“Tüketim toplumuna zerre katkısı” olmayan sokak canlıları alışverişe gitmeyerek, mülk edinmek için banka kredisi kullanmayarak, arabasını sigortalatmadan sadece belli bir bölgede yaşayarak vb. doğal ve biyolojik davranışları nedeniyle “çöp kovası medeniyetine” zarar veriyorlar. İşte bağışlanmaz suçları
19. ve 20. yüzyıl kapitalizmi kullanım değeri üzerinden şekillenirken yirmi birinci yüz yıl kapitalizmi sistemini mülkler/metalar/tüketimler döngüsüyle derin bir kara deliğe sürükleyerek sürdürüyor. Kendince yarattığı statü mutluluğunu sahip olma istencini başta barınma hakkı olan evlerimizi, ulaşım hakkı olarak ise kişisel ve pahalı arabalar satarak vergilendirebileceği ne varsa “mülkleştiriyor”. Meslekleri metalaştırıyor. Metalaştırdığı her ürünü ise çılgınca tüketmeye çöp kovasıyla buluşturmaya yönlendiriyor.
Tüketim toplumunun varlığı nesnelere ihtiyaç duyar. Her türden nesne ya da nesneleştirilmiş hizmetler eğitim sağlık gibi tüketim toplumunun varlık sebebidir. Ancak kolay tüketilemeyen uzun vadeli kullanımı olan nesneler (ev, arazi, tarla, araba vb) için ise vergi sistemi/rantlaştırma/kentsel dönüşüm ya da rezerv alanı adı altında tüketimin rasyonelliği sağlanıyor. Böylelikle çöp tenekesi uygarlığının geleceği garanti altında tutulacaktır.
Dilan Polat ve benzerleri gibi “savurganlığın tüketim idolleri” yasalarla çelişse de kapitalizmin savurganlığıyla çelişmezler. Sermayeyi asla temsil etmedikleri gibi Türkiye ekonomisinin bozulma nedeni değillerdir. Ancak yine de sermayenin günah keçileri olmak öfkeyi paratoner etmek durumundadırlar. Yüzde 80’i ipek olan bir elbisenin bir gün giydikten sonra çöp kovasına gönderilmesi ya da altından kahve içmek kapitalizmin altın çocuklarının davranış biçimleridir. Al, kullanma, çöp kovasına at. Devamlı tüket. Çevrimsel olarak devamlı tüket. Dahası sen zahmet etme, kapına kadar getiririz kolaylığı kapitalizm açısından tüketimin ne derece önemli olduğunun göstergesidir. Bu hızlı döngü çöp kovası medeniyetinin anayasasıdır.
Günlük yaşamın temel ihtiyaçlarını yöneten mucizevi düşünce biçimi yerine tüketimi yöneten “büyülenmiş bir düşünce biçimi kapitalizmin sihirli değneğidir”. Çarşı pazardaki kaos yerine alışveriş merkezlerindeki (AVM) çelişkilerin ortadan kaldırıldığı bir sistem icat edilerek tüketim toplumuna, “ne ararsan var, yeter ki gel, tüket ve çöp kovasına at” kolaycılığı sağlanmıştır.
Üstelik AVM’ler aynı zamanda kültürel tüketimi de unutmamışlardır. Kültürel bir düşünce biçimini oluşturmak ve varlığı klasikleşecek sanat eserleri yaratmak yerine tüketim nesnesi olan sanattan sinema filmlerine ve kitaplara kadar ne ararsan var diyerek kültürel alandaki tüketim yozlaşmasını da unutmamıştır. Herkes artık çok rahat Kierkegaard, Albert ya da Simone de Beauvoir alıp okuyabildiğine göre “toplumsal varoluşçuluk” da sağlanmış olmalıydı. Ancak varoluşçuluğun yerine tehlikesiz olan ve örgütlenmediği müddetçe adı kamuoyu olacak kitlesel çevrimiçi tüketim döngüsü şimdilik emin ellerde.
Toplumsal çelişkinin özü olan farklılaştırma AVM’ler sayesinde ortadan kaldırılarak “toplumsal eşitlenme” sağlanmış ve görünür çelişkiler tüketici kimliğinde sabitlenmiştir. Çünkü tüketildiği müddetçe sınıfsal bir çelişki asla var olmayacaktır. Tüketilmediği müddetçe ise sınıfsal varlık çöp kovası medeniyetini tehdit etmektedir.
