştir. Ayrıca, işçi sınıfının iktidarda olduğu sosyalist ülkelerdeki çözülme ve 1980’li yıllardan sonra liberalleşme eğilimlerinin dünya ölçeğinde yaygınlık kazanması da sınıf temelli analizlerden uzaklaşılmasına yol açmıştır. Sınıf kavramının terk edilmesinin emek tarihi çalışmalarını da olumsuz etkilediği söylenebilir. Ancak, sınıflı toplum yapısı var olmaya devam ettiği sürece sınıfı merkeze alan teorik çalışmalar da sürecektir. Tabii sınıf temelli analizler kadar, analizin teorik çerçevesi ve yöntemsel yaklaşım da önem kazanmaktadır. Sınıf temelli analizlerde bile devlet merkezli bakış açısı içinde kalan yaklaşımlara rastlanabilmektedir. Türkiye’de verili koşul ve ilişkilere alternatif olarak geliştirilen teorik çabalarda da sınıf merkezli analizlerin yeteri kadar geliştirilmediği görülmektedir. Sınıf yönelimli teorik analizlerde, sınıf merkezli bir analizin gereği olan araçlar sistematik biçimde kullanılmamıştır. Türkiye gerçeğinde sınıftan kaçmanın temel nedenlerinden biri de bilgi kuramsaldır. Bu bağlamda, eylemlilik ve bilme etkinliklerimiz genellikle devlet merkezli bir epistemoloji üzerinden gerçekleştirilmektedir (Ercan, 2003: 613).
Devlet merkezli bakışın yanı sıra sınıf örgütlerini merkeze alan çalışmalar da literatürde yaygın olarak yer almaktadır.[1] Emek tarihi yazımı, geniş ve dar anlamda ele alınabilir. Dar anlamda tarih yazımı; işçi liderleri, sendikalar, üretim ve tüketim kooperatifleri, işçi sınıfı partileri gibi örgütlenmeleri, dilekçe verme, grev, boykot, seçim kampanyaları gibi kolektif eylemleri kapsar. Geniş anlamda tarih yazımı ise; aile yaşamının tarihi, demografi, gündelik kültür, boş zaman aktiviteleri, konut, din, göç gibi en geniş anlamda işçilerin tarihini ele alır (Kocka, 2001: 201). Dar anlamda yaklaşım, işçileri içinde yaşadığı sosyo-ekonomik yapıyı esas alarak çeşitli kurumsal yapılar ile birlikte analize dahil eder. Geniş anlamda yaklaşım ise, işçi sınıfının gündelik yaşamını, bireysel ya da toplumsal mücadelesini, kültürel davranış kalıplarını dikkate alır. Diğer bir deyişle, dar anlamda tarih yazımı yaklaşımında; işçi basitçe hakîm üretim biçiminin yansıması ve pasif bir nesnesi olarak ele alınırken, geniş anlamda tarih yazımı yaklaşımında işçinin üretim biçimi içindeki yeri dışlanmamakla beraber, aktif ve dönüştürücü rolüne vurgu yapılmaktadır.
Emek tarihi çalışmasında hangi olguların nasıl ele alınacağı ve yorumlanacağı tarihçinin ideolojik dünyasına bağlı olarak şekillenecektir doğallıkla. Carr’ın işaret ettiği gibi, olgular gerçekte hiç de balıkçının tablasındaki balıklar gibi değildir. Olgular uçsuz bucaksız ve hatta bazen sınırsız bir okyanusta dolaşan balıklara benzerler, tarihçinin ne yakalayacağı kısmen şansa, fakat asıl avlanmak için okyanusun neresine gideceğine ve hangi oltayı kullanmayı seçeceğine bağlıdır. Yakalanması düşünülen balık ise bu iki etkeni de belirleyecektir. Genellikle, tarihçi istediği türden olguları elde edecektir (1996: 30).
Yöntemsel yaklaşım, sadece hangi olguların ele alınacağında değil, olguların nedenlerinde, etkileşim içinde olunan faktörlerde ve gelişim süreçlerinin analizinde de farklılık gösterir. Geniş anlamda tarih yaklaşımından yola çıkarak sınıfların sermaye birikimi mekanizması içindeki rolleri dolayımında ele alınması; bu yapı içerisinde şekillenen sınıfların kültürel kalıpları, ideolojik tutumları, gündelik yaşamları, devlet, siyasi partiler ve sendikalar ile ilişkileri analize dahîl edilmesini gerektirir.
İşçi sınıfı analizinde gündelik hayat, kültürel davranışlar ve deneyimlerden yola çıkan E. P. Thompson, “işçi sınıfının belirlenen bir zamanda güneş gibi doğmadığını ve kendi oluşumunda orada olduğunu” söyler (2001:39). İşçileri pasif bir nesne olarak kabul eden yapısalcı yaklaşımın aksine Thompson kendisini oluşturan işçi sınıfının aktif özne olma halini ön plana çıkarır. Thompson’da sınıf mücadelesinden sonra sınıf olma hali dikkate alınır ve işçilerin deneyimleri, kültürel davranışları aracılığı ile siyasete dahil olma süreçleri analiz edilir.
