Halkevleri Kadın Sekreteri Serin: “25 Kasım’da hayatlarımıza, haklarımıza, birbirimize sahip çıkmaya; mücadeleye çağırıyoruz”

19 Kasım 2024 18:39

Halkevleri Kadın Sekreteri Çiğdem Serin, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü öncesinde Sendika.Org’a konuştu. 25 Kasım’a nasıl bir süreçte gidildiğini ve Halkevci Kadınlar’ın bu süreci nasıl örgütlediğini anlatan Serin, tüm kadınları “Yaşamak için feminist mücadeleye” çağırdı

Türkiye’de kadınlar her gün gözlerini yeni bir kadın veya çocuk katliamı haberine açarken, iktidar da “kutsal aile” çatısı altında kadınların haklarına yönelik saldırıları sürdürüyor. Böyle bir ortamda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü karşılamaya hazırlanan kadınlar, uzun süredir sokaklarda “Katledilen kadınlar isyanımızdır”, “Kaybedilen kadınlar\çocuklar isyanımızdır” diyerek mücadele ediyor.

Halkevleri Kadın Sekreteri Çiğdem Serin, Türkiye’de kadınlara yönelik saldırılara ve kadın mücadelesine ilişkin Sendika.Org’a konuştu.

“Birçok şiddet biçiminin üstü kutsal aile ile örtülüyor”

25 Kasım’a giderken, erkek şiddetinin tırmandığını dile getiren Serin, her gün bir kadın katliamı veya taciz haberiyle güne başlandığını dile getirdi. Tacize tecavüze sokak ortasında kalkışılabilir hale geldiğini söyleyen Serin, “Bu ülkede bir kadın katliamı yaşanıyor. Kadınlar; kamusal alanda, ev içerisinde, bulunduğu hiçbir alanda güvende hissetmiyor. Bu ülkedeki katliamların sorumlusu da bu ülkeyi yöneten 22 yıllık AKP iktidarıdır. AKP’nin kadın düşmanı, LGBTİ+ karşıtı, aileyi kutsayan politikalarıdır. Bu iktidarın kutsadığı aile içerisinde neler yaşandığına baktığımızda çocuk istismarının üstünün örtülüyor, kadınlar yoksullaştırılıyor, güvencesizleşiyor, şiddete uğruyor, şiddetle baş başa bırakılıyor. Her gün en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Birçok şiddet biçiminin üzerinin kutsal aile örtüsüyle örtüldüğünü görüyoruz. Yakın zamanda da Narin cinayetinde bir çocuğun ailenin içinde nasıl organize bir şekilde katledildiğini, devletin katliamı nasıl örttüğünü görüyoruz. AKP’li Ensarioğlu da ‘Aileyi tanıyoruz, aslında bilip de söyleyemediğimiz şeyler var’ diyerek iş birliklerini de suç ortaklıklarını da açığa çıkarmış oldu” diye konuştu.

Yoksullaştırma ve kadın politikaları: “Krizlerde kadınların görünmeyen emeğine başvuruluyor”

İktidarın kadınların yaşamlarının önüne ailenin korunmasını ve ailenin güçlenmesini koyduğunu söyleyen Serin, sözlerini şöyle sürdürdü:

Aile politikalarının kaynağının yoksullaştırma politikaları olduğunu biliyoruz. İktidar yoksullaştırma politikalarının bir parçası olarak aile politikalarına sığınıyor. Çünkü yoksullaştırma politikaları milyonlarca insanı sefalet ücretine mahkum ederken, ücretleri aşağıya çekmesinin dayanağını da kadınların ev içinde görünmeyen emeğini oluşturuyor. Sistem ne zaman krize girse kadınların görünmeyen emeğine başvuruluyor. Pandemide yapılan araştırmalara göre, dünyada yoksul ülkelerdeki 15 yaş üzerindeki kız çocuklarının ve kadınların ürettiği emek günde 12 buçuk milyar saate denk geliyor. Bu da aslında küresel ekonomi açısından da 10.8 trilyon dolara denk geliyor. Ücretleri aşağıya çekmenin yolu kadınların ev içerisinde karşılığı ödenmeyen emeğinden geçiyor. Çünkü kamusal olması gereken, devlet tarafından karşılanması gereken pek çok temel ihtiyaç aile içerisinde kadınlar tarafından karşılanıyor. Kadınların toplumsal yeniden üretim alanındaki emeğinin denetlenmesi, iktidarlar ve devletler açısından önemli bir yerde duruyor. Aile kadınların toplumsal yeniden üretim alanındaki emeğine el konulması, bedenin ve emeğin denetlenmesi açısından en önemli unsur.

