Yaşamaya çalıştığımız bu karanlık dünyada, bir çocuğun öldürülüşünü bir tümceyle, masumiyeti bir çığlıkla öğrenir olduk. O çığlığın içinde saklı duran Narin’in ve Narin’den önce öldürülenlerin yüzleri, o yüzlere bakanları ne kadar tedirgin ediyordu, ne kadar utandırıyordu?
Ölüm tadında öfkeli bir acıyla boğularak klavyeye dokunuyorum. Daha nasıl sertleştirebilirim sözcükleri şimdilik bilmiyorum. Ben, ölüm tadındaki öfkeli acıyla kıvranırken, cehennemin nerede olduğu sorusunu size yöneltiyorum, lütfen sorma cüretimi bağışlamayın! Düşünmek için zahmet de etmeyin, çünkü yanıtını hemen vereceğim. Sizin de bildiğiniz gibi biz, hiçbir zaman düşünmeyiz, çünkü düşünme eylemini bilmeyiz. Sürekli konuşuruz ama asla dinlemeyiz, dinlemediğimiz için de anlamayız. Bir susabilsek, susmayı bir öğrenebilsek!.. Belki her şey bir anda değişmeyecek ama bir şey değişecek. Bizim adımıza karar vericileri tanıyacağız. Bu kadar korkunç şeyleri nasıl yaptığımızı sorgulamanın yolunu açacağız.
Bir süre susalım, olanı biteni izleyip dinleyelim. Dehşete düşeceğimizden eminim. Çünkü hepimiz, bu cehennemin sürüp gitmesi için çabalıyoruz. Kendimizden kaçmak için sürekli konuşuyoruz. Var olmak, görünür olmak için devamlı kendimizi aynada görmek istiyoruz. Hayatımızda kötüye giden, olumsuz bulduğumuz, ya da istemediğimiz her şeyi, düşünmeyi ve eyleme geçmeyi reddettiğimiz için yaşıyoruz. Gücümüzün ve değerimizin farkında bile değiliz.
Cehennem için, yerin yedi kat altında diyorlar ya siz onlara inanmayın, her zaman yaptıkları gibi gene yalan söylüyorlar, korku salıyorlar. Bilirsiniz; korku, sinerek ya da yalan söyleyerek yaşamayı öğretir. Yalan söylemek kötü bir eylemdir ama daha kötüsü yalan söylemeyi öğretmektir. Biz, yılmadan, usanmadan birbirimize yalan söylemeyi öğretiyoruz.
Birbirimize hakaret ederken cehennemin dibine kadar yolun var diyoruz ya aslında uzağa gitmeye gerek yok. Cehennemin dibi, nefsimizde, cehennemin dibi, bizi yöneten hücrelerimizde. Cehennem tam da beynimizin ortasında, çocukları, kadınları, hayvanları, bitkileri yakıp, yıkıp, yok ediyor, geride ise, ah’lar vah’lar ve tüh’le sarmalanmış acı bir toprak, bol gözyaşı ve parlayıp sönen bir öfke bırakıyor.
Dipsiz ve kıyısız bir kuyu gibi kapkara, yoz düşüncelerimiz, duygularımız, törelerimiz, hurafelerimiz, gelenek ve göreneklerimiz ile akıl, bilim ve vicdanla uyuşmayan, uydurulmuş metinlerle, Narin’i, Narin’den önce öldürülenleri ve Narin’den sonra öldürülecekleri uçurumlara doğru bıkmadan usanmadan sürüklüyoruz. Derin ve yıldızsız bir gece gibi siyah ve kasvetli gözlerimizle birbirimizin yüzüne bakarken utanmıyoruz. Utanç duymuyoruz. Sahi biz ne zamandan beri bu kadar haysiyetsiz olduk?..
Meksika’da Meksikalı biri ölünce ardından üç şey söylenir: “Çirkindi, kötüydü, haysiyetliydi.” Meksikalılar bizim için sanırım şöyle derlerdi: “Çirkindi, kötüydü, haysiyetsizdi.”