Ellen Kay Trimberger’e göre; Thompson’ın tarihsel sosyolojiye benzersiz katkısı, tarihsel süreci yakalamayı ve kültürün bir çözümlemesi ile insanın aracılığını, makro yapısal bir toplumsal değişim çözümlemesinde bütünleştirmeyi amaçlayan teorik yöntemdir (Trimberger, 2002: 211). Sınıfın nesnel yapısal belirlenimini göz ardı ettiği için eleştirilen Thompson’ın tarih görüşü Wood tarafından şöyle savunulur: (Wood, 2003: 100)
Thompson’un tarih görüşü, üretim ilişkilerinin insanları belirli sınıfsal konumlara göre ayrıştırdığını, sınıfsal kavramların temel karşıtlıkları ve çıkar çelişkisini zorunlu kıldığını ve mücadelenin koşullarını yarattığını varsayar. Sınıf oluşumları ve sınıf bilincinin keşfedilmesi, mücadele sürecinde insanlar “deneyimler” kazandıkça ve sorunlarla başa çıktıkça ortaya çıkar. Bu anlamda sınıf mücadelesi, sınıftan önce gelir. Sömürüye ilişkin deneyimlerin “sınıfsal” olarak yaşandığını ve ancak o zaman sınıfsal oluşumlara yol açtığını söylemek, tam da sömürü koşullarının ve üretim ilişkilerinin, yaşanmak üzere nesnel olarak orada olduğunu söylemektir.
Thompson, temel/üstyapı toplum modelinin yetersizliğini, bilincin önemini, bir moral tercih kaygısını Marksist teori ve siyasetle bütünleştirme gereğini ortaya koymuş (Trimberger, 2002: 215) ve yoksulları unutulmuşluktan kurtarmak hedefini öne çıkararak bireysel öyküler aracılığı ile analizini oluşturmuştur.
Thompson’ın deneyime öncelik veren teorik bakışı önemli açılımlar sağlamıştır. Ancak, büyük anlatıyı dışladığı, kültürelciliğe fazla vurgu yaptığı ve nesnel yapının gözden uzaklaştırılmasına yol açtığı eleştirilerine maruz kalmıştır. Aslında Thompson, nesnel yapının önemini yadsımaz, ama yapılar içindeki mücadelenin ve deneyimlerin yapıları da etkileyen yönlerini ele alır. Iggers da, Thompson gibi bireysel varoluşları toplumsal dönüşümler içinde ele alan bir yaklaşım öne sürer. Iggers’e göre, geniş toplumsal dönüşümleri ele alan bir tarih ile bireysel varoluşlarda yoğunlaşan bir tarihin birbirini tamamlamaması için hiçbir neden yoktur. Tarihçinin görevi tarihsel deneyimin bu iki düzeyi arasındaki bağlantıları keşfetmek olmalıdır (2003: 106).
Thompson, tarihi araştırırken dışsal görüntü içinde sabitlenmiş bir toplumsal zamanı bize gösteren bir fotoğraflar dizisi içinde hareket etmez. Çünkü bu fotoğrafların her biri sadece bir varlık anı değil, bir oluş anıdır da. Tarihsel an, hem öngelen sürecin bir sonucudur, hem de onun gelecekteki akışı yönünde bir işarettir (Thompson, 1994: 104).
Türkiye emek tarihi yazımında genel eğilimin yasal düzenlemeler, sendika, dernek gibi oluşumlar üzerinden analiz yapılması şeklinde olduğu görülür. Makro tarih yazımı olarak da nitelendirilen bu yaklaşım elbette mikro tarih yazımını dışlamaz. Mikro tarih ya da aşağıdan tarih diye nitelenen yaklaşımı esas alanlarda ise; işçilerin gündelik yaşamı analize dahîl edilerek kültürel özellikleri, din, geleneklerden etkilenme biçimleri ve biriktirilen deneyimler gibi oluşumlar çerçevesinde yorum yapılır. İşçilerin gündelik yaşamı dışlanarak yapılan analizlerin, emek tarihinden çok kurum tarihini başat unsur kılmakla birlikte, sendika, dernek gibi oluşumların ve işçilerin sosyo-ekonomik yapıyla eklemlenme biçimlerini dikkate almadan yapılacak tarih çalışmalarının da bütünsellikten uzak ve eksik kalacağını düşünüyoruz. Çünkü mikro tarihin işlediği konular belirli bir ekonomik düzlemde ve üretim ilişkileri içindeki somut görgül kanıtlarından yoksun bıraktırılmıştır. Teorik bir operasyonla görgül kanıtları buharlaşan işçi sınıfının toplumsal tarih içinden dışlanması ya da en azından marjinalleştirilmesi, kendi içinde bir analiz çerçevesine böylece kavuşmuş olur (Özuğurlu, 1996: 53).