Sabırla buraya kadar okuyan okur, sokak canlılarıyla tüketimin ne alakası var diye düşünebilir. Ve bu yazıya dolayısı ile yazara kızabilir de. Ancak yazıya yukarıdaki kısa tüketim toplumu girişi ile başladım. Çünkü “tüketim toplumuna zerre katkısı” olmayan sokak canlıları alışverişe gitmeyerek, mülk edinmek için banka kredisi kullanmayarak, arabasını sigortalatmadan sadece belli bir bölgede yaşayarak vb. doğal ve biyolojik davranışları nedeniyle “çöp kovası medeniyetine” zarar veriyorlar. İşte bağışlanmaz suçları.
Her evin yemeğinin artanından ya da kısıtlı bütçesine rağmen hala tekelleşmemiş mama satan dükkanlardan alınan mamaların sokak canlılarıyla paylaşılması gibi düşük vergilendirme ve düşük tüketim sistemine bağlı bir yaşam elbette tüketim tanrıları tarafından kabul edilemez. Mama lobisi diyerek katliamı savunanların esas su taşıdıkları adres bizzat tekelci ve tıpkı uzun süre vergilendirilebilecek ve uzun süre yüksek fiyatlarla tüketimin sağlanacağı (buna sokak canlıların öldürülmesi, üretilmesi, satılması da dahil) merkezlere ihtiyaç vardı. İşte “sokak canlılarını koruma kanunu” tüketim tanrılarının ihtiyaçlarının giderilmesi için çıkarılmış bir yasadır.
Sokak canlılarının savunulması ve tüketim tanrılarının kanlı ellerine bırakılmaması için ilk iş bu yasanın varlığını tümden ortadan kaldırmak olmalıdır. Çünkü “tüketim toplumu tüm metalarda olduğu gibi insan dışı canlıları da hevesi kadar sevebilmekte ve kullandıktan sonra rahatlıkla sokağa atabilmektedir. Çöp kovası medeniyetinin altın çocukları Dilan Polatların başka başka versiyonları ne yazık ki tüketimi bir “yaşam modeli”, bir “mutluluk arayışı” olarak içselleştirdiklerinden tüketimin geri dönüşümünden hiçbir rahatsız duymayacaklardır.
Çöp kovasına gitmeyen ya da vergilendirilmeyen ya da sömürülmeyen diğer biçimiyle mülkler/metalar/tüketimler çağımız için anlam ifade etmemektedir. İnsan dışı canlı varlıklarla ilgili bir sonraki adım Almanya örneğinde olduğu gibi evde yaşayan insan dışı canlıları da vergilendirmek olacaktır. Şüphesiz böylesi bir duruma kılıf hazır: Barınaklara ödenek. Tıpkı deprem vergilendirmelerinde olduğu gibi. Ancak bu vergilendirmeler tabii ki doğru yerde ve doğru zamanda kullanılmayacaktır. Denetlenmesi bir tarafa, nereye harcadın sorusuna dahi kulak tıkanacaktır. Sokak canlıları özelinde ve diğer tüm yabani ya da evde sömürülen canlıların üzerindeki kanlı sömürü sistemi iktisadileştirilmiş ve piyasalaştırılmış her şey gibi (avcılık, kesim, taşımada kullanma vs.) doğrudan sınıfsaldır.
Tüm çözüm önerilerine açık olmakla beraber yürütülmesi gereken esas mücadele odağı yasanın iptalidir. Sokakların mülksüzlere iade edilmesidir. Ve dahası sokak canlıları ve tüm canlılar üzerindeki uzlaşmaz çelişkileri görünür kılmaktır. “Farklılıkların” negatif anlamda, yani yok etme öldürme anlamında, eşitlenmesini önleyecek “politikleşmiş eşitliği reddetmek,” tüketim tanrılarına canlıları, ekolojiyi ve toplumsal vicdanı teslim etmemek birincil görevimiz olmalıdır.
Muhtaç olduğumuz kudret asil zekalarımızın tüketimin büyüsüne kapılmayacak hücrelerinde gizlidir.
Kısırlaştır.
Aşılat.
Yerinde birlikte yaşat.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.