Binlerce yıldır birlikte yaşadığımız hayvanların yaşam alanları binalarla dolduruldu. Geçmişte köpeklerle dost olan birlikte yaşayan, ekmeğini bölüşen insanlar giderek onlardan uzaklaştı. Hayvanlar aç kaldı, insanlara uzak kaldı, her iki taraf da hırçınlaştı
Bu yazı temiz kentler fikrini, bu fikrin geldiği kökenlere yönelik bir arayış olarak ortaya çıktı. Son günlerde hayvanları koruma kanununda yapılan değişiklik ile sokak hayvanlarını ve özel olarak köpekleri uyutmak, toplamak kısacası göz önünden kaldırmak tasarlanıyor. Kanun Meclis kapanmadan hemen önce gece yarılarına kadar mesai yapılarak geçirildi. Bu konuda da özellikle “Hayırsız ada”[1] çokça hatırlatılıyor. Hayvanların toplatılması, sistematik öldürülmesi ile kent merkezleri, mahalleler köpeklerden arınır mı? Gerçekten sistematik bir cinayet düzeni kurulursa neden olmasın? Sokaklarda tek bir köpek kalmayana kadar öldürülebilir. Peki bu nefretin kökleri ya da iddiaların odağı nedir?
İddiaların odağında “çocuklarımız” var. Onların “başıboş köpekler” tarafından öldürülmesi tehlikesi var. Oysa Adalet Bakanlığı verilerine göre 2023 yılında tam 31 bin 216 çocuk istismarı dosyası açılmış. Bu davaların sadece 7 bin kadarında tutuklama gerçekleşmiş. Bir de şikayetçi olmayan/olamayan pek çok kişi ve açığa çıkmayan aile içi istismar suçları var. Bu ülkede 2023 yılında yine devletin kendi verdiği şaibeli bilgilerde bile 700 binin üzerinde çocuk işçi var. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi), 2013-2023 yılları arasını kapsayan çocuk işçi iş cinayetleri raporunda son 10 yılda 14 yaş ve altı 234, 15-17 yaş arası ise 437 çocuk olmak üzere toplamda 671 çocuk işçi hayatını kaybetti.[2] “Sokak hayvanlarının uyutulması, toplatılması çocuklarımızın sağlığı için gerekiyor” iddiasının gerçekle alakası olmadığını bu veriler yeterince ortaya koyuyor. Şimdi çocukların ve toplumun güvenliğini zerre kadar önemsemediğinden emin olduğumuz iktidar, getirdiği bu yasa ile köpekleri öldürmek istiyor. Bu “temizliğin” politik nedenleri hakkında birlikte düşünelim.
Dertleri “çocuklarımız” değilse, köpeklerden ne istiyorlar? Kimdir bu “başıboş köpekler”?
Yıllardır “sahipsiz hayvanlar” belediyeler tarafından toplanarak kentin dışına, ormanlarına atılıyor. Ya da belediyeler sınırları içinde bulunan köpekleri başka belediyelerin sınırları içine toplayarak bırakıyor. Tüm dünyada insan nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde sokak köpeklerinin de yoğun olduğunu gözlemliyoruz. Bunun çok basit bir nedeni var: Tarihsel birlikteliğimiz. On bin yıl önce evcilleştirdiğimiz bir türden bahsediyoruz.
Ancak binlerce yıldır birlikte yaşadığımız hayvanların yaşam alanları binalarla dolduruldu. Bu rantçı sistemin bir başka sonucu olarak da insanların sokakla ilişkisi neredeyse tamamen koparıldı ve sosyal alanlar yok edildi. Geçmişte köpeklerle dost olan birlikte yaşayan, ekmeğini bölüşen insanlar giderek onlardan uzaklaştı. Hayvanlar aç kaldı, insanlara uzak kaldı, her iki taraf da hırçınlaştı. Ancak yaşam alanları rant alanına çevrilen hayvanlar, onları besleyen koruyan insanlarla tekrar bir komşuluk ilişkisi kurabiliyor. Bizler bu ilişkiyi ve kültürü yeniden inşa etmek zorundayız.
