Uyanma meselesi üstünkörü geçilemez. Hegemonyanın bugün geldiği aşama, ayık olduğunu sanan uyku müptelâlarının ironik mutluluğunu kutlamaktır. Hatta bunun eleştirisini dahi içerebilme kapasitesine sahip bir hegemonyadan ve buna paralel ilerleyen bir kültür endüstrisinden bahsediyoruz
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
(Gülten Akın’ın İlkyaz şiirinden)
Dünyanın hâkim düzenini değiştirmek isteyenler çok iyi bilir ki egemenler, şiddeti ve iknayı bir arada, hatta bazen birbirinin yerine bile kullanırlar. Genelde de şiddet yoluyla kırmızı çizgiyi gösterip, ikna ve rıza yoluyla da o çizgiye gelme istencimizi zihnimizden çalmaya çalışırlar. Bunun için büyük bir çaba gösterirler, bolca para harcar, araştırmalar yapar, sonuçlarını gözler ve zamanın ‘yeni’ ruhunu yaratmaya çalışırlar. Egemenlerin hegemonyası ne kadar güçlenirse özgürleşme istencimize o kadar yabancılaşırız. Hegemonik basınca karşı koyduğumuz ve başkalarının da karşı koymasına imkân yarattığımız oranda ise özgürleşmenin yolunu tutarız.
Cem Karaca’nın ünlü Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini şarkısından tercüme: Gazeteleri, televizyonları, zindanları, mahkemeleri, okulları, influencer rejimi, sosyal medya şirketleri, din kurumları… hepsi halka karşıdır. “Halka karşıdır” derken, halkın zenginleşmesine, refaha erişmesine, hakkı olanı almasına, halkın özgürleşmesine karşıdır diyor. Aslında şarkıdan hareketle saydığımız bütün bu kurumlar da halkın ve özgürleşmenin motor gücü olan biz; işçi sınıfının, kendi (sınıf) çıkarının bilincine erişmesine karşı gözlerimizin önüne inen bir perde ya da önümüze düşen bir gaz bombası gibidir. Perdeyi kaldırmak ya da önümüze düşen gaz bombasını yakalayıp karşıya iade etmek gerekiyor. Sömürenlerin hegemonyasına karşı mücadele, yani “karşı-hegemonya mücadelesi”nin resmi de buna benziyor. Şarkıda da böyle diyor: “Gazeteleri, dergileri, hepsi halka karşıdır.” ‘Onların gazeteleri’ halka karşıdır. Öte yandan sömürücülerin hegemonyasının karşısında konumlanan bir gazete ya da başka bir yayın yaratmak da mümkün ve -asıl önemlisi- gereklidir.
Karşı-hegemonya mücadelesi, saldırının karmaşıklığı ve çeşitliliğine paralel olarak çok boyutlu olmalı. Karşı hegemonyanın işleyişi, imkânları, sınırlılıkları ortaya konmalı. Bugünün karşı-hegemonya mücadelesinin kavramlarını üretmeli ve açığa çıkarmalıyız, odak noktalarını ortaya koymalıyız.
Karşı-hegemonya faaliyeti temelde fark etme ve fark ettirmedir. Belki de uyanma-uyandırma çiftine dönmek iyi bir çıkış noktası olabilir. Kıvılcımlı’nın kitabına isim olan cümleye atıfla: “Uyarmak için Uyanmalı, Uyanmak için Uyarmalı”. Kıvılcımlı’dan Gramsci’ye bu güzel bağlantı, karşı-hegemonya mücadelesinin pedagojik sorumluluğunun da altını çiziyor.
Uyku/uyanma metaforu; cumhuriyetçilerin, halkın büyük bölümünü “mevcut iktidar tarafından uyutulan, aptal” sıfatıyla kodlaması sebebiyle tabiri caizse epey ayağa düşmüş durumda. Yine de uyanmak, daha da önemlisi Adana ağzıyla ayık olmak, eşit-özgür bir dünyaya giden uzun yolda yürümek için gerekli 50+ korumalı güneş kremleridir.
Mevcut hegemonyanın karşısında söz ve eylem üretenlerin yaptığı ilk şey “uyarmak”tır. Sokak ajitasyonları, duyanların kayıtsız kalamayacağı şekilde, bir yarayı başka bir yaraya ve başka yarayı bir sonraki yaraya ve hepsini “yaraların yarasına” bağlar. Kişinin tek başına söylemeye korktuğu şeyi, bir şarkı nakaratında herkes söyleyiverir; böylece yayıldıkça yayılır halkın özgürleşme sözü. İyi bir devrimci hatibin videosu tekrar tekrar izlenir, komünist bir düzeni var etme hayali için duygular tazelenir, zihin toparlanır. Kadınların toplu isyan dansı dalga dalga büyüyüp polise dert olabilir, sadece rengârenk bir bayrak bile devletin kâbusu hâline gelebilir. Karşı-hegemonik akılla ya da bağlamla üretilen kültür ürünü; biçimi, içeriği, bağlamı ile ulaştığı, dokunduğu kişileri uyarır. Düşünceleri, duyguları harekete geçirir. Durumları sorgulatır, paslı noktaların WD-40’ı olur. Anlarız ki, kapitalist dünyanın sınırlarından taşmaya muktedir aşklar da vardır, özgürlüğü kaldırım taşlarının altında arayan bir kolektif cesaret de. Yeter ki, uyarmak isteyen(ler) uyanmayı kafasına koysun.
