Kredi kartı borçlularının sayısının 40 milyonu aştığı ve yüksek faiz oranlarının geri ödemeleri zorlaştırarak iş gücü üzerindeki finansal baskıyı artırdığı bir Türkiye tablosu çizen Göçmen, borcun toplumsal maliyetlerini gözler önüne seriyor. Özellikle, AKP iktidarının ilk yıllarında %1,8 olan hanehalkı borcunun 2013 yılında %20,1’e ulaşması ve pandemiyle birlikte yeniden yükselişe geçmesi, borcun ekonomik ve sosyal yaşamın merkezine nasıl yerleştiğini ortaya koyuyor. Göçmen’e göre, bu süreçte işçiler, artan finansal yük nedeniyle kolektif örgütlenmeden uzaklaşıp bireysel çözümlere yönelirken, finansallaşma emeğin toplumsal dayanışma zeminini aşındırıyor
Giriş: Türkiye’de hanehalkı borçluluğunun boyutlarını anlamak
Kapitalizmin ilerleyişi banka ve kredi kurumlarında birikimin tüketicilere aktarılmasına alan açarken, 1970’lerdeki krizlerinin aşılması amacıyla girilen “finansallaşma ve borçla birikim” neticesinde borçlanma kaçınılmaz bir olgu haline geldi. Ev eşyası, konut, araba gibi ihtiyaçlarını peşin ödemeyle karşılayamayan emekçiler kendilerini, kredi kartlarıyla taksitli alışveriş yaparken buldu. Öyle ki, ihtiyaç kredileri ve bireysel kredi kartı kullanımı ile borç sahiplerinin üzerinde oluşan risk çalışanların geleceği ve emekleri üzerinde bir denetim kurulmasına yol açıyor. Hanehalkı borçluluğu kapitalist birikimin kazanç sağlamasına yol açarken, borçları ödemek zorunda olanlar maddi zorunluluklar yüzünden dayanışmadan yoksun bir yalnızlık içine giriyorlar. Borç çevirerek yaşamını sürdürmek iş kaybetme korkusunu arttırırken işten atılırız kaygısının sonucunda örgütlülüğün düşmesi sonuçlarına kadar varıyor.[1] O nedenle borçluluk, “çalışanları sisteme bağlayan görünmeyen bir zincir işlevi görmektedir” anlamını koruyor.[2]
Borçlanarak geçimini sağlamak Türkiye’de emekçi sınıflar için günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası. Büyük bir çoğunluk maaş ve ücretleri 1 aylık geçinme ve barınma ihtiyacına yetmediği için geleceklerini dahi ipotek altına alıp borçlanarak tüketmek ve ihtiyaçlarını gidermek zorunda. Türkiye’de ise borçlanma AKP döneminin ekonomi politikaları ile ele alınıyor. AKP’nin iktidara geldiği ilk senede gayri safi milli hasılaya oranı 1.8 olan hanehalkı borcu 2013 senesinde tavan değeri olan 20.1’i gördükten sonra bir düşme trendine giriyor.[3] Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi pandemi döneminde finansal kaynakların halka aktarımı yerine düşük faizli borçlanma kanallarının açılması ile 2020 senesinde hanehalkı borcu yeniden yükselişe geçiyor. Türkiye’de hanehalkı borçluluk oranı küresel güney ülkelerine kıyasla düşük kalmış olsa da, bu gösterge emekçilerin durumunun daha yaşanılabilir olduğunu göstermiyor.
Hanehalkı borcunun kendisi bir gösterge olmakla birlikte, borcun niceliğinden öte niteliğinin anlaşılabilmesi için alt kırılımları daha büyük bir önem taşıyor. Merkez Bankasının Mayıs 2024’te yayınladığı Finansal İstikrar Raporuna göre Türkiye emsal ülkelere kıyasla konut kredilerinde en düşük yüzdeye sahipken, bireysel kredilerde oransal olarak kendisiyle kıyaslanan diğer altı ülkenin önüne geçiyor. 2010’ların başında uygulanan düşük faiz politikasından vazgeçilmesi göz önüne alındığında, uzun vadeli konut kredilerinin düşüyor olması tesadüf değil.