Sokak hayvanlarını kent merkezlerinden temizleme meselesi bir devlet politikasıdır. Bu politika öyle bir politikadır ki sadece sokak hayvanlarını kapsamaz. Engellileri, transları, kadınları, çocukları, göçmenleri ve diğer dışlanmış kesimleri de kapsar. İşte bu politikaya karşı cinsiyet kimliği ve yöneliminde eşitlikçi, sağlamcı olmayan ve engellileri gözeten, eşit kamusal alan tartışmasını yapmalıyız.
Sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde sermaye devletleri kent merkezlerini kurarken odağına insanı veya insan harici hayvanları almaz. Önemli olan kentsel rant alanlarının bölüşümü ve kentin buna uygun şekilde düzenlenmesidir. Buna karşın kazanılmış pek çok hak -engelli rampaları, kanalizasyon sistemleri, çamursuz yollar- halkın büyük mücadeleleri ile elde edilmiştir. Bazen de yaşanan büyük felaketler sonucunda zorunlu değişimler, düzenlemeler getirilmiştir. Ancak bu düzenlemelerin de nedeni insanların ve insan harici hayvanların yaşaması değil, sistemin sürdürülebilmesidir.
Dünyadaki pek çok egemen devletin başkentlerinde sokaklarda hayvan görmek çok rastlanır bir durum değildir. Gerçekten de Avrupa devletlerinin büyük bir kısmı hayvanları toplayarak barınaklara götürmekte, orada da sahiplenilmediği taktirde sistematik olarak öldürmektedir. Türkiye’de oluşturulmak istenen yasa ile standart Avrupa devletlerinin standartlarına mı “yükseltilmeye” çalışılmaktadır? Bahsedilen Avrupa’da devletler STK’ler ve gönüllülerle ortak çalışmakta, hayvan üretimine ve satışına ciddi denetlemeler getirmektedir. Hayvana şiddet konusunda hapis cezası yaptırımları uygulanmaktadır. Üstelik bu örnek gösterilen devletlerin de politikası ne insanı ne hayvanı gözeten bir seviyede. Kentsel yağmanın getirdiği krizi yönetmenin bir formülü olarak bu türden düzenlemeler getirilmiştir.
Türkiye’de ise bu yasanın tek bir anlamı var: Yıllardır sürdürülen hukuksuz katliam düzenini hukuksallaştırmak. Çünkü zaten yıllardır mevcut olan kanunları uygulamayarak hayvanlar öldürülüyor, toplatılıyor, kısırlaştırılmıyor. Belediyeler rehabilitasyon merkezleri kurmuyor. Hayvanları tedavi etmeyerek ölüme terk ediyor.
Hemen, acilen hayvanlara yönelik toplumsal bakış açımızı anti-türcü bir yönde geliştirmek mümkün olmadığına göre evet bir sorundur. Çünkü türcü bakış açısı aynı zamanda faydacılık içerir. Yani bir türün diğer tüm türlerden üstün olduğu ilkesine dayanır. Burada insan türünün egemenliği ve refahı üzerinden tartışıldığında insanlar kendilerine “faydası” olmayan sokağındaki köpeği, birlikte yaşadığı komşusu olarak göremez. Yıllarca evcilleştirerek kendine bağımlı kıldığı köpeklerin yaşaması için üzerinde olan tarihsel sorumluluğu kavrayamaz. Kaldı ki kendilerine “faydası” olan ve genel olarak hayvanların öldürülmesi fikrini normalleştirmelerini sağlayan ineklerin, koyunların, tavukların vb. hayvanların da sokaklarda yaşamasını olumlu karşılamaz. Bu hayvanların da mümkünse gözden uzakta bir yerlerde öldürülüp tabağına gelmesini tercih eder.
Doğal yaşam alanlarını yok ederek evcilleştirip kendimize bağımlı yaşayabilir hale getirdiğimiz hayvanların yaşam alanlarında bulunan işgalciler olarak kendimizi tanımlamıyoruz. Bu konuda tarihsel olarak yani mirasçısı olduğumuz uygarlığın neden olduğu sorunun sorumluluğunu almıyoruz. Gerçekte hesap sorulması gereken iktidar ve sermaye sistemine hesap sormuyoruz. Bu böyle olunca sorumlu olan aslında geçerli rızaları olmayan, yaptıklarından sorumlu olabilecek ehliyetleri bulunmayan hayvanlar oluyor. Bu sorunun asıl çözümü ise herkesi, her şeyi linç etme ve yok etme üzerine kurulu büyük toplumsal çürümeyle mücadele etmekten geçer. Ancak bu sanırım başka bir yazının konusu olacak kadar zorlu bir konu.