Tarihsel aktör olarak egemenlerin yok saydığı, görmezden geldiği kitlelerin, tarihin baş köşesine çıkarılması, Marksizmin tarih yazımına yaptığı en büyük katkı olmasına karşın, Türkiye solu kendi tarihine bakarken bunu neredeyse unutarak, belki de işçi sınıfının mücadelesine de pek güvenmediğinden elitlerden, büyük siyasetten ibaret bir tarihsel anlatı oluşturmaktadır (Yıldırmaz, 2009: 31). İşçi sınıfının öyküleri etrafında tarihsel analiz yapılması kahramanlıkların ön plana çıkarılması ya da teleolojik yorumu gerektirmez. Sadece işçi sınıfının tarih içindeki yerinin tarihsel koşullar ve yapılar çerçevesinde daha sağlıklı analizini mümkün kılar. Ayrıca, işçi mücadelelerinin otantik, yerel ve özgül ifadelerini ya da baskıya itirazlarını kuşkuyla karşılamak onları tümüyle suskunlaştırmaya hizmet ederek hegemonyaya hizmet edebilir (Gürboğa, 2007: 303).
Dünyanın büyük çoğunluğunda işçi sınıfının daha geniş nüfusunu temsil eden küçük üretici ve marjinal kesimin yapısı işçi sınıfının tarihinde yeterince işlenmemiş olarak durmaktadır. İşçi sınıfının çoğunluğunu kırsal kesimden yeni gelmiş insanlardan devşiren Ortadoğu ülkelerinde, işçi sınıfı tarihinin öznesi olarak yalnızca sanayi işçisi ve daha doğrusu onların örgütlenmelerinin ele alınması, toplumsal gerçekliğin bütünsel olarak yansıtılmasında kuşkular doğurmaktadır (Emiroğlu, 1997:138). Türkiye için de geçerli olan bu durum sınıf bilincinin oluşumu ve örgütlenme imkanlarının gelişmesi açısından da önem kazanmaktadır.
Bütünsel kavrayışa ulaşmak için tüm proletaryanın analize dahil edilmesi gerekir. 1940’lı yıllarda İş Kanunu kapsamına girmeyen işletmelerin ve işçi sayılarının çokluğu, işçileşme sürecinde olanların bir bölümünün köylülerin yanı sıra esnaflıktan gelmesi de böyle bir analizi gerekli kılmaktadır. İşçi sınıfının tüm kesimleri analize tabi tutulurken, onların etnik, dinsel, politik farklılıkları da göz önüne alınmalıdır.
Erken cumhuriyet dönemi emek tarihçiliğinin analitik derinliğini artırmak için yapılması gereken, söz konusu dönem boyunca değişik evrelerden geçen emekçi kitleleri homojen bir bütün olarak ele alma eğilimini sorgulamak olmalıdır. İşçiler, aralarında etnik, dinsel ve ekonomik farklılıkları barındıran farklı motivasyon, çıkar ve dünya görüşüne sahip olabilen heterojen bir kitle olarak tahayyül edilmelidir (Akın, 2005: 78).
Bu farklılıkların işçi sınıfı bilincine ve mücadelesine nasıl yansıdığı da araştırılmalıdır. İşçi sınıfının çalışma koşullarının bozulması ve gelir düzeyinin gerilemesi heterojen yapıyı emeğin özgürleşmesi hedefine yöneltecek şekilde homojenize edebilir. Örneğin, ekonomik ortamın ve çalışma koşullarının görece olumlu olduğu sakin zamanlarda işe uyum süreci dünya görüşüne göre biçimlenirken, ekonomik kriz ve grev gibi devingen koşullarda politik bir içerik kazanarak sistemi dönüştürmeye yönelik ivme kazanabilir.
Türkiye emek tarihinde; 1960 öncesi dönemde özellikle Lütfi Erişçi ve Kemal Sülker’in, güncel sınıf analizinde ise Hikmet Kıvılcımlı ve Şefik Hüsnü’nün çalışmaları öncü eserler arasında sayılabilir. 1948 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi’nin düzenlediği Sosyal Siyaset Konferansları da dönemin ruhunu yansıtması bakımından emek tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kemal Sülker, Gerhard Kessler, Orhan Tuna, Sabahattin Zaim, Cahit Talas ve Mete Tunçay da emek tarihinde anılmaya değer isimlerden başlıcalarıdır. Türkiye emek tarihinde, yukarıda bahsettiğimiz özellikler nedeniyle 1960’lı ve 1970’li yıllar etraflı bir şekilde analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Oya Sencer’in “Türkiye İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı”[2] eseri ile konuya yaklaşımları abartılı da olsa Türkolog bilim adamlarının araştırmalarının[3] önemi vurgulanmalıdır. Tüm İktisatçılar Birliği’nin daha çok nicel verilerden yola çıkarak ele aldığı araştırması da önemli kaynaklardandır.[4]
Yakın dönem emek tarihi çalışmalarında ise emek tarihini 1850’lerden 1963’e kadar işleyen Ahmet Makal’ın kitap ve makaleleri ile Mesut Gülmez, Mehmet Şehmus Güzel, Yıldırım Koç’un eserleri alanın önemli çalışmalarındandır. Yüksel Akkaya da makale biçiminde çalışmaları ile alana önemli katkılar sağlamıştır.[5] Türkiye emek tarihi yazımında -genel olarak tüm tarih çalışmalarında geçerli olan- kaynaklara ulaşma sorunu ilk planda göze çarpmaktadır. Emek tarihi konusunda; devlet kurumları, özel şirketler ve sendikaların arşiv tutma geleneğinin yeterince bulunmaması, arşivin düzenli olmaması, bazılarının kullanıma açılmaması, taşınma esnasında ya da başka nedenlerle yok olması gibi nedenlerle arşiv kaynaklarından yeterince yararlanılamamaktadır. Ayrıca, özellikle işçilerin gündelik hayatı üzerine yapılan yorumlara önemli açılımlar getirebilecek Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı, Milli Güvenlik Kurulu vb. kurumların arşivlerinin henüz açılmaması, mahkeme zabıtlarına ulaşmanın zorluğu da emek tarihimizin önemli bir eksikliği olarak değerlendirilmektedir[6].
