Siyasi ekonomik ve askeri bir varlık olarak İsrail’e salt bir aşırılık ya da ileri karakol olarak bakmak eksik olur. Filistin’de yaşananların bizim hikâyemize bağlanan sayısız bağı var. Dün Denizler bugün Ayşenur oraya gittiği için değil sadece. Bundan fazlası var. Orada uygulanan her şey dönüp dolaşıp diğer kapitalist ülkelerde sömürünün bekâsı için baskının, bilgi ve rıza üretiminin bir parçası olduğu için orada yaşanan her şey bizim hikâyemiz
Filistin direniş örgütlerinin 7 Ekim operasyonunun birinci yılı doldu. Yaklaşık yüz yıldır topraklarını kaybeden Filistinlilerin ilk defa topraklarını geri kazandığı bir operasyondu. “Ama sadece üç gün sürdü, sonrasında 40 bin insan öldü, değer miydi?” diyenler olacaktır. Bu yazıda değip değmeyeceğini tartışalım.
Geçtiğimiz günlerde ilk dalgada çağrı cihazlarını, sonraki dalgada diğer kablosuz cihazları uzaktan patlatan İsrail, dünya savaş tarihine geçecek bir şey yaptı. Herhangi bir kırmızı çizgileri olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı sığınağında öldürebilmek için 83 ton bomba attılar. Nasrallah’ın beraberinde yıkılan binalarda yaklaşık 400 sivil insan da öldü.
Kırmızı çizgi tanımadığının hukuki dille ifadesi İsrail’in resmi sınırları ve anayasasının olmaması. Dini bir iddiaya dayanan milliyetçi silahlı bir örgütün yeni yerler işgal ederek bir aşamada devletleştiği ama işgal ve sürgün döngüsünü bırakmadığı oluşuma İsrail diyoruz.
Anthony King’in 21. Yüzyılda Şehir Savaşı[1] isminde bir kitabı var. Anthony King İngiltere’den bir akademisyen ve Batı ordularının verilerine erişme imkânına sahip. Dünya genelinde nüfusun ağırlığının şehirlere kayması, taşranın da bu gerçeklik ışığında yeniden şekillenmesi şehir savaşlarını ve ayaklanmaları yeni bir aşamaya getirdi. Kitapta İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (İSK) işgal ettiği Filistin topraklarındaki operasyonları da tartışılıyor. İSK, Zygmunt Bauman’ın ‘mekansızlık’ felsefesinden askeri bir fikir üretiyor ve şehir savaşının en büyük kısıtı olan binalar, duvarlar ve sair insan kayıplarını bir yana koyup her an her yerde olma ya da “her yerden her yere gidilebilir” diye anlaşılabilecek bir strateji geliştiriyor.
7 Ekim, Ortadoğu’da yeni ticaret yolları kurgulanırken, bunun anlaşmaları imzalanırken, bunun kendisi için tehcir anlamına geldiğini öngören Gazze direnişinin beklenmedik bir çıkışıydı. Bu sayede tehcir planı bozuldu. Gazze direnişi İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Bauman’dan esinle geliştirdiği mekansızlık felsefesine yeraltı tünelleriyle cevap üretti. Bir açık hava hapishanesi Gazze’de direniş, İsrail’in teknolojisiyle, muhbirleriyle anbean gözetlediği adeta bir cephe hattına benzeyen İsrail’le arasındaki güvenlik duvarlarını Sovyet askeri tarihinde önemli bir yer tutan ‘derinlemesine operasyon’[2] taktiğine çok benzeyen bir şekilde deldi ve askeri hedeflerine yöneldi. Bu açılan gedikten Gazze halkı da arkadan geldi ve çatışma kısmen sivilleşse de askeri sonuçları sarsıcı oldu. Derinlemesine operasyon belli bir noktaya yoğunlaşıp cephe hattını delmeyi hedefleyen, tarihte de çokça bilinen, ancak en gelişmiş ifadesini Sovyet askeri tarihinde bulan bir taktik. Bunu başaran taraf bir köprübaşı tutmayı da sağlamış oluyor. Gazze direnişi için tutulan köprübaşı nedir? Gazze’deki İsrail muhbir ağının deşifre edilmesi, askeri rehineler ve tehcir hazırlığının bozulması. Gazze halkı toprağını korumak için şu ana kadar 40 bin canını verdi.
Batı emperyalizmi tabii burada durmayacak, Lübnan ve belki İran’da yeni cepheler açacaktır.
