Türkiye’nin Milli Mücadele tarihi pek çok çalışmaya konu olmuştur. Ama konuya Marksist açıdan bakan incelemeler sınırlı sayıdadır. Sungur Savran, Bir “İhtilal olarak Milli Mücadele” kitabında Türkiye’nin 1918-1923 yılları arasındaki dönemini; Ekim Devrimi’nin yansımaları, Sovyet Rusya’nın desteği, liderliğin ve yerel kongrelerin devrimdeki rolü ve etkinliği, sınıflar arası ilişkiler gibi temalar ışığında Marksist metodoloji aracılığıyla çözümlüyor ve ortaya yeni hipotezler atıyor. Yapıt, sadece tarihsel gerçeği anlamak için değil, şimdinin ve geleceğin gerçeği üzerinde de düşünmek ve geleceği şekillendirmek için tartışılması ve geliştirilmesi gereken bir kılavuz niteliği gösteriyor
Türkiye’nin Milli Mücadele’si ana akım tarihçilerce; lider kültü çerçevesinde, batı tarih yazımı dikkate alınarak, toplumsal koşullar ve sınıfların etkilerinden bağımsız olarak ele alınmaktadır. Bu da eksik ve çarpıtılmış bir tarih ve gelecek tasavvurunu doğurmaktadır. Sungur Savran’ın kitabı, 1918-1923 yılları arasında cumhuriyetin ortaya çıkış koşullarını sınıf çelişkilerini esas alarak anlatıyor. Dönemin olayları, ana aktörleri ve onların aralarındaki çelişkilerin sınıfsal niteliği üzerine vurgu yapılıyor. Türkiye’nin saltanat ve hilafete dayanan bir imparatorluktan modern bir cumhuriyete geçiş koşullarının bir ihtilal aracılığıyla nasıl yaratıldığına odaklanıyor. Bütün bunlar Ekim Devrimi’nin Milli Mücadele’ye yansımaları ve etkileri çerçevesinde anlatılıyor.
Savran, kitabına Türkiye’de Milli Mücadele’nin kazanılmasında önemli etkenlerden birinin Rusya’daki Ekim devriminin zafere ulaşması hipotezini ortaya atarak başlıyor. Ekim devrimi; Almanya, Avusturya, Macaristan, Finlandiya, İtalya, İskoçya gibi Avrupa devrimine esin kaynağı olmuştur. Bunun yanı sıra dünya devriminin ikinci coğrafyası, Ortadoğu’dur. Mısır’ın ardından Irak, Suriye, Filistin, Fas ve İran’da Gilan devrimlerle sarsılmıştır. Türkiye’de 1918’de başlayan devrimci dinamiği de bu kapsamdadır. Ekim Devrimi etrafında gelişen devrim dalgasının üçüncü boyutu Asya’da Çin’dir.
Bolşevikler ve Komintern’in sömürge ülkelere ve özel olarak da Müslüman halklara yönelik politikalar geliştirdiğine vurgu yapan Savran, Komintern’in 1920’de toplanan ikinci kongresinde ulusal sorun üzeine tezlerine değinir. Komintern, sadece proleter devrimlerin değil, ulusal devrimci karakter taşıyan önderliklerin yönettiği hareketlerin de desteklenmesini genel bir politik ilke haline getirmişti. Sovyet Rusya ile Anadolu hükümetleri arasındaki ilişkiler, geçici iniş çıkışlar dışında bu ilke temelinde yürütülmüştür. Milli Mücadele boyunca Mustafa Kemal ile Sovyet Rusya ittifakı bilinen bir husustur. Bu ittifakın nesnel temelini Savran, “uluslararası iç savaş” kavramıyla tanımlıyor. Ekim Devrimi’nin ardından altı ay sonra başlayan iç savaşta beyazlara, yani karşı devrime on dört devlet destek vermiştir. 1918-1921 arası yani Milli Mücadele’nin temellerinin atıldığı ve Yunanistan işgal güçleriyle savaşın ön koşullarının oluştuğu dönemde modern toplumun iki ana sınıfı olan burjuvazi ve proletarya arasında uluslararası bir iç savaş yaşanmaktadır. Türkiye burada ya geç Sovyet Rusya ile ittifak kuracaktır, ya da emperyalizme teslim olacaktır. Sovyet Rusya’nın silah, mühimmat ve para yardımı olmaksızın Ankara hükümetinin Yunanistan’a karşı savaşı kazanacağı düşünülemezdi. Ayrıca Yunan Komünist Partisi’nin (KKE) devrimci bozguncu politikası da Yunan ordusunu içerden felç etmeye yönelik adımlarıyla Anadolu hareketinin Yunan ordusu karşısındaki zaferinde önemli bir rol oynamıştır. Savran, Mustafa Kemal’in Bolşevizme yakınlık göstermesini Havza’da bir Sovyet yetkili ile görüşme yapmasına bağlar. M. Kemal, Amasya toplantısı öncesi Kazım Karabekir’e yolladığı şifreli telgrafta Bolşevizimin memleket için sakıncalı olmayacağını belirtir. Savran; M. Kemal’in Anadolu’da silahlı mücadele yoluyla kurtuluş fikrine Havza’da Sovyet temsilcisiyle (belki de günler boyu süren) görüşmesinden sonra ikna olduğu sonucuna ulaşıyor.