Tarih yazımı konusunda önemli açılımlar sağlayabilecek birincil kaynaklara ulaşmayı büyük ölçüde sınırlayan bu etmenler dolayısıyla, yapılan çalışmaların bir bölümü birbirini tekrar eden ikincil kaynakların derlenmesi olarak ortaya çıkmaktadır. İlk kaynağa gidilmeksizin yapılan hatalı aktarmaların sınanmadan verilmesi de hataların sürmesine neden olmaktadır.[7]
Gerek hataları azaltmak, gerekse de özgün fikirler ortaya koyabilmek için ilk kaynakların taranması, ulaşılan bilgilerin birkaç kaynaktan doğrulanmaya çalışılması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, arşiv bilgilerinin çeşitli nedenlerden dolayı doğru bilgiyi yansıtmayacağı ya da eksik yansıtacağı konusu da göz önünde bulundurularak ihtiyatlı ve karşılaştırmalı bir okuma yöntemi izlenmesinde yarar vardır.
Örgütlü ya da örgütsüz işçilerin ve dönemin politik figürlerinin anı yazma geleneğinin yeterince gelişmemesi de tarih yazımını bu önemli kaynaktan yoksun bırakmaktadır. Dönemin aktörlerinin Türkiye’de 1940 ve 1950’li yılları içeren anıları sınırlı da olsa bulunmasına karşın bunlardan Zehra Kosova ve Şoför İdris’in anıları dışında kalan kitaplarda işçi hareketine ilişkin konular ayrıntılı işlenmemiştir.[8] Ayrıca, sözlü tarih yönteminden yeterince yararlanılmaması[9] canlı tarih anlatılarının ve deneyimlerinin bilgisinden yoksunluğu getirmektedir. Akademinin emek tarihine ilgisizliği de sorun alanlarından birini oluşturmaktadır. Emek tarihi ile ilgili bir anabilim dalının oluşmaması, tarih bölümlerinde ayrı bir ders olarak emek tarihine yer verilmemesi ve bu konuda yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinin sayısının oldukça sınırlı düzeyde bulunması da emek tarihinin gelişimini kısıtlamaktadır (Akkaya, 2001-2002: 285). Emek tarihini kısıtlayan bir diğer etken; Aslı Düzgünoğlu’nun söz ettiği, örgütlü emek hareketinin olmadığı yerde mücadelenin olmayacağı ya da sınırlı olacağı konusundaki anlayıştır. Bu anlayışa göre, Türkiye işçi sınıfının kökeninde Avrupa’dan sürgün anarko-sendikalistler, heyecanlı sosyalistler, sömürgeci batıya karşı grevlerle, şanlı mücadeleler bulunmaz. Burada sınıfın ulusa kurban edilişi, bakanlık koridorlarına, iş mahkemelerine sıkıştırılmış, kendiliğindenliği bastırılmış bir işçi sınıfı hareketi vardır (Düzgünoğlu, 1995: 59).
Aslında, bütün bastırma çabalarına rağmen sınırlı da olsa imkanlar ölçüsünde devingen ve politikleşme eğiliminde olan bir işçi hareketinden bahsedilebilir. 1946 yılında kurulan sosyalist partilerin etkisiyle de hızlanan bu süreç, ilgili parti ve bağımsız sendikaların kısa bir süre içinde kapatılmasıyla kesintiye uğratılmış, ancak izleri sonraki dönemlerde her türlü zorluğa rağmen kısmen devam etmiştir.
Benjamin’in işaret ettiği gibi; “Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi „gerçekte nasıl olduysa öyle‟ bilmek değildir. Buna karşılık, bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla bir anıyı ele geçirmektir.” (Benjamin, 2001: 39-40). Ama bu parlama anlarının da durağan gibi gözüken dönemlerdeki deneyimlerin bir sonucu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Büyük grevler ve gösterilerde, önceki dönemlerden taşınan küçük mücadele deneyimlerinin payı ihmal edilmemelidir.