Konut kredilerinin tersine, bireysel kredi kartının borçlanma biçimi olarak ortaya çıkması yeni bir durum.[4] Hanehalkı borcunun önemli bir parçası olan konut kredileri düşerken bireysel kredilerin artması ise hane halkı açısından en sıkıntılı borçlanma biçimi. Çünkü, bireysel kredi kartı borçlanmasının sıkıntılı yönü hem çok kısa vadeli olması hem de yüksek faiz nedeniyle hane halkına yüksek bedel ödetmesi. Pandemi döneminde önce düşük faizle başlayan, devamında faizlerin artması ile borçla borç çevirmek zorunda bırakılan milyonlarca emekçinin çözüm yolu olarak devreye bireysel kredi kartı kullanımı girmişti.[5]
Hanehalkı finansal borçlarının GSYİH’e oranlarının verildiği tabloda da konut ve ihtiyaç kredisi düşerken bireysel kredi kartı borçlarının artması, acil ve günlük ihtiyaçların dahi borçlanarak edinildiği bir dönemi gösteriyor. Hanehalkı finansal borçlarının alt kırılımlarını gösteren grafiğin yanında bireysel kredi kartı kullanan kişi sayısındaki artış da dikkat çekici. İzlenen ekonomi politikalar borçlanma yoluna giden vatandaşların sayısını görünür bir biçimde artırıyor. Borçlanma miktarı ise tercih edilen borçlanma biçimi ile hangi ihtiyaçların giderildiğini neredeyse çabaya gerek kalmadan gösteriyor: 25 bin TL ve altı limit kullanım oranının artması ev, araba gibi taşınmaz malları borçlanarak edinmek yerine gıda, giyim, günlük tüketim gibi yaşamsal gerekliliği acil olan ürünler için borçlanıldığına işaret ediyor.
Merkez Bankasının verileri bireysel kredi kartı borçlanmasını gösterirken, Bankacılık Düzenleme ve Denetle Kurumunun (BDDK) son verileri de geçen yılın aynı dönemine göre bireysel kredi kartı borçlarının yüzde 70 artışla 1 trilyon 578 milyon liraya, ihtiyaç kredilerinin ise yüzde 40 artışla 1 trilyon 266 milyon liraya ulaştığını ortaya koyuyor. Aşağıda merkez bankasının verilerine dayanarak hazırlanan tabloda banka ve kredi kartı harcama tutarının geride bıraktığımız 10 senenin ardından 2024 yılına gelirken yükseliş eğrisini gözler önüne seriyor.[6]
Bunun yanısıra bireysel kredi kartı kullanımının ve ihtiyaç kredilerinin artışı, geri ödemekte zorluk çeken emeğin de nicelik olarak artışına yol açıyor. 2024 yılının ilk 8 ayında 745 bin hane kredi kartı borçlarını ödeyememiş. Resmi verilere göre 85 milyon nüfusu olan bir ülkenin kredi kartı borçluları sayısı 40 milyonu geçmiş durumda. Yüksek kredi kartı faiz oranları, geri ödemeleri daha da zorlaştırdıkça, iş gücü üzerindeki finansal yükü giderek artıyor. Çalışanlar, gelirlerinin yetmediği koşullarda ayakta kalabilmek için sürekli borçlanmak zorunda kalıyor; iş güvencesizliği ve düşük ücretler, bu borç döngüsünü kırmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Ücret artışları, sendikalaşma ve işten çıkarmalara karşı yapılan iş bırakmalarda resmi veriler bir düşüş yaşandığını gösteriyor. İşçilerin işlerini riske atma koşulları zorlaştıkça, grevin bir mücadele aracı olarak ne ölçüde kullanılabilir olduğu tartışmaya açılıyor. Neoliberal kapitalizm, emeğin pazarlık gücünü sistematik olarak zayıflatırken, iş güvencesizliğini ve esnek çalışma koşullarını derinleştiriyor.[7] Bunun yanı sıra yaşanan finansal araçlarla eklemlenme süreçleri, çift katmanlı bir sömürü düzeni yaratıyor; emekçiler yalnızca üretim süreçlerinde değil, aynı zamanda borç ve kredi ilişkileri üzerinden de iktisadi bir tahakküme maruz kalıyor.[8] Dolayısıyla, finansallaşmanın işçiler üzerindeki baskısı artarken, grev gibi temel mücadele yöntemlerinin işçiler icin bir olasılık olup olmadığı tartışmaya açılabilir. Bu bağlamda, finansallaşmanın işçi sınıfı üzerindeki baskısı artarken, grev gibi geleneksel mücadele araçlarının bir direniş ihtimali olup olamayacağı sorusu güncellik kazanıyor. Dolayısıyla, grevin emek sürecindeki yeri, finansallaşma ve güvencesizlik olguları çerçevesinde yeniden değerlendirilmeli.
