İnsanla doğa arasında, insanla hayvanlar arasında artık değer ilişkisi var ise hayvan hakları mücadelesi ve ekolojik mücadele politiktir. Aradaki çelişki ise uzlaşmaz bir çelişki biçimidir
Adalet yalnızca insanlar arasında sağlanamaz. Ancak insan doğa ve insan dışı canlılar arasında sağlanması mümkündür. Bu olgunun insan ahlakıyla doğrudan alakası vardır. Doğayı ise börtü böcek, kırlarda yatıp yuvarlanmak ve piknik alanları meselesinden daha geniş şekilde değerlendirmeliyiz.
Belirtmekte fayda var. Başka canlıların yaşam alanlarına girip gürültü, ateş, duman, korna sesleriyle onları tedirgin etmek, üremelerine engel olmak, çeri çöpü ormanlarda bırakmak başka canlıların yaşam haklarına doğrudan saldırıdır. Doğa tüm canlılara yaşam veriyorsa kimi canlıların doğal yaşam hakları ve evrimsel kodlarını bir sonraki kuşaklara aktarması kısıtlanamaz.
Türlerin yaşamı ise ancak doğanın kaynakları eşit kullanıldığında nitelikli hale gelir. Bir aslan her gün et yiyor diye kafeste tutulması o aslanın nitelikli yaşadığı anlamına gelmez. Aç kalmanın iç güdüleyiciliğini (aslanın ceylanı yemesi çelişki ve politik değildir, aşağıda buna değineceğim) öğrenemeyen aslan zamanla avlanmayı da unutacaktır.
Milyonlarca yılda biriktirdiği hayatta kalma ve genlerindeki diğer asil kodlarını kendisinden sonra gelecek ırkına bırakamayacağı gibi kapitalizmin doğayı ve ekolojiyi yok edici hızına yetişemeyerek yaşamda kalmak için evrimleşemeyecektir de. Maalesef durum sadece kafese mahkum edilmiş canlılar ile sınırlı da değildir. Kapitalizmin doğayı ve doğadaki yaşam hiyerarşisini hızlıca yok etmesinden dolayı milyonlarca türün genetik özelliklerini bir sonraki nesillere aktaramayacağını söylersek kahinlik yapmış olmayız.
Bataklığı kurutup insanlar için bina diktiğinizde bataklıkta üreyen canlılardan beslenen kuşlara ve öteki canlılara soykırım yapmış olursunuz. Bir derenin akışını değiştirdiğinizde dereden yaşam kaynağı elde eden milyonlarca canlıyı da yok etmiş oluyorsunuz. Ve tüm bu canlıların yeni düzene uyum sağlamaları için yeterince evrimleşme zamanları yoktur. Eğer insan dışı türlerin yaşam haklarını savunacak ve kesin sonuç almak istiyorsak kapitalizmin mutlaka kaybetmesi gerekiyor. Çok klişe ama hayatta karşılığı olduğu için tekrar etmekte fayda var: Kapitalizm kazandığında tüm türler kaybedecektir. Sadece kâr hırsına dayanan, hiçbir akla ve mantığa sığmayan, çok küçük bir azınlığın çıkarlarını korumak için dünyanın dört bir yanında savaşlar çıkaran bu sistem hiçbir türe eşit ve adil yaşam için fırsat eşitliği sunamaz.
Doğa değer üretir mi? Kullanım değerinin kaynağında emekle birlikte doğa da vardır. (Marks, Engels) Doğadan ve doğadaki maddeler üzerinde çalışılarak kullanım değerleri (madenler, sular vb) yaratılır. Her ne kadar doğanın ürünleri biçiminde bir isim tamlaması kullansak da doğada var olan canlılar ve onlara besin kaynağı yaratan cansızlar (bitkiler) kapitalist meta üretim sürecindeki gibi çıktılar değillerdir. Arı kendisi için kullanım değeri olan balı yapar. Arının balına el koyan ayının arıyı sömürdüğünü iddia edemeyiz. Arı ile ayının ilişkisi “artık değer” üretimiyle biçimlenemez. (Aslanla ceylanda olduğu gibi) Arı kendi doğallığında balını ve yuvasını savunduğunda iki ırk arasında siyasallaşmış bir mücadele biçiminden bahsedilemez. Ancak arının balına el koyan ve arıyı işçileştiren kapitalizm ile arı arasında dolayısı ile insan ve insan dışı canlılar arasında siyasallaşmış bir ilişki biçimi oluşur.
Bahsettiğimiz arı, ayı ve insan ilişkisini daha da genelleştirebiliriz. Mesela doğasından koparıp havuza kapattığınız ve seyircilere gösterdiğiniz yunus artık politikleşmiştir. Sirkler politiktir. Avcılık meselesi ise öteki canlılar için tam anlamıyla bir soykırımdır. Dolayısı ile insanla doğa arasında, insanla hayvanlar arasında artık değer ilişkisi var ise hayvan hakları mücadelesi ve ekolojik mücadele politiktir. Aradaki çelişki ise uzlaşmaz bir çelişki biçimidir. Tıpkı sınıflı toplumlarda olduğu gibi birinin hayatta kalması için ötekinin yok edilmesine benzer.
Bu bağlamda kapitalizmin içinde kalınarak hayvan hakları mücadelesi ve ekolojik mücadelede kısmi kazanımlar olsa da kısa bir barış döneminden sonra tekrar çatışmalı döneme geçilecektir. Kapitalizmin yukarıdan aşağıya ve sadece kâr hırsına bağlı olarak örgütlediği “yaşam dayatmasına” politik olarak karşı çıkılmadığı ve kapitalizm yerine bilimsel sosyalizmi yeryüzünün efendisi kılmadığımız müddetçe tüm hayat formları tehlikededir. Ancak hemen şunu belirtelim. Kazanımla sonuçlanmış ya da sonuçlanmamış irili ufaklı her türden hak mücadelesi önemlidir, değerlidir ve geliştirilmesi gereken birikim ve deneyimlerdir.
Hayvan hakları mücadelesini de bu yönüyle ele almamız gerekir. Bir yasa çıktı diye enseyi karartmak yerine neyi nerede neden eksik yaptığımızı daha iyisini nasıl yapabileceğimizin eleştirisini yapmamız gerekir. Örneğin bir sonraki mahalli seçimlere muhtarlıklar ve belediyelerle “hayvan hakları sözleşmesi” yapıp ona göre oy kullanımları teşvik edilebilir. Daha sonrasından bu sözleşme üzerinden görevini yerine getirmeyen belediye başkanları ve muhtarlar üzerinde örgütlü baskı kurulabilir…
Son olarak biz sosyalistleri bekleyen bir görev var. Politik eleştirisini çoğaltmamız gereken insan, ekoloji ve hayvan hakları mücadelesinin senkronizasyonudur. Yeryüzünün kapitalizmin çöplüğüne dönüşmesini engelleyecek ise bu sınıfların ve türlerin kazanımı sonucu olacaktır. Sınıfsız ve anti-türcü bir toplumsal yaşam mümkündür.
Önceki yazı:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.