İşçi hareketlerinin önemsiz görülmesi, dikkate alınmaması gibi baskın eğilimlerin özellikle 1960’lara kadar olan dönem için geçerli olduğundan söz edilebilir. Bu dönemin önemsiz görülmesindeki temel nedenin de işçi sınıfı tarihinin eylem tarihçiliği[10] ile özdeşleştirilmesi ve buna bağlı olarak işçi eylemlerinin artış eğilimine girdiği 1960 sonrası dönemde yoğunlaşılmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. İşçi hareketi[11] ve mücadelesinin dar kapsamda tanımlanmasından kaynaklandığını düşündüğümüz bu olgu, söz konusu döneme gerek fabrika içi, gerekse fabrika dışında gündelik mücadeleler toplamı açısından bakıldığında hiç de küçümsenmeyecek direniş örnekleri barındırması nedeniyle geçerlilik taşımamaktadır. Sanayileşmenin gelişmesi ve kırdan kente göç ile niceliksel açıdan gelişen işçi sınıfı, verili koşulları bir nevi sınıfsal içgüdüyle iyileştirmeye, dönüştürmeye çalışmak için mücadele etmiştir. Bu mücadele sadece fabrika içi ile sınırlı kalmamış, resmi makamlara dilekçe, şikâyet, mektup iletme, iş ihtilafı çıkarma, Valiliğe yürüme, miting şeklinde kendini göstermiş, konut ve ulaşım ihtiyacının giderilmesi için verilen mücadelelerle de fabrika dışına taşınmıştır.
İşçi eylemlerinin yoğun olduğu döneme odaklanan bakış açısı, söz konusu dönemin dışındaki kesitte gelişen işçilerin gündelik mücadelesinin etkilerinin ve bu dönemdeki birikim ve deneyimlerinin daha sonraki büyük eylemlerin altyapısını oluşturacağı gerçeğinin göz ardı edilmesi sonucuna yol açabilir. 1946 yılında Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’nin (TSEKP) yayın organı “Sendika” dergisinde yer alan bir makalede mücadelenin her alanda ve küçük büyük ayrımına gidilmeden verilmesinin gerekliliği üzerinde durulur.[12]
Emekçi hak ve menfaatlerinin korunması bahsinde meselenin küçüğü büyüğü yoktur. Çoğunluk tarafından öne sürülen her makul istek ve şikâyet sendika cihazının harekete geçmesi için yeter bir sebeptir. Bunlar sendikada incelenir ve sade formüller şeklinde hem umumi efkâr önüne serilir hem de karar yetkisini haiz olanlara kabul ettirilmeğe uğraşılır. Bu ilk gayretler boşa gittiği takdirde ancak daha kuvvetli tedbirlere başvurmağa; bizzat işçileri harekete geçirmeğe, mitingler, nümayişler vesaire gibi, iş ve vatandaş haklarını tanıtmanın demokratik usüllerile savaşı şiddetlendirmeğe zaruret hasıl olur. [sic]
Bu tür durumlarda, sendika idarecilerinin yapacakları ilk işin ihtilafa ya da işçilerin hoşnutsuzluğuna neden olan olayı yerinde inceleyip, iddiaların doğruluğuna ilişkin sağlam bir kanaate varıldıktan sonra meseleyi gazetelere aksettirmek olduğu belirtilir. Devamını “Sendikacı’dan” dinleyelim.[13]
(…) İkincisi bizzat patrondan işçiler veya teşkilatlarına karşı işlenmiş haksızlık veya saygısızlığın tamirini sendika adına istemektir. Bundan sonra şifa verecek bir sonuç elde edilmediği taktirde, üçüncü iş, sendika azası olsun olmasın bütün ilgili işçileri sendika binasında bir toplantıya çağırmak ve ihtilafı mucip vakayı onlarla etraflıca müzakere etmektir (…) Dördüncüsü iş vaziyetten aynı şehirde mevcut sendikaları ve sendikalar birliğini ve memleketin muhtelif illerindeki ayrı sanayi şubesine mensup sendikaları telgraf veya mektupla haberdar etmek (…) İşçileri savaşa atılmış bulunan işletme sahiplerine ve mahalli resmi makamlara protesto telgrafları çekmelerini istemektedir. Bu kardeşlik ve birlik tezahürleri savaşa atılmış olanların maneviyatını sağlamlaştırmakta ve bilakis patronların mukavelelerini zayıflatmakta çok önemli bir rol oynarlar. Beşinci iş olarak ta fabrika içinde veya önünde nümayişler tertip etmek çevresindeki işletmelerde çalışan işçileri bunlara iştirak ettirmek, bazan da kapalı yerlerde her sınıf halkın iştirakile büyük toplantılar yapılarak işçilerin haklı davasını genel oya tesirli nutuklarla da anlatmak ve halk tarafında hareketin desteklenmesini sağlamağa çalışmak gelir. [sic]
Tasarlanan eylem biçimleri kâğıt üzerinde kalmamış çeşitli dönemlerde bazı işletmelerde uygulanma imkânı bulmuştur. İşçi sınıfının değişik dönemlerdeki aktif ve pasif direniş biçimleri zor koşullarda da olsa mücadelenin sürdüğünü göstermektedir.