Filistin emperyalist Batı için bir laboratuvardır. Filistinlilerin tüm dijital verilerinin toplanıp, yapay zekâ ile işlendiğini, kimin infaz edileceğinin hesap edilip, yine infazın da akıllı silahların aldığı kararla gerçekleştirildiğini bile gördük.[3] İsrail kendi içinde herhangi bir rıza elbisesi giydirme ihtiyacı hissetmeksizin bu alabildiğine çıplak zoru uyguluyor. İsrail kapitalist bir toplum olarak ne üretir diye sorguladığımızda karşımıza ağırlıkla silah, güvenlik teknolojisi ya da bağlantılı sektörler çıkıyor. İsrail bir savaş kapitalizmi ülkesi.
Kapitalizmde üretim ilişkileriyle toplumsal üretici güçler arasında zorunlu uygunluk yasası denen bir yasa var. Kapitalizm üretici güçleri geliştirir, insanları feodal ilişkiler içinden çıkararak onlara geçmiş hayatlarına kıyasla ileri sayılabilecek bir ortam sunar. Bunun karşılığında ise emekleriyle yaratılmış ürünlere el koyar. Çelişki bundan fazlası talep edildiğinde doğar. İsrail dünyanın farklı yerlerinden gelen, gelmesi teşvik edilen insanlara ne vermektedir? Filistinlilerden zorla alınan toprak ve toprağı koruması için silah. El konulan daha fazla toprak, toprağı koruması için silah verilen daha çok yerleşimci ve tüm bu işgali sürdürebilmek için daha çok güvenlik ve teknoloji. Burada başından beri üretilen sadece işgaldir ve bu daha fazla işgali doğurmaktan başka bir sonuca yol açmaz. Bu sebeple İsrail kuruluşundan itibaren varlık yokluk probleminden çıkamamış kaotik bir oluşumdur. İsrail bu kaosu her gün yeniden yaratırken emperyalist basının yetkin uzantısı İsrail basını şehir savaşının ikinci önemli hususu olan kim haklı sorusuna dünyanın geri kalanı için durmaksızın yüzlerce cevap üretiyor. Toplumun her kesimi için özelleşmiş cevaplar, İsrail tezlerine ikna etmenin imkânsız ya da zor olduğu insanlar için Filistin tezlerinden soğutup uzaklaştırmayı hedefleyen yüzlerce değişik cevap. Bu sayısız cevap içinde biri bile Filistinlilerin lehine değil tabii.
Burada kuruluş öncesi yıllarda çok güçlü olan İsrail soluna ve entelektüel damarına ne oldu sorusunun cevabını da buluruz. Yahudilerin var olma hakkı yerine İsrail’in var olma hakkı başka bir halkın yaşadığı topraklarda inşa edilirken bu entelektüel damar da entegre/tasfiye olmuştur. Bu sol entelektüel damar savaş ve işgal kapitalizmine entegre olmadığı oranda tasfiye olmuş, geriye sınırlı sayıda tekil onurlu isimler kalmıştır.
Siyasi ekonomik ve askeri bir varlık olarak İsrail’e salt bir aşırılık ya da ileri karakol olarak bakmak eksik olur. Filistin’de yaşananların bizim hikâyemize bağlanan sayısız bağı var. Dün Denizler bugün Ayşenur oraya gittiği için değil sadece. Bundan fazlası var. Orada uygulanan her şey dönüp dolaşıp diğer kapitalist ülkelerde sömürünün bekâsı için baskının, bilgi ve rıza üretiminin bir parçası olduğu için orada yaşanan her şey bizim hikâyemiz.
Kapitalist sistemin burada da bir laboratuvarı var tabii. İsrail’den ithal edilenler önce muhalif kesim üzerinde özellikle de Sivas’ın doğusunda farklı oranlarda inceltilerek uygulanır, buralardan tüm Türkiye’ye yayılır. Çünkü İsrail’de bir politikayı, bir tekniği, bir rıza imalatını laboratuvar ortamındaki ideal koşullarda uygular gibi en pür haliyle uygulamak mümkünken ihraç edildiği ülkelerde duruma göre seyreltmek, yerelleştirmek, uyarlamak gerekir.
Buradan Türkiye’ye gelelim. Türkiye’de egemen sınıf bloku rızayı elde etme, muhalif kesimi bölüp manipüle etme yöntemlerinde kendisini yenilemek zorunda kaldı; çünkü Gezi ve 6-8 Ekim Kobanê isyanları çıtayı yukarı taşıdı. Denilebilir ki ortada öyle bir isyan hali yok. Evet yok. Çünkü düzenli olarak uç veren ve isyana gitmesi ihtimal dâhilinde olan olaylar takip ediliyor. Bunlar yerine göre manipüle ediliyor ya da bastırılıyor ya da CHP ve türevleri eliyle sönümlenmesi sağlanıyor. Irkçı, sağcı eğilimler düzenli olarak kurgulanıp geliştiriliyor.
