Kendi canını korumak ve türünün soyunu devam ettirmek için çok zor yaşam mücadelesi veren doğa canlılarını katletmek aynı zamanda biyolojik çeşitliliği katletmek, ekolojiyi katletmek insan ve türler arasındaki uyumu, hatta ağaçlar, bitki örtüleri akarsular ya da durağan sular gibi eylemsiz canlıları katletmekle eşdeğerdir. Bu eylem biçimi bir insanın durup dururken olağanüstü bir resmi ya da çok güzel bir heykeli parçalamak kadar anlamsız ve sorunludur
Doğanın kendi kanunlarına göre “yararsız olan hiçbir şey yoktur.” Kaldı ki doğada zarar ya da yarar kavramları da yoktur. Doğanın sadece olağan evrimsel işleyişi vardır. Doğada var olan hiçbir canlı yararsız denilerek öldürülmeyi hak etmez.
Çağımızda artık birçok hayvanın sezgisel davrandığını bilim ispatlamıştır. Sezgiye sahip olmayı vurgulamamın nedeni, sezgiye sahip olmayan varlıkların hissetme, düşünme ya da diğer zihinsel durumlara sahip olma kapasitesinden yoksun oldukları için kendilerine nasıl davranıldığını bile fark etme kapasitesine sahip olmamaları. Bu nedenle de onlara zarar verilip verilemeyeceği insani ve ahlaki açıdan önemlidir. Kırkayaklar, sümüklüböcekler ve amipler de dahil olmak üzere, kelimenin tam anlamıyla insan dışı bütün türleri kastediyorsak türler lehine “ahlaki eşitlikten” söz etmek zorundayız. Acıya duyarlı olsun ya da olmasın türlere bir yaşam biçimi bahşedilmiştir. Genellikle bizimkinden çok farklı olması bu yaşam biçiminin daha az saygıyı hak ettiğini göstermez. Kimse eğlence olsun diye bir sineğin kanadını çekirgenin ayağını ya da anestezi altında bile olsa bir köpeğin kulağını kesemez. Bu söylediğimiz eylemsiz türler içinde geçerlidir. Durup dururken bir ağacın dalını kırmak çiçeğin yapraklarını koparmak gibi.
Türlerin fiziksel bütünlüğüne saygı duymak zorundayız. Şunu da hemen belirtelim, türlerin zihinsel mutluluğunu sağlamak önemlidir. İster birlikte yaşadığımız canlar olsun, isterse bakımımız altındaki canlar olsun zihinsel mutluluklarını gözetmemiz de ahlaki benliğimizle doğrudan ilişkilidir.
İnsandan uzak türler, böcekler, yaban hayvanları, kuşlar, balıklar ve diğerleri kötü davranılmayı, acı çekmeyi, vücutlarına saçma doldurulmayı hak etmezler. Günümüzde av kavramı artık tam anlamıyla cinayet kavramına eşit düşmektedir. Kendi canını korumak ve türünün soyunu devam ettirmek için çok zor yaşam mücadelesi veren doğa canlılarını katletmek aynı zamanda biyolojik çeşitliliği katletmek, ekolojiyi katletmek insan ve türler arasındaki uyumu, hatta ağaçlar, bitki örtüleri akarsular ya da durağan sular gibi eylemsiz canlıları katletmekle eşdeğerdir. Bu eylem biçimi bir insanın durup dururken olağanüstü bir resmi ya da çok güzel bir heykeli parçalamak kadar anlamsız ve sorunludur.
Darwin birçok türün genel kavramlara, bir tür akıl yürütme yeteneğine, ahlaki duyarlılığın temellerine ve karmaşık duygulara sahip oldukları sonucuna vardı. Darwin’den günümüze genetik bilimi hayli yol aldı ve biz artık birçok türün sezgisel davranışları olduğunu, soyut acı duyduklarını, iyi davranıldıklarında zihinsel açıdan mutlu olduklarını biliyoruz. Sezgiye sahip olmak, verilen dürtüye tepkide bulunma kapasitesinden daha öte bir şeydir; sezgiye sahip olmak, en azından bazı duygulara sahip olma kapasitesidir. Duygular acı gibi (bilinçli) duyulan -burada “acı” yalnızca sinir sisteminin tehlikeli dürtüleri algılaması değil, hissedilen bir şeydir- ve korku gibi durumları içermektedir.