Türkiye işçi sınıfı tarihsizleştirilmiş bir sınıftır. Resmi tarihte Türkiye işçi sınıfının tarihi, hiç bir zaman gerçek kadın ve erkek işçilerin tarihi olarak görülmez. Tarih adına önümüze, ilgili yasaların, iş mevzuatlarının ve sendikaların işçisizleştirilmiş kuru tarihi konulur (Özuğurlu, 1996: 54). Türkiye emek tarihi çalışmalarında hakîm eğilim olan bu durumun aşılması için kişisel öykülere ve işçilerin anlatılarına odaklanmak gereklidir. Örgütlü ya da örgütsüz işçilerin fabrika içinde ve dışındaki koşullarının ve mücadelesinin ele alınması sınıf analizine önemli katkılar sağlayacaktır.
Sınıf araştırmasını, sınıf hareketlerinin sıcak anları arasında uzanan “rutin” dönemleri, sınıf ilişkilerinin daha az çatışmalı ve sessiz direniş biçimlerini, enformel örgütlenme kalıplarını vb. kavramaya dönük bir strateji ile sürdürmek gerekmektedir (Özuğurlu, 2005: 29). Aşağıdakilerin seslerine kulak vererek sessiz direniş biçimlerinin işlenmesi ve bunun işçi sınıfı hareketine getirdiği katkıların tartışılmasıyla Türkiye emek tarihinin daha da zenginleşeceğini söyleyebiliriz. Tabii bu seslerin de belirli mekanizmalar içinde; yasal, siyasal ve ekonomik koşullar çerçevesinde ve kapitalist sistemin işleyiş mekanizmaları ile karşılıklı etkileşim içinde ortaya çıktığı konusunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
1940’lı ve 1950’li yılları yeterince önemsememenin bir diğer nedeni de, konunun ele alınış tarzından kaynaklanmaktadır. Çalışma İlişkileri yazınında, toplu çalışma ilişkilerinin üç temel kurumu olarak sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grevin birbirlerini tamamlayıcı bir nitelik taşıdığı, bunlardan herhangi birinin varlık kazanamaması durumunda diğerlerinin de işlevselleşemeyeceği görüşü hakîmdir (Makal, 2007: 267). İşçilerin kurumlar çerçevesinde analizi önemli katkılar sağlasa da, bu yaklaşım sendikasız işçileri, kayıt dışı çalışanları dışlama tehlikesi taşımakta ve hepsinden önemlisi, işçi sınıfı tarihinde önemli ipuçları verecek olan işçilerin fabrika içindeki küçük direniş biçimleri ile fabrika dışındaki gündelik hayatını ve eylemlerini göz ardı etme potansiyeli taşımaktadır. Ayrıca, işçi örgütlenmesinin ve sendikaların doğuş yılları olan 1940’lar geleceğin bir laboratuvarı gibidir ve daha sonraki gelişmeleri anlamamız için önemlidir. 1945 yılı Türkiye açısından bir dönemeçtir. II. Dünya Savaşı yıllarında özel sektörün çok ciddi boyutlarda sermaye birikimi yarattığı bilinmektedir. Bu yıllar özel sektörün kadın ve çocuk işçiler de dahil olmak üzere daha çok sayıda işçi çalıştırdığı yıllardır. İş Kanunu’na, iş mevzuatına uymayan sermayedarlar, mücadeleci işçilerin doğduğuna tanık olmuşlar ve bu gelişmelerin sonucunda da radikal sendikalar kurulmuştur (Güzel, 1999: 404).
İşçiler, sendika ve hatta dernek kurmadan önce de koşulların iyileştirilmesi için çok değişik biçimlerde mücadele etmişlerdir. Grev yasağı döneminde bile, işçi temsilcileri ve sendikaları aracılığı ile iş ihtilafları çıkarmışlar, yürüyüş, miting düzenlemişler, iş yavaşlatmışlardır. Günlük gazete ve dergiler ile sendika raporlarının satır aralarından çıkarılan bu eylemlerin yeni arşivlerin açılması ve yeni kaynaklara ulaşılması ile daha da zengin bir şekilde ortaya konulacağı düşünülmektedir.
İşçi sınıfına ilişkin yazında yapı-özne karşıtlığı temel bir tartışma olagelmiştir. Emek tarihi kuramında da işçi sınıfı dar ve geniş anlamlı olmak üzere iki açıdan analize konu olmuştur. İşçi sınıfına dar anlamlı bakış; onların içinde bulunduğu yapıyı ve kurumları esas alır ve grev, miting gibi eylemlere odaklanır. Geniş anlamlı bakış ise işçi sınıfının deneyimlerine öncelik verir ve fabrika dışı yaşam, kültürel ve gündelik hayatı analize dahil eder. Türkiye emek tarihi yazımında hakim eğilim dar anlamlı bakış olsa da son dönemde işçi sınıfının gündelik hayatı, kültürel eğilimleri, örgütsüz işçilerin direnişleri ve deneyimlerini esas alan çalışmaların arttığı görülmektedir.