Kadınların AKP’nin kadın düşmanı politikaları nedeniyle topyekün bir saldırı ile karşı karşıya kaldığını söyleyen Serin, şunları kaydetti:

İktidar İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden bu yana kadınlara bir savaş açmış durumda. Anayasa tartışmaları, 9. Yargı Paketi, 6284’e saldırılar, soyadı kanununda değişiklik tartışmaları… Soyadı düzenlemesi 9. Yargı Paketi ile çıkarıldı ancak 6284’e yönelik saldırılar devam ediyor. 6284’te hakkında uzaklaştırma kararı verilen erkekler açısından caydırıcı olan ‘tazyik’ maddesini değiştirerek 6284’ü işlevsiz hale getirmeye çalışıyorlar. 15 Mayıs’ta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından açıklanan ‘Ailenin Güçlendirilmesi ve Korunması Vizyon Belgesi’ne baktığımızda adeta damızlık kızın öyküsündeki distopyayı andırıyor. Orada sadece birkaç maddeye bakmak yeterli oluyor. Onlardan birkaçını sıralayacak olursak; üniversitelerle iş birliği kapsamında Aile Enstitülerinin kurulması, doğum oranı düşük illerde ve boşanma oranı yüksek illerde araştırmalar yapılması, mercek altına alınması… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da kimi stratejik planların içinde yer alması, esasında kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde dinin, devletin ve ailenin mutlak otoritesini planlayan bir eylem planıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

“Kadınların güçlendirilmesine ayrılan bütçede kadın başına 38 kuruş düşüyor”

Meclis’te yapılan bütçe görüşmelerine dikkat çeken Serin, kadınların güçlendirilmesi için ayrılması planlanan bütçenin kadın başına yıllık 139 liraya denk geldiğine işaret etti. Bu bütçe esas alındığı takdirde Türkiye’de yaşayan her kadına günlük 38 kuruş ayrılmış olacağının altını çizen Serin, “Ailenin korunması ve güçlendirilmesi için ayrılan bütçe, bunun üç katı. Bu iktidarın aileyi koruma politikaları kadını güçsüzleştiriyor, aileye hapsediyor ve savunmasız hale getiriyor” dedi.

“Sıfır tolerans, kadınların kazanılmış haklarına saldırmak mı?”

Kayyum atamalarının da iktidarın kadına yönelik saldırılarından bir tanesi olduğunu söyleyen Serin, şöyle devam etti:

Kayyum politikalarıyla kadınların temsiliyetine ve kazanılmış haklarına saldırılıyor. Daha önceki kayyumlardan biliyoruz ki, kayyumların ilk icraatları kadın dayanışma merkezlerini, kadın birimlerini kapatmak oluyor. Bugün de kadınların kazanımları ve temsiliyetleri açısından bir başka saldırıyla karşı karşıyayız. Bir taraftan AKP tarafından kadına yönelik şiddetin önleneceğine dair samimi olmayan söylemler var. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş, ‘Kadına yönelik şiddete karşı sıfır toleransla hareket edeceğiz’ diyor. Bunu da bir gecede tek adamın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden, şiddet gören kadınlara evlerine dönmesini öğütleyen, Diyanet’e milyonlarca lira bütçe ayıran, 6284’e yönelik saldırıları devam eden bir iktidarın bakanı söylüyor. ‘Sizin sıfır tolerans dediğiniz, kadınların kazanılmış haklarına saldırmak mı’ diye soruyoruz kendilerine.

“Ölümlerden kadınlar değil, yoksullaştırma politikaları ve iktidar sorumlu”

Devletin kadınların yaşamından ziyade kaç çocuk doğuracağıyla ilgilendiğini vurgulayan Serin, cezasızlık politikalarına işaret etti. Serin, bu politikaların erkek failleri güçlendirdiğini ve şiddete teşvik ettiğinin altını çizdi. Serin sözlerini şöyle sürdürdü:

Çok çocuk doğurmamız üzerine stratejiler kuran devlet, çocukları korumuyor. Bu ülke kayıp çocuklar ülkesi haline gelmiş durumda. Sürekli yeni kayıp çocuk, kayıp kadın haberleri alıyoruz. Ne yazık ki kısa bir süre sonra da kayıp çocukların ve kadınların ölüm haberleriyle karşılaşıyoruz. Devlet koruyamadığı çocukların sorumlusu olarak yine kadınları, yani anneleri gösteriyor. İzmir’de hurda toplamak için çıktığı evde annelerinin bıraktığı 5 çocuğun yanarak öldüğü olaydaki gibi. Bu olayda iktidar ve medyanın anneyi suçladığına tanık olduk. Bunun üzerine AKP’li Özlem Zengin, ‘Her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bu olayın parayla ne ilgisi var’ dedi. Bu olayın parayla ne ilgisi olduğunu bir kez daha söyleyelim: Sefalet ücretine, güvencesizliğe mahkum ettiğiniz milyonlarca insan çalışmaya giderken çocuklarını bırakabilecekleri kreşe ulaşamıyor. Pek çok çocuğun ölümünde olduğu gibi bu 5 kardeşin de ölümünden anne değil, kadınlar değil yoksullaştırma politikalarınız ve bu iktidar sorumludur. Bir taraftan da bu gibi olaylarda ‘madem parası yoktu bu kadar doğurmasaydı’ gibi kadınların yargılandığı, sözlerle karşılaşıyoruz. Oysa ki bu ülkede doğum kontrol yöntemlerine parasız ulaşılamadığı, fiilen kürtaj hakkımızın gasp edildiği göz ardı ediliyor.