Hepimizin bildiği gibi çocuklar, dünyayı hayalleriyle içlerinde taşırlar. Bütün düşleri, o dünyanın masumiyeti içinde serpilip gelişir. Dünyanın üzerinde gezinir, ülkelerin haritalardaki yerlerini değiştirir, sınırları kaldırırlar. Bunları yaparken neşe içinde ve masumiyetle gülerler. Bu duyguyu çocuklar gibi hayal kuramayanlar anlayamaz. Bütün mevsimlerde ve duygularda çocuk olmak ve o çocuksu saf sevinci duymak; yaşamı delicesine yaşamak, yalnızca çocukların hayalleriyle yaptığı devrimci bir eylemdir.
Çocukların gözlerindeki saf sevinci öldüren haysiyetsizler ise, bu dünyada kendilerine diktatör, reis, şef, efendi, köle, katil, aziz ve tecavüzcü yaratmakla meşguldür.
Yaşamaya çalıştığımız bu karanlık dünyada, bir çocuğun öldürülüşünü bir tümceyle, masumiyeti bir çığlıkla öğrenir olduk. O çığlığın içinde saklı duran Narin’in ve Narin’den önce öldürülenlerin yüzleri, o yüzlere bakanları ne kadar tedirgin ediyordu, ne kadar utandırıyordu? İçimizde bunu bilen var mı? Tedirgin olanlar ve utananlar, topyekûn itaatte kusur etmediğimiz makineleri parmakla kaydırarak arkasından üzüntülerini öyle cesaretle haykırıyorlardı ki, sanki bu topraklarda daha önce hiçbir çocuk öldürülüp, tecavüze uğramamıştı. Bu cesaret, küçük bir balonun şişirilip sonra da patlaması kadar bir zaman diliminde hızla yok olup bitiyordu. Çünkü balon gibi içi boş ve koftu.
Söylediklerimi sakın affetmeyin! Suçluyuz, kötüyüz, çirkiniz, yalancıyız, birkaç yüzlüyüz, sahtekâr, haysiyetsiz ve ahlâksızız. Ego mastürbasyonu yapan bir toplumuz. Bu toplumdan vicdan çıkar mı? Umudumu, her şeye rağmen korumaya uğraşsam da günbegün biraz daha boynunu büküp çürüdüğünü fark ediyorum.
Bir çocuğu büyütmek, bir insanı, bir toplumu büyütmektir. İnsanın, cennetini ve cehennemini büyütmektir. Biz, çocukların cennetini değil de cehennemini büyütüyoruz. Eğer cennetini büyütseydik, toplumun haysiyetli gelişimini sağlardık. Yaşamımız, karanlığa, bataklığa, hurafeye değil, umuda doğru yürürdü.
Hayatımızı nelerin, kimlerin, yönettiğini, bizim adımıza kimlerin düşünüp karar verdiğini, o kararların hangi karanlık gölgeler altında alındığını biliyor muyuz?
Renkli camda diziler izlenirken havada bir sinek bile uçmaz oldu. Dizilerin ninnileriyle uyuyoruz, çünkü hikâyeleri seviyoruz. Öyle ya perde kapanınca hikâye bitiyor. Hayatı da artık bir hikâye gibi yaşıyoruz. Bütün olumsuzluklara, çocukların, hayvanların, kadınların ve ağaçların öldürülmelerine hikâyeymiş gibi bakıyoruz. Renkli camda oluk oluk akan kanı izlerken leziz leziz yemeğimizi yiyoruz. Aldatılmayı seviyor, hatta aldatılmaya bayılıyoruz. Yoksa dünya bu kadar aldatılmayı seven beyinlerle dönmezdi.
Yeter artık! Çekelim ellerimizi! Narin çocukların, kadınların, hayvanların ve ağaçların, bedeninden. Bırakalım onları kendi dünyalarına; yaşamı, delicesine ve saf sevinçle yaşasınlar. Biz kendi haysiyetsizliğimizin batağında çürümeye devam edelim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.