Türkiye emek tarihi yazımında özellikle; grev, mitingi gibi büyük işçi eylemlerinin yoğunlaştığı 1960’lı ve 1970’li yıllara odaklanma olduğu görülmektedir. Bu durum sadece erken cumhuriyet dönemi ve daha önceki dönemlere ilişkin arşiv bilgilerine ulaşma zorluğundan kaynaklanmamaktadır. İşçi sınıfını dernek, sendika gibi belirli kurumlar ile grevler ve mitingler gibi eylemler üzerinden analiz etmek ve onların gündelik direnişlerini göz ardı etmekten kaynaklanmaktadır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, TUSTAV (Türkiye Sınıf ve Tarih Araştırmaları Vakfı) ve çeşitli özel arşivlerin yanı sıra pek çok gazetenin online olarak arşivlerinin araştırmacılara açılması emek tarihinde gizli kalmış pek çok bilgiyi gün yüzüne çıkarabilir. Ayrıca o dönemde yazılmış edebiyat ürünleri ile döneme ilişkin yazılan anı, öykü gibi eserlerden de işçi sınıfının gündelik deneyimine ilişkin ufkumuz geliştirecek önemli bilgilere ulaşmamızı sağlayabilir.
[1] Türkiye’de emek tarihi yazımında genel yaklaşımı; yasal düzenlemeler, devlet müdahalesi, işçi örgütlerinin tarihi ve örgütlü eylemlerin ön plana çıkarılması oluşturmaktadır. Bu tarz bir yaklaşımın önemli sonucu, sadece örgütlü emek hareketlerinin varlığını sınıf formasyonunun belirleyici faktörü olarak görmesidir. Erdem Kocabaş, “Politics Change and Working Class Formation Between 1945-1960 in Turkey”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 2006, s.2-3.
[2] Oya Sencer (Baydar), Türkiye İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı, İstanbul: Habora Yayınları, 1969.
[3] R. N. Rozaliyev, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri, Azer Yaran (çev.), Ankara: Onur Yayınları, 1978. Türkiye’de Sınıflar ve Sınıf Mücadeleleri, M.Anibal, (çev.), İstanbul: Belge Yayınları, 1978. Rozaliyev, Türkiye Sanayi Proleteryası, Güneş Bozkaya (çev.), 2. Baskı, İstanbul: Yar Yayınları, 1978. Şişmanov, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Ayşe Zarakolu ve Ragıp Zarakolu (hzl.), 2. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Ocak 1990. Alexander Şnurov, Türkiye Proleteryası, M. Anibal (çev.), İstanbul: Yar Yayınları, 1973. A. Şnurov ve R. N. Rozaliyev, Türkiye’de Kapitalistleşme ve Sınıf Kavgaları, Güneş Bozkaya ve M. Anibal (çev.), İstanbul: Ant Yayınları, 1970.
[4] TİB, Türkiye İşçi Sınıfı ve Mücadeleleri Tarihi, Canan Koç ve Yıldırım Koç (drl.), Ankara: Tüm İktisatçılar Birliği Yayınları, 1976.
[5] Ahmet Makal, Osmanlı İmparatorluğu Çalışma İlişkileri: 1850-1920, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1987. Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1920-1946, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1999. Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma Ilişkileri: 1946-1963, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2002. Ameleden İşçiye Erken Cumhuriyet Dönemi Emek Tarihi Çalışmaları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007. Mesut Gülmez, Meclislerde İşçi Sorunu ve Sendikal Haklar (1909-1961), Ankara: Öteki Yayınevi, 1995. Türkiye’de Çalışma İlişkileri (1936 Öncesi), 2. Baskı, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitisü Yayını, 1991.