“Kadınların öfkesi isyana dönüştü”

Serin, erkek şiddetinin tırmandığı, kadın cinayetlerinin katliama dönüştüğü bu ortamda kadınların da mücadeleden geri durmadığını dile getirdi. İkbal ve Ayşenur’un katledilmesinin ardından kadınların kamusal alanda güvende olmadığı gerçeğinin bir kez daha gün yüzüne çıktığını vurgulayan Serin, “Ancak kadınların da erkek şiddetine, kadın katliamlarına, tacize, tecavüze karşı duyduğu öfke bir isyana dönüştü. Kadınlar sokaklarda, kampüslerde, yurtlarda erkek şiddetine karşı katledilen bütün kadınların isyanını kuşanarak sokaklara döküldü. 25 Kasım’a giden süreçte de kadınların isyanının ayak sesleri duyuluyor. Kadınlar birbirinden, hayatlarından ve mücadelesinden asla vazgeçmiyor” diye konuştu.

“Hayatlarımızdan, haklarımızdan, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz”

Erkek şiddetinin sosyal medyada kadın cinayetlerini öven boyuta ulaştığını söyleyen Serin, şöyle devam etti:

Kadın düşmanlığını körükleyen, kadın cinayetlerini öven bu paylaşımlar, hesaplar hakkında hiçbir şey yapılmazken, hayatlarına haklarına sahi çıkan, kadın cinayetlerine karşı, erkek şiddetine karşı ses yükselten kadınların devlet tarafından kriminalize edildiğini görüyoruz. Bu da fail erkekleri cesaretlendirerek erkek şiddetinin giderek vahşileşmesine neden oluyor. Ancak tüm bu saldırılar karşısında kadınların susmaya niyeti yok. Bizler yaşamın sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığını biliyoruz ancak bu ülkede sadece yaşamak için bile, hayatta kalmak için bile mücadele etmemiz gerektiğini biliyoruz. O yüzden yaşamak için birbirimizin elini tutmaktan, mücadele etmekten başka seçeneğimiz yok. Hayatlarımızdan, haklarımızdan, birbirimizden ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

“Erkek şiddetine duyulan öfkeyi örgütlediğimiz süreçte 25 Kasım’a gidiyoruz”

Kadın cinayetlerinin münferit olmadığını dile getiren Serin, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığı’na, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan medyasına, sistemin bu şiddeti çeşitli unsurlarla beslediğini vurguladı. Halkevci Kadınlar’ın bu şiddete karşı mücadele edecek yol ve yöntemler geliştirdiklerini söyleyen Serin, sözlerini şöyle sonlandırdı:

Yapısal şiddetin tüm unsurlarını ifşa ettiğimiz, sokaklarda kadınların erkek şiddetine karşı duyduğu öfkeyi örgütlediğimiz bir süreçte 25 Kasım’a gidiyoruz. Sokakları da, geceleri de, meydanları da terk etmiyoruz. Yaşadığımız şiddetin kaynağının patriyarka olduğunu biliyoruz. Yıkılması gereken bir patriyarka var. Patriyarkayı yıkana kadar da birbirimizi ve hayatlarımızı savunmak zorundayız. O yüzden mahallelerde, şubelerimizde, bulunduğumuz her alanda birbirimizi güçlendireceğimiz etkinliklerde buluşuyoruz. Feminist özsavunma atölyeleri, fiziksel özsavunma atölyelerini yaygınlaştırıyoruz. 25 Kasım öncesinde ve sonrasında da Halkevci Kadınlar olarak yoksullaştırma politikalarına karşı kadınların hak mücadelesini yükselteceğimiz, bu iktidarın aile politikalarını ifşa edeceğimiz, aile politikaları ve erkek şiddetine karşı da feminist mücadeleyi büyüteceğimiz bir programı hayata geçireceğiz. 25 Kasım’a giden süreçte ve 25 Kasım’da tüm kadınları, hayatlarımıza, haklarımıza birbirimize sahip çıkmak üzere sokakları mora boyama, yaşamak için feminist mücadeleye çağırıyoruz.

Söyleşi: Yüsra Batıhan