Grev kapitalizmin neden olduğu gelir adaletsizliği, işsizlik, çalışma sırasında karar almada patronun asimetrik gücü ve emek gücünün metalaşması çatışmalarının sonucunda kapitalizme içkin bir olgudur.[9] Grevler, çatışmanın zamanla daha yaygın hale gelme olasılığının yüksek olduğu ve ‘herhangi bir istikrarlı çözümün, mülkiyet yapısının, ekonomik yaşamda izlenen önceliklerin, işin karakterinin ve işçilerin üretim içinde ve toplumda birbirleriyle ilişkilerinin doğasının dönüştürülmesini gerektirdiği anda kendini gösterir.[10] Bu açıdan bakıldığında grevin temel faydalarından biri, işçileri çekişmeli, kolektif protesto biçimlerine seferber etmesi, işverene ekonomik zarar vermesi ve tartışmasız bir şekilde sınıf bilincinin gelişmesine yardımcı olmasıdır.[11]
Aşağıdaki tabloda paylaşıldığı üzere, Türkiye’de Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre açıklanan resmi grevlerde net bir düşüş mevcut. Bu elbette çatışmanın azaldığı anlamına gelmiyor, sendikaların güç kaybetmesi ve işsizlik kaygısı gibi nedenler çatışmayı, grev yerine alternatif biçimlere yönlendirdi.[12] Alternatif biçimler, bireysel yöntemler olup kolektif eylem biçimlerinin derin bir uykuda olduğu izlenimi uyandırırken,[13] grevlerin etkinliğinin azalmasının sınıflar arasındaki çatışmanın bastırılmasından kaynaklanmak yerine tarihsel koşullar göz önüne alınarak işçilerin kolektif eyleme geçme fırsatının azaldığı ve sadece hayatlarına devam etmeye çalıştıkları bir tabloyu sunduğunun da altı çiziliyor. Ancak sınıf bilincinin yeniden canlanabileceği bir huzursuzluğun, koşulları değiştirebileceğine dair daima açık bir kapı buluyor.[14]
Her ne kadar resmi veriler grev ve greve katılan işçi sayısının azaldığa işaret etse bile, neoliberal otoriter rejimlerde emek mücadelesinin resmi olmayan yüzüne de bakmak bu yazıyı anlamlı kılacaktır. 2022 Kurye eylemlerini hatırladığımızda ise resmi olmayan verilerde sınıf hareketi dönemsel yükselme örnekleri sergiliyor. Buradan hareketle borçluluk ilişkilerinin işçi sınıfının kolektif hareketini olumsuz etkileyen unsurlardan biri olduğu söylenebilir fakat emek mücadelesinin bu nedenle derin bir uykuda olduğu söylenebilir mi?
Resmi verilere göre, grev sayısındaki azalma ile sendikalaşma oranlarındaki düşüş arasında açık bir korelasyon görülüyor.[15] Türkiye’de emek gücünün karşılaştığı en önemli sorunlar olan kayıt dışı istihdam ile sarı sendikacılık da bu tablodaki azalmayı anlamlandırmak için hatırlanabilir.[16] Bu tabloyu daha da derinleştiren faktörler arasında yoksulluk ve borçluluk gibi emekçilerin gündelik yaşamlarını kuşatan sorunlar da yer alıyor. Özellikle borçluluk, işçilerin grev ve direniş gibi mücadele araçlarına başvurma olanaklarını sınırlarken, emek gücünün neoliberal finansal yapıların tahakkümü altına girdiği bir ortamda sendikal hareketin zayıflaması, emeğin korunmasına dair önemli bir boşluk yaratıyor.