Mehmet Şehmus Güzel, İşçi Tarihine Bakmak, 1.Baskı, İstanbul: Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı, Ekim 2007. Türkiye’de İşçi Hareketi (1908-1984), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1996. Türkiye’de İşçi Hareketi (Yazılar – Belgeler), İstanbul: Sosyalist Yayınlar, 1993. Türkiye’de İşçi Örgütlenmesi (1940-1950) 2 Cilt, Yayımlanmamış Doçentlik Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi, 1982. Yüksel Akkaya, “Adana’da Fırın İşçilerinin Örgütlenmesi”, Toplumsal Tarih, C.10, Sayı.57, Eylül 1998. “Çukurova’da Sendikacılık ve İşçi Eylemleri: 1920-1960“, Kebikeç, Yıl.2, Sayı.5, 1997. “Demokrat Parti Döneminde Grevler”, Toplumsal Tarih, Sayı.112, Nisan 2003. “Korporatizmden Sendikal İdeolojiye, Milliyetçilik ve İşçi Sınıfı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce içinde, C.4, 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003. “Türkiye’de Emek Tarihinin Sefaleti Üzerine Bazı Notlar”, Toplum ve Bilim, Sayı.91, Kış 2001-2002. ““Türkiye’de emek tarihinin sefaleti üzerine notlar‟a” ek (özür ve borç ya da ya da çölde bir vaha: Hikmet Kıvılcımlı)”. Toplum ve Bilim, Sayı.94, 2002, “Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık- 1 (Kısa Özet)”. Praksis, Sayı.5, 2002. Yıldırım Koç, Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Tarihi. Olaylar Değerlendirmeler, Ankara: Türkiye Yol-İş Sendikası Yayınları, 2003. 100 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi, Ankara: Gerçek Yayınları, 1998. Türkiye İşçi Sınıfı Tarihinden Yapraklar, İstanbul: Ataol Yayıncılık, 1992. Türkiye İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi Tarihi, Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2003.
[6] Murat Metinsoy, raporların verimli bir kaynak olması için farklı kaynakların gerekliliğine işaret eder. “Raporlardaki bilgilerin doğruluğunu saptamak, raporlardaki yanlışları, abartmaları, eksikleri ve çarpıtmaları olabildiğince bertaraf edebilmek için sosyal tarihçiliğinin kat etmesi gereken bir hayli mesafe vardır. Örneğin, polis raporları, hafiye ya da ajan raporları, mahkeme tutanakları, dilekçeler, mektuplar, anılar, yerel gazeteler ve halk hikâyeleri, mani, şaka, fıkra, söylenti, gibi farklı türden kaynakların kullanılması, raporların daha verimli ve güvenilir bir kaynak hale gelmesini sağlayacaktır.” (2006: 105).
[7] Mehmet Şehmus Güzel bir çalışmasında, ilk kaynağa başvurulmaması nedeniyle kendisinin de devam ettirdiği, zincirleme yanlışlığa değinir. (1999: 399).
[8] Zehra Kosova, Ben İşçiyim, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. Hikmet Akgül, Şoför İdris (Anılar), İstanbul: Yar Yayınları, 1996. Abidin Nesimi, Yılların İçinden. İstanbul: Gözlem Yayınları, 1977. Bu kitaplarda da fabrikadaki emek süreçleri ve işçi-sermayedar ilişkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır ne yazık ki.
[9] Bu konudaki çalışmalar için şu kaynaklara bakılabilir: Yıldırım Koç, Türk İş Tarihinden Portreler 2 Cilt, Eski Sendikacılardan Anılar, Gözlemler, Ankara: Türk-İş Yayını, 1998, Kenan Öztürk, Amerikan Sendikacılığı ve Türkiye İlk İlişkiler, AFL-CIO‟nun Avrupa Temsilcisi Irving Brown ile Söyleşi, İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2004, Ersin Tosun, Bir Ömür Bir Sohbet – Suat Şükrü Kundakçı, İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2005, Emin Karaca, “Eski Tüfekler’in Sonbaharı, Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları, Ekim 1999. Atilla Akar, Bir Kuşağın Son Temsilcileri: “Eski tüfek” Sosyalistler, İstanbul: İletişim Yayınları, 1989.
[10] Eylem tarihçiliği kavramına Yiğit Akın‟ın aynı konu bağlamında kullandığı “hareket tarihçiliği‟ kavramından esinlenerek ulaştım. Hareket tarihçiliği tartışması için bkz. (Makal, 2006: 228 Ve ( Akın, 2005: 77).
[11] “İşçi hareketi deyimi, işçi örgütlenmesi, işçi eylemleri ve bunlar çevresinde oluşan ilişkileri kapsamaktadır. Çok çeşitli işçi eylemlerinin arkasında ilk akla gelen, grev, gösteri, yürüyüş, toplantı ve benzeri hareketlerdir. Ama bunların dışında da çok geniş bir işçi eylemleri dizisi çeşitli toplumlarda, çeşitli tarihlerde görülmüştür. Kapitalizmin oluşup gelişmesiyle ortaya çıkan işçi kesiminin, gerek içinde bulunduğu çalışma koşullarına, gerek yaşama koşullarına ve gerekse bunların büyük bölümünden sorumlu tuttuğu işverenlerine karşı itirazlarından kaynaklanan eylemleri, sanayi devriminin başlangıç evresinde işsiz kalmak korkusuyla makinelerin kırılıp parçalanması, tek tek işverenlerine yönelik saldırılar, işyerinde sabotajlar, isyan hareketleri gibi biçimlere de bürünmüştür.” (Güzel, 1988: 1848).
[12] “Sendikacı”, Sendika, “Sendikalıların Faaliyet Şekilleri”, Yıl.1, Sayı.12, 16 Kasım 1946, s.1.
[13] Sendika, “Sendikalıların Faaliyet Şekilleri”, Yıl.1, Sayı.12, 16 Kasım 1946, s.4.
Kaynakça
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.