dem parti’nin dış ilişkiler komisyonu’nun lübnan’a yönelik saldırıların ardından yaptığı açıklamada birden fazla sorun var. komisyon, anlaşıldığı kadarıyla gelişmeleri batının anaakım medyasından takip ediyor. türkiye’deki muadilleri “bebek katili” gibi ifadeleri yaygınlaştırmış olan bu medyanın 7 ekim’le başlayan süreçle ilgili “haberlerinin” gerçek olmadığının kanıtlandığını, hatta bir kısmının israil yetkilileri tarafından dahi yalanlandığını hatırlatmak istiyorum
dem parti’nin dış ilişkiler komisyonu’nun lübnan’a yönelik saldırıların ardından yaptığı açıklamada birden fazla sorun var.
bunlardan ilki kavramsal; ortaya bir savaş durumu çıkmış olsa da israil’in amacı savaşı yaymak değil, işgalini genişletmek. kaldı ki, israil’le ilgili hiçbir gelişme ya da durum işgal kavramına başvurmadan açıklanamaz.
ikinci sorun bilgi kaynaklarında. komisyon, anlaşıldığı kadarıyla gelişmeleri batının anaakım medyasından takip ediyor. yoksa lübnan’a yönelik siber saldırıların israil tarafından yapılmasından bir “iddia” olarak söz edip -özellikle bir halkın sömürgeciliğe karşı mücadelesinden neşet etmiş bir parti olarak- “hamas’ın istediği şiddet sarmalı” gibi yüz kızartıcı bir ifade kullanılmazdı! türkiye’deki muadilleri “bebek katili” gibi ifadeleri yaygınlaştırmış olan bu medyanın 7 ekim’le başlayan süreçle ilgili “haberlerinin” gerçek olmadığının kanıtlandığını, hatta bir kısmının israil yetkilileri tarafından dahi yalanlandığını hatırlatmak istiyorum.
üçüncü sorun metnin tarihselliği dikkate almadan kaleme alınmış olması. bölgenin tarihine azıcık aşina olanlar bilir ki, işgal ve soykırım 7 ekim’de başlamadı. israil ikinci dünya savaşı’nın ardından, katliamlarla yürütülen bir etnik temizlik süreci, ve avrupa’dan yerleşimciler taşınarak tarihsel filistin’in demografik yapısının değiştirilmesiyle kuruldu. israil, “ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordu”dur, belirsiz olan sınırları işgalle günbegün genişlemiştir. israil’in silahlı “sivil” yerleşimcileri düzenli biçimde filistinlilere ait evlere ve toprağa el koyuyor. gözlerini tarihsel filistin’e 7 ekim’de çevirmiş olanlar bilmeyebilir ama aksa tufanı operasyonu, git gide artan şiddete karşı verilmiş bir cevap, tam aksi değil!
hamas’ın da hizbullah’ın da halkın oylarını almış partiler, hamas’ın, filistin solunun da içinde yer aldığı filistin direnişinin önemli örgütlerinden biri olduğunu hatırlatayım. şunu da unutmamak gerek. hamas 1987, hizbullah 1985’te kuruldu. ama israil 1948’den beri hem lübnan’a hem de filistin’e saldırıyor.
israil’e dönmek istiyorum.
netanyahu’nun başında olduğu, 1973’te kurulmuş olan aşırı sağcı likud partisi’nin 125 bin üyesi var. israil’in toplam nüfusunun 10 milyona yaklaştığını ve bunların ancak yüzde 73’ünün yahudi olduğunu da göz önüne alınca bunun ne kadar büyük bir rakam olduğu anlaşılabilir. netanyahu israil tarihinde en uzun süre -toplam 16 yıl- görev yapmış başbakan. bütün bunlara rağmen israil’in işgalci politikalarının netanyahu hükümetine mahsus olduğunu söylemek mümkün değil. netanyahu, halkın benimsediği, daha fazlasını istediği işgal, yerleşimci şiddeti, olağanüstü insan hakları ihlalleri vb. politikaları “başarılı” bir biçimde yürüttüğü için başbakan!
iki devletli çözüm uzun zamandır avrupa birliği’nin ve bugün kamala harris’in önerisi. devletlerden mevcut olanın yapısını daha ayrıntılı anlatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. filistin’in bir “devlet” olarak örgütlenmesi onun politikalarını nasıl değiştirebilir?
ayrıca, üstünde yaşadığımız toprakların en eski halklarından olan kürtlere ayrı bir devlet değil, demokratik özerklik öneren, “ulus-devlet paradigmasını” reddeden partinin -partimizin- yerleşimci sömürgeci bir oluşumun devlet olarak var olma hakkını benimsemesini anlamakta güçlük çekiyorum.
tarihsel filistin toprağında, her inançtan halkın birlikte yaşama zemini, tek bir demokratik filistin devletiyle mümkün; filistin solunun ve dünyanın birçok yerinde yaşayan siyonizm karşıtı yahudilerin önerisi de bu.
son olarak, partinin filistin direnişine, dünyanın her yerinde harekete geçen filistin halkının dostlarına ve bds hareketine dair tek bir cümle bile kurmayıp “israil’deki barış yanlısı tüm kesimler”e bir öneride bulunması üzerine düşünmeye değer bence. sanırım, rehinelerin geri alınabilmesi için netanyahu’yu ateşkes yapmaya davet etmek üzere yapılan gösteriler yanıltıcı oluyor. o kalabalık, yakınlarını geri almak, en genel anlamıyla soykırım politikasına direnişin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmamak için toplanıyor. türkiye’de tayyip erdoğan’a karşı olan herkes kürt halkının yanında olmadığı gibi netanyahu’ya karşı olan herkes de işgal karşıtı değil. buna karşılık 24 eylül akşamı, lübnan’a yönelik saldırıyı protesto etmek için tel aviv’de toplananlar, yani gerçek barış yanlıları birkaç yüz kişiyi aşmıyor! bu insanların türkçe bir metinden haberdar olma ihtimallerinin zayıflığı bir yana…
filistin halkı, barış değil, işgalin son bulmasını istiyor.
dünyanın her yerinde filistin dostları kendi hükümetlerini israil’i boykot ve tecrit etmeye zorluyor. türkiye’de de yükselen bu çağrı, filistin üzerinden yürütülen hamaseti de teşhir ediyor! partiye düşen de, dünyanın her yerindeki ilerici güçler gibi boykot çağrısını yükseltmek ve gözünü kulağını işgalcinin içinden gelen itiraza değil, direnişe çevirmek olur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.