Grevlerin devamlılığını ailelerin gelirlerini düzenlemeleri grev sürecinin uzunluğu, geçmiş grev tecrübeleri, işçilerin birikimi dahi belirleyici oluyor.[17] Tam da bu nedenle sendikaların düşen üye sayıları ve azalan kaynaklarına bağlı olarak organizasyon kapasitelerinin azalması işçilerin grevi bir mücadele seçeneği olarak görmemesine yol açıyor. Sendikaların eylem biçimleri ise gösteriler düzenleme, imza kampanyaları veya daha büyük işletmelerle lobi yapılması gibi farklı biçimler alıyor.[18] Peki bu eylem biçimleri neden iş veren nezdinde grev kadar etki uyandırmıyor? Grevlere hala çalışma yaşamında can alıcı bir ihtiyacın olması ise iş bırakmanın üretimin kalbini hedefleyerek sınıf çatışmasının toplumsal gelişmesine de paha biçilemez bir yarar sağlamasında yatıyor.[19]
Grevin işçilerin sınıf bilincine olumlu etkisinin önemli sebeplerinden beri grev dönemlerinde kurulan dayanışma ve birliğin etkisidir.[20] Bu birliktelikleri kurmak ise özellikle kolektif mekanizmaların yerini bireysel tutumların aldığı dönemlerde daha da zordur. Birliği kurma yollarından biri ortak hedeflere ulaşmak için kurulan, işçilerin kendilerini ifade edecekleri mekanizmalar olabilir. Çünkü sendikalar dayanışma fikrinin yerleştiği[21] ve işçilerin çalışma yaşamlarını ilgilendiren konularda önemli kararlar aldıkları yerler olduğu sürece “yaşayan varlıklar”[22] olarak etkin olabilirler. Günümüzde ise sendikalar, örgütlü oldukları veya örgütlenme çalışmalarının olduğu iş yerlerinde bahsedilen dayanışma ve beraberlik fikrinin örgütlenmesi konusunda yeni zorluklarla karşılaşır durumdalar. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte sendikaların karşılaştıkları bu zorluklar emek örgütlerinin yapısal sorunları ile birleştiğinde örgütlülük oranlarının düşmesine yol açıyor.
Grady ve Simms’in finansallaşma döneminde örgütsel ve gündelik alanlarda dayanışmaların inşa edilmesinin ve sürdürülmesinin zorlaştığı ve bunlar olmaksızın örgütlenme çabalarının zayıf temeller üzerine oturduğu çıkarımı makul görünüyor.[23] Dolayısı ile işçilerin sınıf bilinci ile hareket etmek yerine bireysel davranışlar geliştirdiği koşullarda sendikal örgütlenmenin de olumsuz etkilendiği bir süreçten geçtiğini çıkarabiliriz. Genel olarak işçiler ve özel olarak örgütlü emek açısından finansallaşmanın yarattığı sonuçlar yıkıcı oldukça yıkıcı. Üretim baskısına bağlı olarak artan performans hedefleri işyerlerinde işçileri birbirleriyle rekabet etmeye zorlarken, hemen yanındaki işçi ile arasındaki güven ilişkisini zedeleyerek üretim alanındaki örgütsüz yapıyı güçlendiriyor. O nedenle de sendikalar, etkili kolektif eylem için gerekli dayanışmaları inşa etmekte zorlanırken emeğin sermayeye karşı geliştirdiği direnç mesaiye kalmayı reddetme, mola sürelerini uzatma gibi bireysel çözümlerle kendini görünür kılıyor.
