“Sesi çıkmayan, sesi kısılmaya çalışılan emeğiyle geçinenlerin, İşçilerin Sesi daha gür çıksın diye yeni bir yola çıkıyoruz”
Aylık Sömürüye karşı İşçilerin Sesi gazetesi yayın hayatına başladı. Gazetenin Eylül 2024 tarihli ilk sayısı “Ankara duysun! İşçinin isyanı kapıda” manşetiyle merhaba dedi.
Manşette de başlığı yer alan “İşçilerin Yolu” yazısında “İşyeri, işkolu fark etmeksizin, yalnızca sendikalara da sıkışmadan tüm işçi hareketi biçimlerini iktidarın, Mehmet Şimşek eliyle uygulanan sermaye politikalarının, Orta Vadeli Programın, iş kanunu değişikliği hedefinin karşısına dikmeliyiz” denildi.
Gazetenin yayın politikasını ortaya koyan “Çıkarken” yazısında “‘İşçilerin Sesi’ tam bu noktada kendi üzerine önemli bir görev alıyor. Çeşitli düzeylerde mücadelelerden, örgütlenme çabalarından, direnişlerden öğrenerek kendi kabuğunu çatlatan işçi sınıfının elinde ortak mücadele anlayışını geliştirecek, hedefin doğru tespit edilmesini sağlayacak bir araç olmayı hedefliyor. Aynı zamanda kendi okurları ve yazarlarıyla etkileşim halinde işçi sınıfının kendi içerisinde iletişimi kuvvetlendirerek, tüm mücadele ve deneyimleri aktaran bir araç haline gelmeyi istiyor” deniliyor.
Gazetede “Devrimci Sağlık Çalışanları: Sağlığa devrimci bir müdahale gerek”, “Eğitim emekçileri hareketi ve Devrimci Öğretmen’in görevleri”, “Kadından kadına bir merhaba”, “Hukuk: Patronların iş kanununda istediği değişiklik daha fazla esnekleştirme ve güvencesizleştirme” başlıklı yazılar da bulunuyor.
Gazetenin yayın politikasının anlatıldığı “çıkarken” yazısının tam metni:
ÇIKARKEN
Türkiye, 21. yüzyıl itibariyle artık emek sermaye çelişkisinin işyerlerinden yaşam alanlarına, tarımsal üretimden doğaya bütün hayatı kuşattığı, işçi sınıfının toplumun çoğunluğunu oluşturduğu, kentleşme ve işçileşme ekseninde bütün ezberleri altüst eden bir toplumsal dönüşümün yaşandığı, siyasetin de bu gerçek ekseninde yeniden şekillendiği bir proleterler ülkesi. Türkiye işçi sınıfı, büyük proleterleşme dalgaları ile kendi saflarına katılan meslek sahipleri, dijital emek, göçmen emeği ile, ileri eğitim düzeyi, dünyanın geri kalanı ile sürekli temas ve iletişim halinde olması ve hareketliliği ile ülke tarihinin en yaratıcı üretici gücü olarak sahnede. Bu üretici güç, kâh bir militan işçi direnişi dalgasında kâh bir kent isyanında düzen karşısındaki yıkıcı kapasitesine dair ipuçları verirken kimi zaman da büyük depremler döneminde olduğu gibi yeteneklerini toplum için seferber ederek kurucu bir kapasiteye sahip olduğunu gösteriyor. Hayatımızı yaşanmaz kılan, günümüzü, geleceğimizi, onurumuzu, umutlarımızı ayaklar altına alan bu düzeni yıkıp eşitlik, özgürlük, barış içinde bir ülke kuracak olan da bu yıkıcı ve kurucu kapasiteye sahip Türkiye işçi sınıfından başkası değil.
Türkiye işçi sınıfının örgütlenme, harekete geçme ve kendisi için siyaset yapma noktasında henüz gidecek çok yolu var. Ancak bu yol yürünecek. Mücadele ede ede, mücadele içinde dostu düşmanı tanıya tanıya, işçi sınıfının ve onunla birlikte bütün toplumun kurtuluşunun önündeki engelleri aşa aşa yürünecek.
Bu ülke, bu halk satılık değil!
İşgal altında yaşıyoruz… Hayatı biz emekçiler var ediyor, bu toprakları biz yaşanılır kılıyoruz ancak emeğimiz ve tüm ortak zenginliklerimiz sermayenin boyunduruğu, yağması altında. Ülkemiz, topraklarımız, kentlerimiz, ormanlarımız, okullarımız, hastanelerimiz, işyerlerimiz, hayatımız, günümüz, geleceğimiz sermaye çıkarları için işgal edilmiş durumda. Ülkemiz emperyalist sömürü zincirleri içerisinde çokuluslu şirketlerin üretim ve tedarik üssü, halkımız ucuz emek gücü yığını haline getirildi.
