Küresel su krizi ve göç dalgası, Avrupa’daki siyasi manzarayı önemli ölçüde etkiliyor. İklim değişikliği devam ettikçe bu göç hareketlerinin artması bekleniyor. Bu sırada kapitalizm, göçün temel nedenlerini -örneğin çevresel bozulma ve su kıtlığı- ortadan kaldırmak için gereken kaynakları ayırmaya niyetli görünmüyor. Kapitalizm bu tutumunu koruyabilmek için faşist partilerin siyasi desteğine giderek daha fazla gereksinim duyuyor
Küresel su krizi, gıda güvenliğini ve toplumsal istikrarı ciddi şekilde tehdit eden büyük bir sorun haline geliyor. Son raporlara göre küresel tatlı su talebi 2030 yılına kadar arzı yüzde 40 oranında aşacak, önümüzdeki 25 yıl içinde dünyanın gıda üretiminin yarısından fazlası, artan su kıtlığı nedeniyle risk altında (The Turning the tide, Mart 2023; The Economics of water, Ekim 2024) İklim değişikliği; kuraklıklar, seller ve ekosistemlerin yok olması gibi sorunları daha da kötüleştirirken özellikle Küresel Güney’deki birçok bölge su kıtlığı ile karşı karşıya. Bu durum, yaşanmaz hale gelen koşullar nedeniyle kitlesel göç hareketlerini tetikliyor. BM, Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, geçen yıl 114 milyon insanın savaş, şiddet ve zulüm nedeniyle yerinden edildiğini bildirdi. Bu sayı bu yıl sert bir artışla 130 milyon kişi olarak yenilendi.
Afrika, Ortadoğu ve Güney Asya, bu çevresel zorluklardan en fazla etkilenen bölgeler arasında yer alıyor ve bu bölgelerden gelen göçmenler, daha iyi yaşam koşulları aramak amacıyla yurtlarını terk ediyorlar. Özellikle Sahel ve diğer bazı Afrika bölgeleri, toprak ve su kaynaklarının tükenmesi nedeniyle milyonlarca insanı göçe zorlayan bölgeler olarak öne çıkıyor.
Kapitalizmin yapısal krizi ile iklim krizinden, gelişmiş ülkelerde aşırı tüketimden kaynaklanan su ve gıda krizleri kesişmeye başlayınca, son 20 yılda, çevresel felaketlerden kaçan mülteciler ve göçmenler için Avrupa önemli bir sığınak oldu. Bu durum, sermayeye ucuz içgücü sağlarken Avrupa Birliği üye ülkelerinin bütçeleri üzerinde ve vatandaşlarının günlük yaşamları üzerine yeni siyasi, kültürel baskılar getirdi. Göçmen karşıtı ırkçı faşist partiler Avrupa siyasetinde giderek güçlenmeye başladılar. Almanya’daki Alternatif für Deutschland (AfD) ve Avusturya’nın Özgürlük Partisi (FPÖ) gibi aşırı sağ partiler, göç korkularını siyasette başarıyla kullanarak önemli kazanımlar elde ederek Avrupa’nın siyasi dinamiklerini değiştirmeye başladılar (“Aşırı Sağın Seçim Kazanımları Avrupa’yı Nasıl Değiştiriyor?”, CFR, 15/10/ 2024)
Su, gıda sıkıntısı çeken bölgelerden gelen göç hareketleri, Avrupa’da Avrupa Birliği karşıtlığı ve yabancı düşmanlığını körüklüyor. Aşırı sağ partiler, göçü ulusal egemenlik için bir tehdit olarak göstererek sınırların kapatılmasını ve daha sert sınır dışı politikalarının uygulanmasını savunuyorlar. Avusturya ve Almanya’da son seçimlerde kazanılan başarıların, Polonya Başbakanı Tusk’ın, “Atık göçmen almayacağız” açıklamasının gösterdiği gibi göç karşıtı platformlar, merkez partiler arasında bile yaygınlaşıyor (“Göçmen karşıtlığı ana akıma olmaya başladı”, Wall Street Journal, 14/10/24).
Irkçı faşist partilerin AB siyaseti içinde artan etkisi, Avrupa Birliği’nin geleceğini tehdit ediyor. Göçmenlere yönelik insani yardım ve göç politikaları konusunda geleneksel AB duruşunu sarsmaya çalışan bu partiler, AB karşıtı bir duruş sergileyerek birliğin işleyişine zarar verebilecek adımlar atıyorlar.
Göç krizi devam ederken kuzeydeki zengin ülkeler, örneğin Almanya ve Fransa, daha fazla mülteci alımına karşı çıkarken İtalya ve Polonya gibi Güney ve Doğu Avrupa ülkeleri ise sert sınır kontrolleri uyguluyorlar. Bu durum, AB içinde derin bölünmelere neden oluyor ve ortak bir göç politikası geliştirilmesini zorlaştırıyor.
Özetle, küresel su krizi ve göç dalgası, Avrupa’daki siyasi manzarayı önemli ölçüde etkiliyor. İklim değişikliği devam ettikçe bu göç hareketlerinin artması bekleniyor. Bu sırada kapitalizm, göçün temel nedenlerini -örneğin çevresel bozulma ve su kıtlığı- ortadan kaldırmak için gereken kaynakları ayırmaya niyetli görünmüyor. Kapitalizm bu tutumunu koruyabilmek için faşist partilerin siyasi desteğine giderek daha fazla gereksinim duyuyor.
2025 AB seçimlerine doğru ilerlerken göç, iklim değişikliği ve faşist hareketlerin artan etkisi, Avrupa’nın geleceği üzerindeki en önemli tartışma konularından biri olmaya devam edecek. AB’nin bu krizlere vereceği yanıt, birliğin güçlü, işbirlikçi bir yapı olarak devam edip etmeyeceğini ya da ulusalcılık ve parçalanma ile karşı karşıya kalıp kalmayacağını belirleyecektir.
Kaynak: Cumhuriyet
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.