“Eksildik, eksi birdeyiz ama inanıyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz ve binlerce insanın yanımızda olduğunu söylüyoruz. İnanıyoruz ki bu insanlar ömrü hayatımız boyunca yanımızda duracaklardır”
Artvin Cankurtaran’da orman parkı projesi için iş makineleri ormanlık alana girince köylüler kesim ekibine müdahale etmiş, köylüler iş makinelerine engel olmaya kalkınca Muhammet Ustabaş isimli, şirketle bağlantılı kişi köylülere silahla saldırmıştı. Yaralananlardan Reşit Kibar, tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirmişti.
Reşit Kibar’ın öldürülmesinin birinci ayında, başta Cankurtaran’da olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında yaşam nöbetleri yapıldı. Cankurtaran’da yapılan nöbette, Reşit Kibar’ın kardeşi Şükrü Kibar ile konuştuk.
Şükrü Kibar, memleketteki tüm yaşam alanları için yürütülen mücadelenin her gün artarak devam ettiğini söylerken, yürütülen hukuki sürece de değindi. Şükrü Kibar, yaşanan olayda; şirket sahibinden ihaleye onay verenlere, bu ihalede imzası olanlardan ihaleyi çıkaranlara, verilen dilekçelere, çağrılara karşılık vermeyenlere kadar herkesin suçlu olduğunu söyledi.
Sizi tanıyarak başlayalım.
Ben Şükrü Kibar, Reşit Kibar’ın kardeşi. Abimin öldürülmesi üzerinden bir ay geçti. Bugün üçüncü yaşam nöbetindeyiz. Burada ikinci nöbetimizi yapıyoruz. Bir tane de Hopa’da yapıldı. Buradaki nöbetle birlikte ülkenin dört bir yanında abim adına, doğa alanlarının korunması adına, birçok yaşam nöbeti gerçekleştiriliyor. 33 gün geçti; mücadelemiz asla geriye gitmedi, ilerledi hep.
Evet abimi kaybettik ancak biz bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Sadece burası için değil, bütün ülkedeki yaşam alanlarının katledilmemesi için mücadelemiz her gün daha da güçlenerek devam edecek. Tabii ki köy halkı için de üzücü, zor bir olay. Ailemiz için zaten zor, kahrolmuş bir durumdayız. Acının gün geçtikçe azalması gerekiyor diyorlar ama inanın ki daha da çoğalıyor. Sonuç olarak abimin üç tane çocuğu vardı; yengem, ablalarım var. Yani bu mücadelenin dışında eksilerek bir hayat mücadelesi veriyoruz.
Eksildik, eksi birdeyiz ama inanıyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz ve binlerce insanın yanımızda olduğunu söylüyoruz. İnanıyoruz ki bu insanlar ömrü hayatımız boyunca yanımızda duracaklardır. Bu ülkede gerçekten yaşam zor. Üzücü olaylar yaşıyoruz. Tabii ki sadece abimin öldürülmesi değil, kadınlar öldürülüyor. Doğamız öldürülüyor. Söylenecek çok şey var ama mücadeleye devam edeceğiz. Bugün aramızda abim yok ama binler var, yarın on binler olacak. Çok güzel bir söz geçti aramızda, bir abimiz söylemişti bu sözü: “Hepimiz Reşit’iz, hepimiz Dursun Ali’yiz, hepimiz Metin hocayız hepimiz Yıllar’ız hepimiz biriz. Bir olmaya devam edeceğiz.”
Mücadeleye asla ara vermeden devam edeceğiz. Hukuki süreç başladı ama ne yazık ki abimin dosyasına gizlilik kararı getirildi. Önümüze ne kadar taş koyarlarsa koysunlar biz bu taşları birer birer yıkıp geçeceğiz. Bu mücadelenin sonunda kazanan biz olacağız, buna da inanıyoruz. Adalete de güveniyoruz. Adalet er ya da geç yerini bulacaktır. Buna güveniyoruz.
Saldırının olduğu gün neler yaşandı?
9. ayın üçünde aslında ailesi ile birlikte Şavşat’a yük yüklemeye gidecekken Whatsapp grubuna gelen mesajı görüyor. “Beni de bekleyin ben de geleceğim” diyor. Ailesiyle yola çıkıyor. Hep birlikte bir araca binip olayın yaşandığı yere geliyorlar. Orada küçük çaplı tartışmalar, itişmeler oluyor. Yengem ve abilerimden dinlediğim üzere, ki o insanlara ailem gibi güveniyorum, katile hiçbir şekilde sözlü haricinde hiçbir müdahalede bulunulmuyor. Daha sonra katil, tartışmalar bittikten sonra içeri havaya ateş ediyor ve sonrasında sözlü tartışmalar devam ediyor.
