AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, en çok da Esed mi Esad mı dediğinde durdum, ki ne de olsa bu tercih “dostluk” ve “düşmanlık” demekti, hatta bir şeyleri değiştirmek isteyenler için yeni bir yol haritasıydı!
Amerika’ya gitmeden önce Suriye ile ilgili mesajını dinlerken, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, en çok da Esed mi Esad mı dediğinde durdum, ki ne de olsa bu tercih “dostluk” ve “düşmanlık” demekti, hatta bir şeyleri değiştirmek isteyenler için yeni bir yol haritasıydı!
Hadi Erdoğan’ın dili sürçtü diyelim de, Anadolu Ajansı’nın da bu haberi Esed olarak mı yoksa Esad olarak mı vereceğine bakmak gerekiyordu… Ne de olsa AKP’li yıllar, devletin resmi kurumsal haber ajansının haber politikasını da ciddi ölçüde politize etmişti ve…
Evet, onlar da Esad diye vermiş haberi!
Anlaşılan,
…yıllarca Rabia işaretleri üzerinden miting meydanlarını diktatör Kahire’ye karşı dolduranlar, darbeci Sisi aleyhine atıp tutanlar, “Asla bir araya gelmem” diyenler, Mısırlı Esma için göz yaşı dökenler, “Şam için de değişim zamanı” demişti!
Anlaşılan,
…“ne istedilerse alan”, ama alanlara da “ne istedilerse verenlerin” yıllar içinde inşa ettiği 15 Temmuz’un kanlı darbe girişimine katkı verdiği, omuzladığı açık açık bakanların ağzıyla dile getirilen BirleşikArap Emirlikleri’ni bile affedenler, Esed’e Esad deme zamanının geldiğine karar vermişlerdi!
Anlaşılan,
…Şam’da yönetim değişikliği için küçük bir muhalif ordu bile kuran ve bu ordu eliyle Suriye’ye karşı yıllarca mücadele verenler, Suriye topraklarının tamamında huzur ve istikrarın sağlanması için Esad’ın yetebileceği konusunda fikir birliğine varmışlardı!
Yine mi aldatılmışlardı?
Yine mi kandırılmışlardı?
Yok,
…asla “özür” dilemediler!
…yarattıkları zararı bile üstlenmediler!
İnsan yine de merak ediyor…
Darbeci Sisi’nin kardeş ilan edildiği, yıllarca “katil” denen Esed’in Esad oluverdiği, 15 Temmuz’un finansörü denilen Birleşik Arap Emirliklerinin bir anda stratejik müttefik olabildiği bir Ankara’da, bizler neden “sürtük” ve “cibilliyetsiz” kimliklerine layık görülüyoruz? O kadar çok ki, biriken ikinci sınıf vatandaşlık hallerimiz! O kadar çok ki, o hallerin içine sıkışan adaletsizliklerimiz! O kadar çok ki, susup da biriktiklerimiz! O kadar çok ki, gözaltında geçen yıllarımız! O kadar çok ki, pansuman bile edilmemiş yaralarımız!
Yıllarca hesaplaşamadıklarıyla bir anda tüm hesapları dengeleyen, alacak-verecek bırakmayan, bir de üstüne neredeyse özür dileyecek hale düşenler, sıra kendi ülkesine ve insanlarına geldiğinde niye hesaplaşamıyor yaşattıklarıyla?
1915’le, 6-7 Eylül’le, Sivas Katliamı’yla, Roboski’yle, Çorlu tren kazasıyla, Hoca Efendi aldatmacasıyla, mülakat odalarında gelecekleri çalınan gençlerle, Ankara Garı’ndaki katliamla, şiddet sarmalındaki kadın cinayetleriyle, Çözüm Süreci’yle, Gezi eylemleriyle, ‘Camide içki içtiler’ yalanıyla, bir türlü yayınlayamadıkları o video skandalıyla, geçinemeyen emeklileriyle, açlık ve yoksulluk sınırı altına hapsedilen ülkesiyle, kader planının bir parçası yapılan deprem kentleriyle, 6 Şubat’ta on binlerce insan enkaz altında yardıma ulaşmaya çalışırken bile isteye kestiği internetle, kola takılan yüzbinlerce liralık çantalarla/saatlerle, artık iyiden iyiye kokan siyasetin kiriyle, Çankaya Köşkü’nü kapatan o 1150 odayla, ucuz et kuyruğundayken cebindeki kuruş hesabında kaybolanlarla…
Sizi bilmem ama, ben hatırlamıyorum…
Yönettiği ülkenin insanlarıyla bu denli bir hesaplaşma içine giren, öfke dolu bir Ankara hiç hatırlamıyorum… Elindeki avucundakilerin hiç olmadığı kadar azaldığı, daha az doyabildiği, kazandığıyla kirasını bile ödeyemediği, çocuğuna cep harçlığı verirken bile iki kez düşünen anne babaların bu kadar çaresiz kaldığı bir toplumun önemli bir kısmından her şartta destek ve oy alanların o 1150 odalı hayatlarını, “İtibardan tasarruf olmaz” sloganıyla gözlerimizin içine soka soka yaşadıkları bir dönemi hiç hatırlamıyorum! Yoksulluğumuzun ispatı kent lokantalarının açılışlarını “tok”ların karnavalına dönüştüren siyasileri hiç hatırlamıyorum!
Demem o ki,
…affetmiş ya Ankara, asla dediklerini!
Bilsin, bizlerin onları asla affetmeyeceğini!
O “asla”dan hiçbir zaman dönmeyeceğimizi!
Nokta…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.