Coğrafyamız yeniden ve yeniden sömürgeleştiriliyor. Yeni üretim tesisleri, yeni enerji ve maden sahaları, yeni yollar, yeni depolama alanları ve yeni limanlar her tarafı sarıyor. Türkiye halkları bu manzara içerisinde yoksullaşarak, mülksüzleşerek, güvencesizleşerek yeniden ve yeniden işçileştiriliyor.
Ülkeyi yönetenler ve sermaye, bu manzarayı “büyüme” diye tarif ediyorlar çünkü onlar için bu dönem kâr rekorları kırdıkları bir dönem. Ancak işçi sınıfının büyük bir kesimi yoksulluk ve hayat pahalılığı altında eziliyor. Eğitim, sağlık gibi temel kamusal haklara artık parası olan, parası kadar ulaşabiliyor. İşçi sınıfının çok büyük bir kesimi eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, beslenme gibi en temel gereksinimlerini karşılamaya yetecek bir ücrete ulaşamıyor. Çünkü ücretlerimizi belirleyen devlet, öncelikli olarak bizim bununla nasıl geçineceğimizi değil, sermayeye ne kadar maliyet çıkacağını hesaplıyor. Ülkemiz “Bize yatırım yapabilirsiniz çünkü bizde işçilik ucuz!” denilerek çokuluslu şirketlere pazarlanıyor.
Sömürü devlet güvencesinde
Tüm bu görev bizzat devlet eliyle yerine getiriliyor. Başta en tepedeki olmak üzere Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Ticaret Bakanlığı’na, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, yargısına, hukukuna, polisine ve jandarmasına kadar resmi organlarıyla, cemaatleri, tarikatları, mafya örgütlenmeleri, medyası ve sarı sendikalarıyla halkın arasına yayılmış kollarıyla ve daha çok çeşitli kanallarıyla tüm toplumsal yapı sermayenin kârlılığı, halkın ucuz emek gücü yığını haline getirilmesi, buna itaat etmesi için görev başında!
İşçi sınıfının etrafına kurulan bu abluka sömürünün devamlılığını sağlamayı amaç ediniyor. Ancak tek görevi bu değil. Aynı zamanda patronların kâr oranlarının yükseltilmesi için neoliberal çalışma rejimini yeniden ve yeniden inşa etmeyi amaçlıyorlar. Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması, iş saatlerinin esnekleştirilmesi, iş tanımının belirsizleşmesi, kamu emeğinin istihdam biçimlerinin parçalanması, “tasarruf tedbirleri” adı altında kazanılmış hakların budanması, belirli süreli iş sözleşmeleri yoluyla çalışma hakkının kısıtlanması, kıdem tazminatı gibi hakların ve güvence noktalarının hedef alınması ve hatta izole üretim tesisleri gibi yalıtık modern çalışma kamplarına özlem duyulması… İşte patronların işçilik maliyetlerini azaltacak tedbir diye bizzat devlet eliyle inşa edilen çalışma rejiminin yansımaları.
İşçi sınıfı ablukayı dağıtacak!
Bu saldırılar karşısında Türkiye coğrafyasının her noktasında işçi sınıfı kendisine dayatılan düşük ücret, esnek ve güvencesiz çalışma, eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi en temel haklarından mahrum yaşama koşullarına itiraz geliştiriyor. Direniş, sendikal örgütlenme, patronun gerçek yüzüyle karşı karşıya gelme durumu yaşamayan OSB, üretim havzası, eğitim kuruluşu, hastane, enerji şirketi, tekstil fabrikası, depo, şantiye, liman kalmadı.
Üstelik neoliberal programın hayata geçirildiği ilk dönemlerdeki gibi yalnızca işçi sınıfının yeni kesimleri değil, artık giderek bu ayrıcalığını yitirse de güvenceli kesimleri de hareket halinde. Çünkü ücret düzeyinden çalışma koşullarına kadar işçi sınıfının bütün katmanları aşağıya doğru çekiliyor ve kaderlerinin ortaklaştığını hissetmeye başlıyor.
İşçi sınıfı hareketi tarihimizde güçlü bir mücadele geleneği yaratmış olan kamu emekçileri hareketi de aynı mücadelenin daha güçlü şekilde bir parçası haline geliyor. Geçmiş dönemler kamu emekçilerinin işçi sınıfının bir parçası olup olmadığı tartışmalarına sahne olurken bugün kamusal haklardan mahrumiyetin yarattığı ücrete bağımlılık, yoksulluk ve hayat pahalılığı altında ezilme, kamu emeğinin güvencesizleştirilmesi karşısında ortaya çıkan tepkiler ortak mücadele hattının ihtiyacını daha fazla hissettiriyor.