Yılmaz Güney’in mektubundaki o ünlü bölümü hatırlayalım:
Her şeyi yeniden düşünüyorum… Sevgilerimi, nefretlerimi, arkadaşlarımı, dostlarımı, düşmanlarımı, filmlerimi, iyileri, kötüleri, tarihi, coğrafyayı ve sanat anlayışımı… Her şeyi yeniden düşünüyorum, yeniden kuruyorum değerler dünyamı.. Batıyı, doğuyu, cumhuriyeti yeniden düşünüyorum… Yeniden bakıyorum aynadaki yüzüme… Bir hesaplaşma içindeyim kendimle ve hesaplaşma gereği her gün yeniden sarsılıyorum. Sarsılmadan, yıkılmadan değişmenin imkânı yok çünkü. Yıkıp yeniden yapıyorum kendimi…
Hegemonyanın karşısında üretim yapan sanatçılar ve kültür insanlarının asıl işi budur: uyarmak. Sadece “halkı bilinçlendirme” sınırlılığında düşünmeyelim bunu. Kelimenin anlamı biraz daha genişlemeli: Toplumdaki eşitlikçi, özgürlükçü damarları uyarmak… Toplumsal özgürleşme mücadelesinin öznelerini uyarmak… Kültür insanlarını uyarmak, devrimci duyguları uyarmak, tartışma zeminlerini uyarmak… Ve tabii bir de kendini uyarmak… Böylece yukarıdaki ara başlığın diyalektik tamamlayıcısı da girer devreye: “Uyarmak için uyanmak gerekir.” Bunu bugün yeniden yazma olanağı olsa herhalde şöyle yazardık: Uyarmak için uyanmak ve yeniden uyanmak, ayık kalmak için özgürlüğe giden köprülere dört gözle bakmak, kandırmaca tabelalara kör kalmak gerekir.
Uyanma meselesi üstünkörü geçilemez. Hegemonyanın bugün geldiği aşama, ayık olduğunu sanan uyku müptelâlarının ironik mutluluğunu kutlamaktır. Hatta bunun eleştirisini dahi içerebilme kapasitesine sahip bir hegemonyadan ve buna paralel ilerleyen bir kültür endüstrisinden bahsediyoruz. Black Mirror ilk sezon ikinci bölümünde (15 Milyon Hak) ana karakter Bing, TV’deki pop star türü bir performans yarışma programında, jüriyi intihar etmekle tehdit edip kitleye konuşma yapar: “Siz her şeyin sahte olmasını istiyorsunuz. Sahte gıda satın alıyoruz. Burada gerçek bir şey gösterin, gösteremezsiniz (…)” Jürinin zor durumda kalacağını düşünen izleyiciler olarak, jürinin Bing’i alkışladığını ve bu anlattıklarıyla aynı kanalda program yapmasını önerdiğini izleriz. Sistemin muhalefeti ne kadar kolay içerebildiğini izlememize rağmen, gerçekle ilgili şüpheciliğimiz ve gerçeğe ulaşmadaki isteksizliğimizin arttığını da görürüz. Olası tepkilerimizi sürekli paranteze alarak insanı, duyarlılıklarına yabancılaştırma ve tepkilerimizi etkisizleştirme çabasıdır bu aslında. İşte tam da zihnimizi bulandıran bu gaz-toz bulutunun içinde belirir çıkış yolu: Düzeni yıkmayı hedeflemeyen ve düzeni yıkma mücadelesi ile buluşamayan eleştiri, düzeni güçlendirir.
Gramsci’nin karşı-hegemonyasına bir de buradan bakmak isabetli olacaktır. Karşı-hegemonya fikri, hegemonik olan düşüncelerin karşısına dikilen ve onları yenmeye çalışan bir pratikle sınırlı değildir. Karşı-hegemonya, mevcut hegemonik düşüncelerin hangi altyapıya hizmet ettiğini gösteren, fikir ve eylemiyle de başka bir altyapının mümkün olduğuna işaret eden bir fikir-eylem bütünlüğüdür.
Bu yıkıcı fikir-eylem bütünlüğüne dair tartışma yazılarına devam edeceğim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.