Derin yabancılaşma yaşayan “kamu emekçileri” mevcut pozisyonunu çarkın dışına çıkmamak için korumak, elindekini kaptırmamak adına eylem ve etkinliğini “gündelik hayatın” eleştirisinden öteye götürememektedir. Belirtelim ki; gündelik hayatın sorgulayıcı eleştirisi iyidir. Ancak gerçek anlamda doğru biçimde örgütlenmez ve doğru hedefe kanalize edilmezse dogmalara sebep olur
Çeyrek yüz yıla yaklaşan AKP iktidarı döneminde tüm emek alanlarında olduğu gibi kamu emekçileri alanında da derin bir yoksullaşma ve yozlaşma söz konusudur. Dile kolay çeyrek yüz yıla yakın. Geçtiğimiz çeyrek yüz yıl içeresinde sermayenin çok ciddi saldırıları karşısında hak mücadelesi alanlarında da çok ciddi karşı duruşlar oldu. Özellikle ekoloji mücadelesi, kadın, yaşam ve alan savunma mücadelesi, Gezi direnişi, kimi işçi direnişleri sermayeyi geri püskürtememiş olsa da her şeyin gül bahçesi olmadığını, gökkubbe altında baldırı çıplakların da direnebileceğini, kimi haklarını alacağını göstermiştir.
Ancak gündelik hayatın ekonomi politiğinin dinamikleri içerisinde yeterince örgütlenemediğinden nitelikli ucuz ulaşılabilir eğitim ve sağlık hakkı mücadelesi gibi mihenk taşı mücadelelerde ciddi bir sıçrama, piyasacılığı geri çekilmeye zorlayacak bir kitle direnişi olmamıştır.
AKP-MHP bloğu sadece eğitim ve sağlık alanını değil, kamusal hizmet sunması gerektiği; çevre ve şehircilik, ulaşım, afet yönetimi, yerel hizmetler gibi alanları da (devleti) nitelikli, ulaşılabilir ve denetlenebilir kamuculuk hizmetlerinden çıkartalı hayli zaman oldu. Kamuculuğun kırıntısının dahi kalmadığı “tüm kamu alanlarında” derin bir yoksullaşma ve yozlaşma ile birlikte kamu emekçilerinde derin umutsuzluk fazlasıyla görünür hale geldi. Üstelik kamu hizmetleri olanca hızıyla piyasalaşırken bir ironi olarak kamuda tasarruf söylemi doğal olarak “Hangi kamu?” ve kimin tasarruf edeceği sorularını akla getiriyor.
Bir başka konu ise bilinen ama üzerinde yeterince ideolojik baskı kurulamayan, gözden kaçırılan, kamuculuğu tasfiye etme gemisinin iki gönüllü küreği olan Kamu-Sen ve Memur-Sen’in de hakkını vermeliyiz. Onların kamu ve kamu emekçileri üzerinde kurduğu politik ve ekonomik hegemonya, yetiştirdiği ve bürokratik hiyerarşide örgütlediği “işini bilen bürokrat ve beklentisi olan memur tipolojisi” olmasa kamuculuğu tasfiye gemisi gündelik hayat içinde bu kadar kolay yürütülemeyebilirdi. Sözde örgütlülük adı ile sığındıkları ve savundukları çok geri bir mevzi olan kamu emekçilerinin sendikal yasası bir pranga olarak yetmezmiş gibi yasanın stepnesi olan toplu iş sözleşmesi senaryosuyla orta oyunu oynayarak umut satan tüccarlaşmış ‘sendikacılıklarının’ kamu emekçilerine verebilecekleri derin yoksulluktan başka bir şey olamazdı.
Ancak kamu emek hareketinin motor gücü KESK ve bağlı sendikalarının yürütücü kadroları ne yazık ki cepheden bu iki kürek mahkumu sendikacılıkla politik ideolojik bir kavgaya tutuşmamıştır. Hatta dogmatik meslek sendikacılığı ile yan yana gelerek sınıfsal konumunu bürokratik konuma taşımıştır. Oysa ki KESK kadrolarının zihinlerindeki politik birikim, kürekçi sendikaların kadrolarından ve dogmatik sendika kadrolarının sığ ve yüzeysel zihinlerinden fersah fersah fazlayken.