Tüm bu manzara içerisinde Türkiye’nin her tarafında işçiler var olan koşullara itiraz ediyorlar. Bu itiraz bize işçi sınıfının kendi kabuğunu çatlatmaya hazır olduğunu gösteriyor! Ancak bunun kendiliğinden olmayacağını biliyoruz. Çünkü işçi sınıfının ortak bakış açısı geliştirilemez ve karşısındaki düşmanın gerçek tarifi yapılamazsa, tüm bu itirazlar anlık öfke patlamaları, direniş esnasında oluşan hareketlilikler ve yalnızca kendi patronuyla yürütülen kavga sınırında kalarak yenilgiye mahkum olacaktır.
Tek seçenek ortak mücadele
İşte “İşçilerin Sesi” tam bu noktada kendi üzerine önemli bir görev alıyor. Farklı düzeylerde mücadelelerden, örgütlenme çabalarından, direnişlerden öğrenerek kendi kabuğunu çatlatan işçi sınıfının elinde ortak mücadele anlayışını geliştirecek, hedefin doğru tespit edilmesini sağlayacak bir araç olmayı hedefliyor. Aynı zamanda kendi okurları ve yazarlarıyla etkileşim halinde işçi sınıfının kendi içerisinde iletişimini kuvvetlendirerek, tüm mücadele ve deneyimleri aktaran bir araç haline gelmeyi istiyor.
Yaşadığımız sıkıntılar ne sadece kendi işyerimizin sıkıntısı ne de sadece kendi mesleğimizle alakalı. Bir enerji çalışanıyla hastanelerde ter döken sağlık emekçisinin, özel okul patronlarının sömürüsüne maruz kalan bir öğretmenle bir motokuryenin, yani kısacası işkolu, işyeri farketmeksizin tüm Türkiye işçi sınıfının içinde bulunduğu yaşam ve çalışma koşullarının müsebbibi aynı merkezlerdir. Emperyalist sömürü merkezleri, yerli ve yabancı patronlar, onların ortaklıkları, onların çıkarlarına hizmet etmek için hareket eden devlet örgütlenmesi, tüm bu sömürü düzeninin işçiler arasında normalleşmesi, itirazların bastırılması için toplumsal dokuya yayılan her türlü işbirlikçilik hepsi karşısında olduğumuz düzenin uzantıları ve sorunlarımızın tek kaynağıdır.
Bu düşmana karşı mücadele mümkündür ve zaten Türkiye işçi sınıfı halihazırda bu mücadelenin içerisindedir. Derdimiz tek tek mücadelelerin, kısmi ve kesimsel sınırlarını aşmasıdır. Bu ancak işçi sınıfının kendi sorunlarından yola çıkarak siyasete müdahale etmesi ve düşmanı karşısına almasıyla olacaktır.
Bugün ülkenin her tarafında gördüğümüz işçi mücadelelerinin ortak konusu ücret ve onur mücadeleleridir. Yani kölece çalışma koşullarına bağlı olarak ucuz emek gücü yığını haline getirilmeye itirazdır. Bu itirazı bizzat devletin merkezinden, bakanlıkları ve sermaye örgütleri tarafından organize edilen çalışma ve yaşam koşullarına itiraz olarak değerlendirmeli ancak gerçek düşmanı saklayan perdeyi kaldırmalıyız.
Yani doğrudan düşmanı karşımıza almalı ve bunu yaparken işçi sınıfının kendi kaderini eline alacak düzenekleri bugünden kurmalıyız.
İşçi sınıfının kendi kaderini eline alacak bir mücadele aynı zamanda işyerinde ve işçi örgütlenmelerinde “Söz, yetki ve karar çalışanlara” anlayışı doğrultusunda işyeri komite ve konseyleri fikrini hayata geçirmesine bağlıdır. Bu anlayışın hayata geçirilmesi için bu anlayışın ihtiyaç ve mümkün olduğu gösterilmelidir. İşte “İşçilerin Sesi” bu anlayışın imkanlarını göstermek için de görevini yerine getirecektir.
İşçi sınıfının bugünün Türkiye koşullarında en temel kalkış noktasını ve siyasetinin konusunu bu “ücret ve onur” kavgası oluşturacaktır. “İşçilerin Sesi” esas olarak bu kavganın sesi ve soluğu, yol ve hedef göstericisi olmayı hedefliyor. Sesi çıkmayan, sesi kısılmaya çalışılan emeğiyle geçinenlerin, İşçilerin Sesi daha gür çıksın diye yeni bir yola çıkıyoruz.
İşçilerin Sesi gazetesi 1. sayısı çıktı: “İşçinin isyanı kapıda”
♦️Özelleştirilmiş elektrik dağıtımı ve şirketler
♦️MESEM’lerde ucuz emek sömürüsü ve çocuk işçilik
♀️ Kadından kadına bir merhaba
♦️Patronların iş kanunu: Daha fazla esnekleştirme ve güvencesizleştirme pic.twitter.com/WRIdZ6GADL
— İşçilerin Sesi (@iscilerin_sesi) September 12, 2024
Sendika.Org