Finansallaşma dönemini karakterize eden noktalardan bir diğeri de bireysel ve hanehalkı kararlarını ve kişisel çıkarların ön plana alındığı, işçilerin yalnızca kişisel yetenek ve bilgi birikimlerinin mevcut şartlarını korumak için kullanıldığı bir düzen oluşmasıdır. Bu önermeyi, geçimin zorlaştığı ve işsizliğin yükseldiği koşullarda işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, zam talepleri, sendikal örgütlenme gibi hak mücadelelerine katılıp katılmamaya karar verirken kendini hatırlatan krediler, asgari tutarı arşa ulaşan kredi kartları işçilerin çalışmaya devam etme nedenleri olarak açıklamasından da anlayabiliriz. O nedenle de bu koşulları değiştirmek isteyen kalifiye işçi görece iyi bir işe geçerken; vasat bir işçinin katlanmaktan başka çaresi kalmıyor, ya da başka bir ihtimalin olamayacağı işçiler arasında kanıksanmış halde. İş yerinde artan hoşnutsuzlukla mücadelenin göze gelen yönü işçilerin bireysel tutumları ile sınırlı kalıyor. Çizilen bu tablonun aksinin mümkün olduğunu ise Türkiye’de emek mücadelesinin seyrini resmi olmayan analizlerle incelediğimizde görmek mümkün olacak.
Toplam hane halkı borçluluğundaki keskin artış, nüfusun greve en yatkın kesimi olan düşük gelirli, işçi sınıfı hane halklarına kredi sağlanmasının artmasıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla orta ve uzun vadede artan risk nedeniyle, borçlu işçilerin muhtemelen uzun vadeli endüstriyel eylemde bulunmayacağı savunulmaktadır.[24] Türkiye’de borçluluk ilişkilerinin grevleri nasıl etkilediğini araştıran çalısmalar, artan enflasyon, işsizlik ve eşitsizliğin grevler üzerinde baskılayıcı bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur.[25] Bu bağlamda artan borçlanma düzeyinin grevleri olumsuz etkilediği çıkarımına Türkiye spesifik bir etken olarak 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası kapsamında salt sendikalı işçilerin ve ancak toplu pazarlık süreciyle sınırlı olacak şekilde ve önceden ilan ederek greve gidebilmeleri vb. hükümleriyle sendikaların fiili hareket alanını daraltması ve fiili grev yasağı olarak değerlendirilebilecek olan Kararnameler yoluyla grevlerin ertelenmesi gibi yasama ve yürütme organı kaynaklı uygulamaların birlikte etkili olması nedenlerine dayanarak olumsuz etki yarattığını ortaya koymuştur. Türkiye’nin kredi genişlemesi ve ücretli emeğin günlük ihtiyaçlarını borçlanarak sağladığı ekonomik kriz dönemlerinde de grevlerin azalma eğilimi içerisinde olduğu görülürken bunun nedeni işçi sınıfının bu dönemlerde hak arama mücadelesi içerisinde olmaktan ziyade elde olanı koruma eğiliminde olması şeklinde açıklanmıştır.
Çalışma Bakanlığı’nın verileri resmi grev vakalarının önemli ölçüde azaldığını, üretimi etkileyen eylem biçimi olarak grevlerin tercih edilmediği izlenimini çıkarabilir. Oysa elimizdeki bir diğer gerçek AKP iktidarı döneminin ilk 20 yılında tam 20 grevin yasaklanmış olduğu.[26] Dolayısıyla, mevzuatın da dışına çıkarak işçi sınıfı eylemlerinin farklı kolektif biçimlerinin yer aldığı eylemlere göz atmak borçluluk ilişkilerinin yükseldiği dönemlerde sınıf mücadelesini izlerken iyi bir değerlendirme olanağı verecektir. Bu kapsamda Emek Çalışmaları Topluluğu’nun düzenlediği ve yılllara göre yayımladığı işçi sınıfı eylemleri raporları incelenecektir. Yazı borçluluk ve grev arasındaki ilişkiyi irdelediği için resmi olmasa da üretimi etkileyen eylemler incelenerek bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır. Üretimi etkileyen eylemlerin seçilmesinin bir yanı da bu biçimin eylemin etkisini ve gücünü de belirleyen önemli kaynaklardan biri olmasıdır. Emek Çalışmaları Topluluğunun 2018 işçi sınıfı eylemleri raporuna göre gerçekleşen 429 vakanın 161’inde üretime yönelik özellik gösteren eylem türü gözlenmiştir. Bu oran bir önceki yıla göre 5 puan artarak yüzde 38’e yükselmiştir. Sendika örgütleyiciliği içeren vakaların üretime yönelik olma yüzdesi geçen seneye göre artmış, 2017 yılında %23 iken 2018 yılında %36’a yükselmiştir. Fakat yine de sendikalı olmayan iş yerlerinde üretimi hedefleyen eylemler yüzde 40 oranına sahip olup sendikalı olan işyerlerinden daha fazla gerçekleşmiştir.