Tekrar kamu emekçilerinin prangalı yasasına ve onun stepnesi toplu iş sözleşmesine gelecek olursak, emekten ve sınıftan yana konumlanmış sendikalara düşen öncelikli olarak mevcut toplu iş sözleşmesini bir kenara itip onu devrimci dinamiğine kavuşturmaktır. İşyeri, işkolu, konfederasyon “üç ayağı üzerinden” yürütülecek grevli bir toplu iş sözleşmesini filen işyerlerinden başlayarak tüm kamu emekçilerinin gündelik hayatına sokmaktır. Kamu emekçilerinin gündelik hayatını etkileyecek “İşyeri sorunları, işyerlerinden başlayarak işyerlerinde örgütlenir” şiarıyla aşağıdan yukarıya gündelik hayatın rutinini kırmaktır. “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız” sloganını işyerlerinde dallandırıp budaklandırmaktır. İşyerlerinde tüm kamu emekçilerinin dahil edileceği işyeri meclislerini örgütlemektir. Üç kişi ise üç kişi, beş kişi ise beş kişi ile başlayan işyeri meclisleri işyerlerinde gündelik hayatın dinamiğini sınıfın dili ve dinamiği ile çoğaltmalıdır. İşyeri meclisleri tüm emekçilere açık olmakla birlikte bu meclislere işini bilen tüccar sendikacıların temsilcileri asla kabul edilmemelidir.
Gündelik hayatın siyasal ekonomi politiğinin yukarıdan aşağıya örgütlendiği kapitalist siyaset, ekonomi ve hatta sosyolojisi kamu emekçilerini de diğer emekçiler gibi büyük bir tahakküm ve baskı altında bırakmıştır.
Kamu hizmeti diye sunulan akla, bilime, mantığa fersah fersah uzak iş yüklerinin kamu emekçilerinin omuzlarına yüklenmesi, kamusal hizmeti üretmede amaca uygun araç ve gereç olanaksızlığının görmezden gelinmesi, var olanın ise yetersiz ve eksikliği, idari amirlerin iki dudağı arasından çıkan ya da A-4 kağıdına yazılmış emir nitelikli kağıtların havada uçuşmasının ağır buhranı, hukukun ve kazanılmış hakların hiçe sayılması, kamu emekçisine verilen disiplin cezalarında disiplin kurullarının tek yanlı noter görevi görmesi, idare mahkemelerinin uzun mesaisi ve benzeri gibi sebeplerden kaynaklı “kamu emekçisi çalıştığı kurumuyla” duygusal ve ruhsal tüm bağını koparmıştır. Karl Marks’ında belirttiği gibi kamu emekçileri derin bir yabancılaşma yaşamaktadır.
Marks iki tür yabancılaşmadan söz eder. Bunlardan ilki, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. İnsan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır. Bu insan oluşu açıklayan niteliğiyle olumlu karşılanan yabancılaşmadır, zorunlu bir süreç olarak anlaşılır. İkinci yabancılaşma ise, bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı çöküntü/yabancılaşmadır. Çöküntü ve yabancılaşma sonucu olarak insan kendi doğasına yabancılaşır. Böylece insan kendine, kendi emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşır. “Kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline gelir.”
Derin yabancılaşma yaşayan “kamu emekçileri” mevcut pozisyonunu çarkın dışına çıkmamak için korumak, elindekini kaptırmamak adına eylem ve etkinliğini “gündelik hayatın” eleştirisinden öteye götürememektedir. Barınma hakkının eleştirilmesi, fiyat artışlarına yönelik eleştiriler ve çalıştığı kurumda hiçbir şeyin yolunda gitmediği gibi eleştirilerdir. Belirtelim ki; gündelik hayatın sorgulayıcı eleştirisi iyidir. Ancak gerçek anlamda doğru biçimde örgütlenmez ve doğru hedefe kanalize edilmezse dogmalara sebep olur. Bir örnek verelim. Kamu emekçilerinde gündelik hayat pratiğinde yeterince sınıf bilinci oluşturulamadığından meslek sendikacılığı gibi en geri lonca örgütlenmeleri kurtuluş reçetesi olarak rağbet görebilmektedir. İşte burada bu ve benzeri dogmalara karşı emekten, sınıftan ve kitleden yana mücadele eden sendikal örgütlere düşen ise “gündelik hayat eleştirisini gelecek hayatın örgütlü dinamiklerine çevirmek yol göstermektir.”
Dayatılan gündelik hayatın çöküntü ve yabancılaşmanın cenderesinden kamu emekçilerini çıkaracak onlara gelecek hayatın ışıltısını taşıyacak, deneyim ve pratiklerini çoğaltacak olanlar ise nitelikli sendikal kadrolardır. Nitelikli sendikal kadroları yetiştirmek, nitelikli kamu hizmetlerinin sağlanmasına öncülük edeceği gibi bizzat kendisi “meta olmuş” kamu emekçisinin de sınıftan yana politik bilincinin artmasına sebep olacaktır. Diğer taraftan sadece eleştirel değil, aynı zamanda kamunun ve kamuculuğun politik ekonomisini de üretmek yine nitelikli sendikal kadroların çelik gibi sınıftan ve emekten yana biçimlenmiş zekalarının ürünü olacaktır. Gündelik hayat içerisinde sınıfın tarihsel birikimi üzerine konacak teorik ve pratik her bir yeni tuğla yeni ve dipten gelen sendikal hareketi büyütecektir. Kitleler içerisinde sadece umudu aşılamakla kalmayıp emekçiyle sendika arasında çelik bağlarla oluşacak kopmaz bir güveni de beraberinde getirecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.