Daha sonra Duster bir marka araç geliyor. Orada abim, Dursun Ali abi, Gökhan Koyuncu, Ersan Koyuncu ve Murat Koyuncu jandarma aracına doğru giderek “Bu adamda silah var, havaya iki el ateş etti silahı alın ya da adamı uzaklaştırın” diyorlar ama jandarma hiçbir şekilde dinlemiyor. Abim vurulduktan sonra bu Duster marka araç dönmüş oluyor. Sonrasında bu araç dönüp basıp gidiyor, abimin oğlu birebir görüyor. Duster aracın ön tarafında katil Muhammet Ustabaş duruyor. Ustabaş araba ile yukarı çıkınca birilerini görüyor ve “Ben üç kişiyi vurdum” diyor.
Orada bulunan jandarmaların soruşturmasının başladığını öğrendik. Bakalım sonuç ne çıkacak, orada olan iki şahıs daha var. Köyden, aynı ekmeği böldüğümüz insanlar. Bunlar da sanki orası kendi topraklarıymış gibi, sanki bu köyden değillermişçesine abimlere karşı geliyorlar. “Biz buradan gitmeyiz. Niye gönderiyorsunuz” diyorlar.
Bir de silah sahibi Fikret Merttürk var. Şimdi elini kolunu sallaya sallaya Borçka’da keyif çatıyor. Sigarasını çayını içiyor. Benim gözümde bu şahıs da bir katildir; çünkü silah sahibidir ve azmettiricidir. Orada kullandığı bir cümle var; “Silah benim ruhsatlı silahımdır, istediğime sıkar, istediğimi yaparım” diye. Abim, yengem, orada olan insanların bunu ifadelerinde belirtilmiştir. Ama halen bu azmettirici şahıs sokaklarda gezebiliyor. Bu insanın dışarıda gezmemesi, cezalandırılması bizim acımızı kaybımızı asla hafifletmez ama en azından içimizdeki öfkeyi, içimizdeki kırgınlığı az da olsa dindirecektir. Bu şahsa dair gerekenin yapılmasını istiyoruz. Bunu sadece biz, ailemiz değil, köylü, çevremiz, Hopa insanı, Borçka insanı istiyor. Çünkü Fikret Merttürk en az Muhammet Ustabaş kadar katildir. Zaten ellerine kan bulaştı.
Şirket sahibi de iki saat içinde bu memleketi terk ediyor. Artık kimlerle terk ediyor bilmiyoruz. Hiçbir şey yaşanmamış gibi aradan birkaç saat geçtikten sonra bir açıklama yayımlıyor, buradaki ihaleden çekildiğini söylüyor.
Aylar önce kendisi ile oturduk, “Ben köylüyü karşıma almak istemiyorum, bu ihaleden nasıl çekilebilirim” dedi. Kooperatifimiz görüştü bu şahısla. Bu görüşmeden sonra bir daha bizimle iletişime geçmedi. Daha sonra dokuzuncu ayın üçünde alana Eşref Merttürk’e ait makinalar geldi. Opertatör Süleyman bamya, kullanan Recep Bamya. Bunlar bizim köylülerimiz, aynı ekmeği böldüğümüz insanlar. Daha önce de dediğim gibi, direniş gösteriyorlar gitmiyorlar, belki de makineleri bırakıp gitselerdi bu denli şeyler yaşanmayacaktı. Ersan abimiz yaralanmış, bugün hala bir ayağını kullanamıyor. Buradaki tüm suçlular; şirket sahibinden bu ihaleye onay verenler, bu ihalede imzası olanlar, bu ihaleyi çıkaranlar, bunca dilekçeye bunca çağrıya karşılık vermeyenlerdir. Bu kişiler katil değillerse bile elleri kanlıdır.
Çifteköprü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin de ihaleye girdiği yönünde iddialar ortaya atılmıştı. Bu konuda ne söylersiniz?
Kooperatifimiz ihaleye girmedi, kooperatifimizin başkanı kendi bireysel olarak köylünün bilgisi dahilinde ihaleye girdi. Hatta kooperatifimizin başkanının bütçesi olmadığı için kendi aramızda büyüklerimizden, maddi gücü olan abilerimizden belli miktar para toplayıp ihale bedelinin altında bir bedel yatırarak girdi. İhalenin bize kalması gibi bir durum yok çünkü zaten ihale şartlarını yerine getirmemiş oluyoruz. Bundan dolayı Gökhan abiye de kalması imkansızdı.
Şimdi Gökhan abiyi (Gökhan Genç), köylüyü ve de kooperatifi suçluyorlar. Burada suçlanacak hiçbir şey yok. Gökhan Genç ihale sürecini takip etmek için girdi. Bazı insanlar diyorlar ki, “Onlar orayı istiyor.” Diyelim ki öyle bir şey var, tüm köylü mü burayı istiyordu? Biz bunca direnişi, bunca mücadeleyi ne için verdik? Artık ne söyleyeceklerini, nereden vuracaklarını bilmiyorlar.
Söyleşi: Nisan Çıra