2019 senesinde ise 423 iş yeri temelli eylem vakasında 2018’e göre 13 puanlık düşüşle eylemlerin yalnızca yüzde 25’i üretimi etkilemiştir. 2019’da iş yeri temelli eylem vakalarının yüzde 22’sinde en az bir (resmi ya da fiili) grev gerçekleşmiştir. Gerçekleştirilmiş olan 95 grevin ortalama süresi 4,5 gündür. Önceki yıla göre 2019’da hem grev yapılan vaka oranı hem de ortalama grev sayısı düşmüştür. Rapora göre, 2018’de çok sayıda grevin ertelenmesi/yasaklanması sebebiyle 2019’da basın açıklaması/yürüyüş eylem türünün ağırlığı 15 puan artarken, fiili grev ve kalıcı direnişin ağırlığı düşmüştür.
2020 senesinde iş yeri temelli eylemlerin yüzde 26’sı, 2021’de ise 468 iş yeri temelli vakanın yüzde 21’i üretimi durduran veya yavaşlatan bir karakter edinmiştir. Hem küresel salgının hem ekonomik krizin Türkiye’de derinlikli hissedildiği bir yıl olan 2021’de ise artan enflasyon, düşük büyüme oranı ve TL’deki değer kaybının hızlanması ücretlerde hızlı bir erimeye yol açmıştır. Bu ekonomik saldırının önünü alabilmek için işçiler ve sendikalar 2021 yılında gerçekleşen genel eylem vakalarına yaklaşık olarak 40 bin katılımcı ile katılmışlardır.[27] 2020 yılına kıyasla işçi sayısı neredeyse iki katına çıkmıştır. Rapor, 2021’de pandeminin etkisinden bir nebze olsun sıyrılıp eski normale dönen kamusal yaşamın, ekonomik gidişatın emekçilere verdiği ağır tahribatla birleşmesi ile ekonomik iyileştirmelere dönük genel eylem vakalarında olumlu bir artış gözlemlemiştir.
Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2021’de yayımladığı rapor, geçtiğimiz 5 sene ortaya çıkan iş yeri temelli eylem vakalarının ortalamasını 418 olarak açıklarken 2021’de bu sayının 468 olmasını önemli bir yükseliş olarak ifade ediyor. Benzer olarak TİS nedeniyle yapılmış eylemler bir önceki yıla göre 12 puanlık bir artış gösterirken sendikalaşma mücadelelerinde de 5 puanlık bir artış görülmüştür. Rapora göre 2021 yılında sendikalaşma vakalarıyla ilgili çıkan haberlerde ilgili iş yerindeki işçilerin çoğunluğunun birkaç ay gibi kısa bir süre içinde sendikaya üye olduğu vurgusu mevcuttur. Sendikalaşma eğilimi ise ekonomik kriz dönemlerinde elde olanı korumanın ötesinde daha ileri talepler için de işçilerin yan yana geldiği örnekler olduğunu göstermektedir.
2022 senesi içerisinde ise iş yeri temelli direnişlerin vaka sayısı 600’ü bularak en yüksek noktaya ulaşmıştır. Emek Çalışmaları Topluluğu, pandeminin ardından 2020 yılında eylemlerin yüzde 26’sında, 2021 yılında yüzde 65’inde ve 2022 yılında bu oranın daha da yükselerek yüzde 72’sinde hak geliştirme niteliği tespit ettiklerini belirtiyorlar. Düşük ücret ise 2022 senesinde artan eylemlere ana karakterini veren nedenlerden biri durumunda yer alıyor. Eylemleri inceleyen raporda düşük ücret nedenli eylemlerin 2015-21 yılları arasında ortalama yüzde 14 iken, 2022 yılında bu oranın yüzde 36’ya çıktığı belirtiliyor. 2022 senesinde iş yeri temelli gerçekleşen eylemlerin yüzde 35’inde ise üretimin aksadığı bildiriliyor.