Şimdi gelelim köpekler ve insanlara. Son zamanlarda köpekler üzerinden yanlış bir tartışma yürütülmektedir. Sezgilerinden bağımsız olarak yürütülen tartışmada, eğitimli köpeklerin “yararlı” oldukları, sokak köpeklerinin ise “kimseye faydasının olmadığı” argümanı safsatadır. Öncelikle eğitimli köpekleri ele alalım. Eğitimli köpekler sadece eğitildikleri konuya odaklanırlar. Arama ve kurtarma köpeği, iz takip köpeği, kadavra, narkotik, koruma gibi. Köpekler eğitim aşamasında “eğitildiklerini düşünmezler.” Onlar oyun oynadıklarını ve her oyunun sonucunda ödül mamasını hak edeceklerini ya da en sevdikleri oyuncaklarına kavuşacağını sezerler. Üstelik köpekleri eğitmek büyük bir özveri ister. Bir iz takip köpeğini ya da enkazda arama yapacak bir köpeği eğitmek yetmez, onunla 24 saat yaşamak zorundasınız. Yani bir köpeğin eğitim sertifikası var, artık bu köpek bildiklerini unutmaz diye bir şey yok. Konusunda uzman en iyi köpekler ve eğitmenleri güne eğitimlerini tekrar etmekle başlarlar. Ve bu eğitimler ömür boyu sürer. Bu bağlamda da diyebiliriz ki köpekleri eğitimli ya da eğitimsiz diye sınıflandırmak doğru değildir. Bir iz takip köpeğinden kadavra aramasını beklemekle bir kamyon şoföründen uçak kullanmasını beklemek arasında pek bir fark yoktur.
Daha iyi uzman insanlar ve uzman köpekler ise güne başlamazlar. 24 saati birlikte yaşarlar. Birbirlerinin davranışlarını bilirler. Karşılıklı hareketlerinde sezgisel anlam çıkarırlar. Birbirlerinin sezgilerine güvenirler. Binlerce insan arasında göz temasını asla kaybetmezler. Ve bir köpek, “eğitimli” ya da “eğitimsiz”, kalabalıklar arasında kaybettiği sahibini kokusundan ziyade sezgisine güvenerek bulur. Ancak eğitimli arama köpekleri (esas olarak koku ve köpek eğitmeninin yönlendirmesiyle) yabancısı olduğu birini ararken koku ve yönlendirmeyle ilerler.
Yararsız olduğu iddia edilen sokak köpeklerine gelince. Sokak köpekleri “gönençleri” gereği kendilerine bir alan yaratırlar. Yarattıkları alanı sahiplenirler. Alanlarındaki iyi ya da kötü insanı en iyi sezen sokak köpekleridir. Alanlarına giren yabancıyı hemen fark ederler. Sokak köpekleri her ne kadar hor görülüp itilip kakılmış çeşitli şiddetlere maruz kalmış olsa da tehlike anında kendi canları pahasına havlamaktan çekinmezler. Gece olumsuz bir şey olduğunda gecenin sessizliğini bozan sokak köpekleridir. Doğal bekçidirler. Sokak köpekleri tüm bunlarla birlikte yerel insan ahlakını ortaya çıkaran canlılardır. Kendi halinde sokağında yatan bir köpeğe çocukların ve yetişkinlerin davranış biçimi (tekme atma, kötü davranma, hor görme vb.) bölgedeki genel ahlakın ölçücüsüdür. Kimi davranış biçimlerine ve gözlerine baktığınızda acılarını ya da sevinçlerini görebilirsiniz ve bu da size köpeklerin yaşadıkları yerdeki insan tipolojisiyle ilgili bilgi verir.
Sonuç olarak ister eğitimli olsun isterse sokakta yaşam mücadelesi veriyor olsun, hiçbir köpeğin hayatı sanıldığı gibi kolay değildir. Eğitmen kisvesi altında yüzlerce insan köpekler üzerinden hem de hiçbir konuda eğitemedikleri köpekler üzerinden ticaret yapmaktadırlar. Gerçek anlamıyla insanlarla köpekler arasında doğru bir ilişki kurulacak ise bu, öncelikle insanları eğitmekle başlayacaktır. Böylesi bir eğitimde öncelikle köpekleri (diğer türleri de) bir yarar-zarar ilişkisinden ziyade birer birey olduğunu, genel anlamıyla az da olsa birer akıl yürütme kabiliyetlerinin olduğunu ve çokça sezgilerinin olduğunu aklımızdan çıkarmadan bir arada yaşamanın en ahlaki yollarını keşfetmek ve çocukları da bu ahlaki (türlere davranış) ilkeler üzerinden eğitmeliyiz. Laik, çağdaş, bilimsel bir eğitim sisteminde mutlaka eylemli-eylemsiz türlere davranış dersi ve insan ahlakı tüm yönleriyle ele alınmalıdır. Katil bireyler yetiştirmek istemiyorsak öncelikle türlere karşı ahlaklı bireyler yetiştirmek zorundayız. Yani bir anlamda da başı boş köpek yoktur. Ama ciddi anlamda başı bomboş insan sorunu vardır.
Tüm türlerin -ağaçlar, sular, bitki örtüleri gibi eylemsiz ya da böcekler, kertenkeleler, solucanlar, balıklar gibi eylemli- yaşam hakkı, vücut bütünlüğü hakkı ve türlerini devam ettirme hakkı vardır.
Gerçek bir anlamda insan dışında öteki türleri de koruyacak bir yasa çıkarma mücadelesi verilmesi gerekiyorsa yasanın ruhunun dayanacağı temel kavram “türlerin yaşam hakkını, yaşamlarını ve türlerini sürdürme hakkı”nı ruhunda barındıran metinlerden oluşmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.