Antroposen çağını başlatan insanlık bir uygarlık krizinin kıyısına gelmiş durumda. Açgözlü kapitalizm ise Âşık Veysel naifliğinin çok ötesinde para hırsıyla okyanus diplerinden, Satürn’ün uydusuna sondaj vurma derdinde. Yıldızlara bakınca para dolu bavul görenlerle çok sert bir sınıf mücadelesi verileceği Hopa’da işlenen cinayetlerle hatırlatılmış oldu
“Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttın tırnağınan, elinen”
Âşık Veysel
Üretimde enerji kaynağı olarak ilk önce buharı kullanan kapitalizm, zamanla kömürün yerine petrolü geçirerek enerji dönüşümünü gerçekleştirmişti. Yalnızca üretimde değil ulaşım, lojistik ve savaşta da kullanılan fosil yakıtların yarattığı doğa tahribatı bir taraftan Paris İklim Anlaşması, Kyoto Sözleşmesi gibi fren sistemlerinin devreye girmesini gerektirirken yenilebilir enerji kaynakları alternatif olarak sunulmaya başlanmıştı. Kapitalizm şimdi yeşil ekonomi adı altında yeni bir enerji dönüşümünü allayıp pullayıp bize sunuyor ama ekolojik hassasiyetlerin nihayet gözetilmeye başlandığını düşünenler de, dünyanın geleceğinin kurtulduğunu sananlar da fena halde yanılıyor.
Kurtarıcı olarak sarıldığımız güneş panelleri, rüzgar türbinleri, elektrikli arabaların çalışabilmesi için gerekli olan lityum, nikel gibi elementleri elde etmek için bile yüzlerce maden açılması gerekirken diğer taraftan dijital teknolojinin ilerlemesi de manyetik, optik, katalitik özelliklere sahip germanyum, tantal, tungsten, berilyum gibi nadir elementlere ihtiyacı artırarak bizi dünyanın bağrını deşmeye tekrar tekrar itiyor. 19. yüzyılda Amerika kıtasında görülen ve filmlere de konu olan Altına Hücum hareketi şimdi Çin gibi ülkelerde kobalt avına çıkan yasa dışı madencilik suretinde yeniden görünüyor. Ürünlerini illegal yollarla dünyanın dört bir yanına ihraç eden bu maden işletmeleri tonlarca kimyasal madde döktükleri Xiang Nehri’ni zehirlemiş, Mavi Nehir’i tıkamış durumda. Bütün bunlar güneş panellerinde kullanılan indiyum ve rüzgar türbinlerinde ihtiyaç duyulan tungstenin çıkarılması için. Kullanımı sırasında kirlilik yaratmadığı iddia edilen teknolojiler üretim aşamasında çok fazla karbondioksit salıyor, enerji ve su tüketiyor, muazzam miktarda atık bırakıyor. Örneğin 2 gramlık elektronik çip üretmek için bu miktarın 16 bin katı atığı göze almak zorundayız.
“Temiz enerji” daha ortaya çıkmadan doğayı kirletmeye başlıyor. Tarım ve hayvancılığı bitirme noktasına getiren madencilik faaliyetleri toplum sağlığını da tehdit ederek Moğolistan’da kanser köyleri adıyla anılan yerleşim birimlerini yaratıyor, damar hastalığından, yüksek tansiyona kadar birçok hastalığı yayıyor. Bu felaketler ne yazık ki Uzak Asya ile sınırlı değil. Kongo’dan Latin Amerika ülkelerine kadar yayılan madencilik faaliyetleri zehrini toprağa, havaya, suya katıyor.
Nadir Metaller Savaşı adlı kitap kapitalizmin greenwashing operasyonunun gözlerden kaçırdığı gerçeklere dikkat çekiyor. Tekno peygamber dediği Jeremy Rifkin ile görüşme girişimlerinde bulunduğunu ama sonuç alamadığını söyleyen yazar “yeşil ekonomi “argümanlarıyla tartışmaya girerken doğaya verilen zararı, ticaret savaşlarını, devletlerin ve şirketlerin yeni döneme hazırlıklarını da ele alıyor.