Türkiye’de emek mücadelesini değerlendirirken siyah veya beyaz olarak bakmak göründüğü gibi olanaklı değildir. Yazının giriş kısmında değerlendirilen finansallaşma süreci üretim üzerindeki baskıları artırıp, üretim alanında rekabeti körüklemektedir. Bu rekabetin, örgütsel ve gündelik alanlarda dayanışmanın inşa edilip sürdürülebildiği alanları zayıflatan bir etkisi olduğu sonucu çıkarılabilir. Grevlerin yasaklanması, sendikalaşma oranlarının düşüşü, iş kolu bazında etkin ve hak talep eylemlerinin işçi eylemlerine ana karakterini verememesi, iş verenle girilen mevzi savaşlarında çoğunlukla elinde olanı koruma refleksi buna örnek verilebilir.
Buna karşın, Emek Çalışmaları Topluluğunun raporunun incelenmesi ile ortaya çıkan iş yeri temelli üretimi etkileyen eylemlerin, ücretlerin baskılanmasını takip eder biçimde yükselmesi de zorlaşan yaşam şartlarının işçileri birbirine güvenmeye, birlikte hareket etmeye ve kolektif mücadeleyi birlikte örmeye yönelttiği de bu gerçeğin bir diğer yönüdür.[28] Bu verilere bakarak söylenebilir ki Türkiye’de işçi sınıfı resmi verilere sığmayan bir hak mücadelesi içerisindedir. 2023-2024 senelerine ilişkin veriler henüz yayımlanmamış da olsa 2023 senesinde de artan enflasyon nedeniyle emekçilerin mücadele talebinin ekseninde zam talebi yer almıştır.[29] AKP rejiminin neoliberal otoriter karakteri işçi eylemlerini resmi kaynakların dışına taşısa da eylemlerin ortaya çıkış koşulları varlığını koruduğu için işçiler koşulları mümkün olduğu ölçüde bir mücadele alanı yaratıyor.
Türkiye’de emek mücadelesinin birbirinden farklı görünse de bu iki zıt yön birbirini içeriyor. Artan borçluluk yüzünden çalışmaya mecbur olan işçiler, performans hedeflerini tutturmak için rekabet halinde oldukları iş arkadaşları ile çalışma koşullarının dayanılmazlığı, ücretlerdeki erime, mobbing gibi nedenlerle yan yana da gelebiliyor. Emek üzerindeki artan baskı, bu bir araya gelişlerin resmi grevler biçimini almasına engel olarak, bu eylemlerin farklı iş kolundan ya da farklı işletmelerde parçalı ve düzensiz biçimlerde patlak vermesine yol açıyor. Bu durum, sınıf bilincinin işçi sınıfının ortak hafızasında köklü bir şekilde gelişmesini engelliyor..
Emek mücadelesinin bu iki yönünden hangisi ilerlerse, diğeri de onunla birlikte gelişip sürüklenecektir. Dileğimiz iş yerlerinde birbirinden bağlantısız olduğu düşünülen hak arama mücadelelerinin birleşmesi, sendikaların kolektif mücadeleyi ilerletme sorumluluğu alması, birleşik bir mücadelenin öne çıkması ile düşük ücrete bağlı olarak borçluluğun işçiler üzerinde bir baskılanma nedeni değil, patronlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olacaktır.
Dipnotlar:
[1] Çakır G. (2019). Sermaye, Marx, Das Capital.
[2] Akçay, Ü., & Güngen, A. R. (2014). Finansallaşma Borç Krizi ve çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği. NotaBene Yayınları, s. 178.
[3] https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/meral-tamer/hane-halki-borcu-12-yilda-55-kat-artti-2026251
[4] Tam referans: Akcay, Gazete Duvar, 2024
[5] Tam referans: (Güngen,GazeteDuvar, 2024)
[6] Aydoğanoğlu, E. (2024, October 3). Borç Batağında çırpınanlar . Evrensel.net. https://www.evrensel.net/yazi/95666/borc-bataginda-cirpinanlar; Elektronik Veri Dağıtım Sistemi. EVDS. (2024.). https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?%2Fevds%2FserieMarket%2Fcollapse_11%2F5007%2FDataGroup%2Fturkish%2Fbie_kkislade%2F
[7] Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.