Türkiye toplumsal ilişki ve çelişkileriyle çoklu bir kaosun içinde. Uzun bir liste çıkarabilir, bu listeden herhangi birini ele alıp geçmişten günümüze geldiği yoldan nereye gideceğini az çok kestirebilir, ona göre tavır geliştirebiliriz. Ancak hayat nadiren bize bu fırsatı verir. Olgular karmaşık bir şekilde karşımıza çıkar. Kuşkusuz siyasal bilinci beş yaşındaki bir çocuk gibi içlerinden sadece birini ele alıp, diğerlerini yok sayabiliriz. Ya da siyasal bilincimiz salon vitrinindeki fincanlar gibi ayda yılda bir lazım oluyorsa olgulara steril yaklaşma şansımız olur. Yani önceden ideal hazırlık şansımız yok.
Yalnız bu sadece muhalif halk için değil, egemen elitlerin de yapabileceklerini sınırlayan bir olgu. Onlar da bu kaotik ortamda yaşıyor, yönetiyor ve sömürüyorlar. Onları siyasi ekonomik bir güç bir arada tutuyor, sabah birbirlerini tehdit edip, akşam el sıkışabiliyorlar. İktidarıyla düzen muhalefetiyle birlikte tümü ekonomi politiğin ihtiyacına göre her şey olabilir, olabiliyor. Ama muhalif halkın kendi başına hiçbir şey olmasına imkân, yer ve zaman tanımıyorlar. Faşizm problemlerini aşıp ilerlemeyi belli bir anda belli bir konuya yoğunlaşarak ve parça parça aşarak başarıyor. Bu anlarda muhalefetin paralizasyonu da başarının kaçınılmaz bir bileşeni olarak beraberinde yaşanıyor. Belli bir kesimin üzerine çullanırken diğer kesimlerin desteğini alamasa bile pasifliğini ödünç alabiliyor. Tüm bunlar halkın yaşam alanını parça parça daraltan sonuçlar üretiyor.
Filistin’de yaşananların bizim hikâyemiz olması en çok bundandır. Emperyalist-siyonist basının ücretli ya da gönüllü kullarının sürekli “size ne, bize ne” dediği yere bakarsak şunu görürüz çünkü. Filistin bu kaotik toz dumanın içinden çıkıp bir köprübaşı tutmanın nasılını anlatıyor bize. Bu Gramsci’nin sınıf savaşında mevzi mücadelesi derken kast ettiği şey gibi de algılanabilir.
İsrail tehcir hedefiyle Gazze’ye saldırdığında Türkiye’de de Filistin İçin Bin Genç adıyla bir oluşum kuruldu. Herkesi kapsarken Siyonizm ve işbirlikçilik karşıtı olmayı sabiti olarak alan bu oluşumun esnek yapısı ve Filistin konusundaki katılığı sonuç getirdi ve iktidarı sıkıştırdı. Tabii FİBG’nin de bir sınırı var. Filistin meselesi büyüyüp Lübnan’ı ve Hizbullah’ı hedef aldıkça FİBG bünyesindeki kimi İslamcıların mezhepçi tavırları pürüzler çıkardı. Belli bir alanda yoğunlaşıp güç biriktirince gündem yaratmak, sonuç almak ne kadar mümkünse yoğunlaşılan alan büyüdükçe biriktirilen güçte iç çelişkiler çıkması ve nihayetinde gücün dağılımı da kaçınılmaz oluyor. Burada aslolan takılıp kalmamak.
Denilebilir ki Türkiye’de siyasette ilerleme hiçbir şemaya, programa ve taktiğe sığdırılamayacak kadar büyük, değişken ve karmaşıktır. Bunun içinde değişene sürekli ayak uydurmaya çalışmak bu esnekliği göstermeye çalışmak liberalliğe sürükleyebilir ya da tersinden dört başı mamur butik, içe kapalı, sekter bir hale sürükleyebilir.
Her şey sürekli değişirken değişmeden kalabilmek için kapitalist bir toplumda sosyalistlerin sahip olabileceği tek şeyi, düzenden bağımsız kolektif bilinci sürekli yeniden ve yeniden üretmek, üretebilmek gerek.
[1] Urban Warfare in the Twenty-First Century/Anthony King/2021/Polity
[2] Derin Muharebeyi Organize Etmek İçin Geçici Talimatlar El Kitabı/ Sovyet Kızıl Ordusu/ 1933
[3] https://youtu.be/xGqYbXL3kZc, Yapay Zeka İsrail’e Kimi Bombalayacağını Nasıl Söylüyor?, son erişim tarihi 2 Ekim 2024
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.