Tarihte doğalgaz, petrol ve tahıl ihracının durdurularak silaha çevrildiklerini gördük. Nadir element üretiminde tekel konumunda olan Çin de bugün benzer bir silaha sahip. 200 sene önce Afyon Savaşlarını kaybeden Çin, şimdi batılı şirketlere karşı kota koyarak ve fiyat kırarak yürüttüğü ticaret savaşları ile mıknatıs fabrikalarını kendi ülkesine taşınmaya zorluyor. Hammadde şantajı Baotou serbest bölgesini nadir elementlerin Silikon Vadisi haline getirirken ABD’nin mıknatıs üreticilerinin dörtte üçü ortadan silinmiş, Fransa’nın biricik magnezyum fabrikası rekabete dayanamayarak kapanmış. Bu ülkelerde metalürji sektöründe yaşanan iflaslara, istihdamda yaşanan daralmaya dair çarpıcı gözlem ve veriler kitapta yer alıyor. Çin’in Batı’ya indirdiği ekonomik darbeler savaşın başka araçlarla da yürütülebileceğini gösteriyor.
Guillaume Pitron tarafından yazılan kitap casusluk öykülerini sevenler için de ilginç bilgiler barındırıyor. Chinagate skandalı adı verilen Çin’in Demokrat Partiye para yardımında bulunarak ABD seçimlerine müdahale ettiği ve bazı askeri bilgileri elde etmiş olabileceğinin anlatıldığı bölüm nadir elementlerin silah sanayisinde oynadığı kritik rolü ortaya koyarak konunun önemini bir kat daha artırıyor. General Motors’a Şanghay’da otomobil fabrikası kurma izni karşılığında mıknatıs üreten fabrikasını alarak Pentagon’un malzeme tedarikçisi konumuna gelen Çin’in yürüttüğü operasyon bir yanıyla ABD’nin casus yazılım içerebilecek olan mıknatısların kullanıldığı uçakların çatışmanın orta yerinde kilitlenme korkusuyla yıllarca yaşamış olması emperyalizme “kağıttan kaplan” diyen Mao’nun sözünü de hatırlatacaktır.
Mikro işlemciler, kripto paralarla hayatın çeşitli alanında yer almaya devam eden nadir elementlere duyulan ihtiyacın giderek artacak olması madencilik faaliyetlerini yalnız karada değil, havada ve suda yürütülmesini gerektiriyor. Okyanus diplerinde arama yapabilmek için devletlerin kıta sahanlığını genişletme çabası, yapay adacıklar oluşturma gibi hileler biyoçeşitliliğin son sığınaklarını tehdit ediyor. Uzay madenciliği ise suyu, tohumu bile metalaştıran kapitalizmin gözünü tanrıların arka bahçesine diktiğini haber veriyor. Milyonlarca ton metal içerdiği anlaşılan asteroitlere milyar hatta trilyon dolarlık değer biçiliyor, bu madenlere sahip olma isteğiyle uzay turları düzenlemek isteyen şirketler ortaya çıkıyor, Avrupa Uzay Ajansına üye ülkeler arasında pazarlıklar dönüyor, uzayda bulunan zenginliklere sahip olmayı amaçlayan yasalar çıkarılıyor.
“Burjuvazi,
katletti içimizden ikimizi
bu iki ölü ölmeyen iki ölümüzdür.
Burjuvazi,
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabulümüzdür.”
Nazım Hikmet
Antroposen çağını başlatan insanlık bir uygarlık krizinin kıyısına gelmiş durumda. Bir Fransız vatandaşı olan Pitron da bu baskılanma altında konuya eleştirel yaklaşsa da ülkesinin bu alanda Çin ile rekabet edebilir düzeye gelmesini destekleyen, çevreci örgütlerin itirazlarına hak veren ama yine de enerji dönüşümünü destekleyen bir bakış açısına sahip. Açgözlü kapitalizm ise Âşık Veysel naifliğinin çok ötesinde para hırsıyla okyanus diplerinden, Satürn’ün uydusuna sondaj vurma derdinde. Yıldızlara bakınca para dolu bavul görenlerle çok sert bir sınıf mücadelesi verileceği Hopa’da işlenen cinayetlerle hatırlatılmış oldu. Derelerini, ormanlarını korurken katledilen Metin Lokumcu’nun, Reşit Kibar’ın yoldaşları doğayla barışık bir uygarlığı kurmak için bu mücadelenin içinde olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.