[8] Lapavitsas, C. (2014). Profiting without producing: How finance exploits us all. Verso Books.
[9] Hyman, R. (1972). Strikes. Fontana/Collins
[10] Hyman, R. (1977). Strikes, 2nd edn. Glasgow: Fontana/Collins, s. 203.
[11] Moody, K. (2013), “Striking out in America: is there an alternative to the strike?”, Gall, G. (Der.), New Forms and Expressions of Conflict at Work içerisinde, Palgrave Macmillan, Houndmills, s. 233-252.
[12] Card, D. (1990). Strikes and bargaining: A survey of the recent empirical literature. American Economic Review, 80(2), 410–415.
[13] Godard, J. (2011). What has happened to strikes. British Journal of Industrial Relations, 49(2), 282–305.
[14] Godard, J. (2011). What has happened to strikes. British Journal of Industrial Relations, 49(2), 282–305.
[15] Başkanlığı, B. İ. D. (2024). Grev ve Lokavt Istatistikleri. Anasayfa. https://www.csgb.gov.tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/calisma-genel-mudurlugu-istatistikleri/grev-ve-lokavt-istatistikleri/
[16] Şahin, Ç. E. (2021). Piyasa İlişkileri ile Toplumcu Bir Alternatif Arasında İşçi Kooperatifleri: Potansiyel ve Handikaplar Üzerine Bir Tartışma. Uygar D. Yıldırım ve F. Serkan Öngel (Der.), Şirketlerden Kooperatiflere, Rekabetten Dayanışmaya, Tartışmalar, Deneyimler, İstanbul: Notabene, 89-114.
[17] Gennard, J., & Lasso, R. (1975). The individual and the strike. British Journal of Industrial Relations, 13(3), 346–370.
[18] Card, D. (1990). Strikes and bargaining: A survey of the recent empirical literature. American Economic Review, 80(2), 410–415.
[19] Vandaele, K. (2011), Sustaining or abandoning ‘social peace’? Strike development and trends in Europe since the 1990s, Working Paper No. 2011.05, European Trade Union Institute, Brussels.
[20] Hyman, R. (1989). Strikes, 4th edn.Palgrave Macmillan Books.
[21] Grady, J., & Simms, M. (2019). Trade unions and the challenge of fostering solidarities in an era of financialisation. Economic and Industrial Democracy, 40(3), 490–510.
[22] Hyman, R. (1989). Strikes, 4th edn.Palgrave Macmillan Books.
[23] Grady, J., & Simms, M. (2019). Trade unions and the challenge of fostering solidarities in an era of financialisation. Economic and Industrial Democracy, 40(3), 490–510.
[24] Gouzoulis, G. (2023). What do indebted employees do? Financialisation and the decline of industrial action. Industrial Relations Journal, 54, 71–94.
[25] Akıncı, M. & Şahin, Ç. E. (2022). Finans Kapitalizminin Görünen Eli: Türkiye Ekonomisinde Kredi Genişlemesi, Borçluluk ve Grevler Arasındaki İlişkiler. Fiscaoeconomia, 6(3), 1479-1508. Doi: 10.25295/fsecon.1089619
[26] https://www.evrensel.net/haber/476869/akp-doneminde-20-grev-yasaklandi
[27] Emek Çalışmaları Topluluğu (2021). 2019 İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu, İstanbul: Emek Çalışmaları Topluluğu.
[28] Birelma, A., Sert, D., Kocaaslan, B., Işıklı, E. (2024). İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu 2022. Emek Çalışmaları Topluluğu; Birelma, A., Sert, D., Kocaaslan, B., Işıklı, E. (2022). İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu 2021. Emek ÇalışmalarıTopluluğu. (ttps://www.academia.edu/84127705/EÇT_İşçi_Sınıfı_Eylemleri_Raporu_2021
[29] Emek Çalışmaları Topluluğu (2019). 2018 İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu, İstanbul: Emek Çalışmaları Topluluğu.
Kaynak: Textum Dergi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.