Yaşadığımız kentlerin MASAK raporlarında yer alan ve iktidar basın organlarında şişirilerek anlatılan “mama lobisi” tarafından yönetilmediği kesin. Bir kenti yönetmesi gereken o kentin sahipleri olan yaşayanlardır. Bu nedenledir ki sokak hayvanları sahipsiz değildir. Bizimle yaşadıkları toprakların paydaşlarıdır. Kentin müştereklerinin[3] savunulmasında sokak hayvanları çıkarına da düşünmek böylelikle zorunlulaşacaktır. Kentlerimiz ortak yaşam alanları olduğuna göre yönetmekte herkesin ortak yararını gözetmek zorunlu olmalıdır. Burada ise en önemli sınır elbette yaşam hakkı olmak zorunda. Göçmenleri, kadınları, çocukları, hayvanları, transları, engellileri, yoksulları kentlerin sahibi olarak görmeyen yönetme biçimi karşısında kent dışına itilen kesimler olarak aynı tarafta olduğumuzu unutmamalıyız. Barınma krizi ile mücadele eden ve kentlerin en ücra, en niteliksiz köşelerinde yaşamaya mahkum edilenler bizleriz!
Şimdi de tıpkı bizler gibi bu kentin parçası olan bir kesim -sokak hayvanları- devlet tarafından evlerinden çıkarılmak ve yok edilmek isteniyor. Kendisi için mücadele edebilecek bir ehliyeti olmayan hayvanların sesi olmak ve onları savunmak zorundayız. Kısa vadede getirilen yasanın uygulanmaması için komşularımıza sahip çıkacağız. Sokak hayvanlarının toplatılmasına karşı mahallemizde bulunanlarla ortaklaşacağız. Yasanın geri çekilmesi için gerçekleşen direnişlere, nöbetlere omuz vereceğiz. Hayvanların kısırlaştırılmasını, tedavi edilmesini, beslenmesini ve evlerine -yani yaşadıkları bölgeye- geri bırakılmasını takip edeceğiz. Olabildiği kadarıyla engelli hayvanlar başta olmak üzere sahiplendirme seferberliği başlatacağız.
Bu kısa-orta vadeli hedefleri gerçekleştirirken asıl hedefi unutmadan deneyimlerimizi biriktirmek ve ortak yaşam kültürünün gerekliliklerini tespit etmek zorundayız. Çünkü uzun vadeli hedef yaşanan toplumsal cinnetin, çürümenin yine aynı hızla olmasını bekleyemeyeceğimiz ama direteceğimiz, yaşamdan yana politikalarla aşılmasını, yeni ve iyicil bir kültürün oluşmasını sağlamaktır. Çocukların ve hayvanların ölmeyeceği, istismar edilmeyeceği ve şiddete uğramayacağı kentleri kurmanın tek ve zorunlu yolu şu an yönetenlerin bizi yönetmemesidir. Uygarlık tarihinin en yetenekli, donanımlı, teknoloji ile en hemhal olmuş kuşağı olarak yine aynı uygarlığın en umutsuz ve en bireyci kuşağı olmamak için kendimizden başlayarak toplumu sarsalım. Engelliler sokaklarda, evlerinde gibi gezebilsin, translar barınma sorunu yaşamasın, göçmenler ucuz işgücü olarak köle gibi kullanılmasın, kadınlar attığı her adımda öldürülme korkusu duymasın, çocuklar istismar edilmesin. Bu kentleri tüm estetiği, etiği ve kültürü ile kuracak olan biziz. Çünkü bu paramparça edilmiş kentler bizim!
[1] https://haberler.tvd.org.tr/2024/06/06/tarihimizdeki-kara-leke-hayirsiz-ada/
[2] https://isigmeclisi.org/21015-mesem-de-tarlada-sokakta-sanayide-insaatta-son-on-bir-yilda-en-az-695
https://www.birgun.net/haber/utanc-dolu-istismar-tablosu-521095.
[3] https://musterekler.sehak.org/2018/12/11/teoriden-mucadeleye-musterekler-siyaseti/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.