Savran’a göre tartışılması ve araştırılması gereken çok şey olsa da, kesin olarak görülmesi gereken, M. Kemal’in genel olarak halka kararlı biçimde silahlı mücadele azmini açıkladığı ilk belge Amasya Tamimi’dir. Bu belge kabul edilirken Bolşevikliğin de kabul edilebileceğine dair karara işaret eder.
Yeni devletin oluşumunun mantığının M. Kemal’in kafasından çıkmadığını belirten Savran, Milli Mücadele’yi günün ihtiyaçları karşısında pratik içinde toplumun kendi içinden geliştirdiği biçimlerin ulaştığı doruk olarak görür. Ayrıca, 19 Mayıs’tan sonra M. Kemal Anadolu hareketini örgütlemeye girişmeden önce Anadolu’da ve Rumeli’de yerel halkın örgütlediği yaygın bir direniş ağının oluşmaya başladığını söyler. O dönemde çok yaygın olarak yapılan kongreler bir yanda saray hükümeti öte yanda da yerel örgütlenmeleri içeren bir ikili iktidarın (padişah iktidarı ve milli egemenlik) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yerel kongrelerin bileşimine bakıldığında da devrimin tepeden ve kitlesiz yapıldığından bahsetmektedir. Türkiye’nin ikinci burjuva devrimi (birincisi 1908 meşrutiyetidir), yalnızca üst sınıfların yaptığı, eski düzenin hakim sınıflarının da sürece mümkün olduğunca katıldığı kendine özgü bir tepeden devrimdir. İkili iktidar durumunu ortaya çıkmasıyla elbette M. Kemal bir önder olarak işin içine girecektir, ama unutulmaması gereken husus, önderlik ekibinin de hakkını vermek olacaktır. M. Kemal’in yanı sıra bu ekibin içinden başta Kazım Karabekir olmak üzere, Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Başgil gibi unsurlar vardır. Bunlara daha sonra Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü gibi subaylar katılacaktır.
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi (BMM) Ankara’da açılır. Ertesi gün de Meclis’in içinden seçilmiş bir hükümet kurulur. Böylece Osmanlı’nın Misak-ı Milli ile çizilmiş sınırları içinde iki hükümet vardı: İstanbul’da padişahın hükümeti ve Ankara’da milletin hükümeti. İkili iktidar resmileşmiş ve doruğuna ulaşmıştı. Savran burada bir uyarıda bulunur. Buradaki “milli” Milli Mücadele’nin akla gelen iki Milli’sinden farklıdır. Ne Osmanlı’daki millet sisteminin Ermeni’si, Rum’u ile öteki milletlerine göre tanımlanmış bir Türk ya da Müslüman milletini, ne de İngiliz, Fransız, İtalyan’a, yani düvel-i muazzamaya karşı tanımlanmıştır (anti-emperyalist). Milletin iradesini Sultan’ın iradesinin karşısına çıkaran Milli’dir bu. Savran’a göre; Milli Mücadele 19 Mayıs’ta M. Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla başlamamış, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır imzalanmaz Edirne’den Kars’a kadar Müdafaa-i Hukuk ve benzer adlarla kurulan cemiyetler, bunların düzenlediği kongreler ve bunların Kuvayi Milliye adı altında gerilla savaşı tarzında silahlanmaları sonucunda doğmuştur. Anadolu mücadelesini M. Kemal ittihatçı kadrolara yaslanarak yürütmüş, bir kısmını zamanla kendi yanına kazanmış, kazanamadıklarını da zamanla tasfiye etmiştir. M. Kemal’in kendisi de İttihatçı kökenlidir. Ama Enver Paşa ile çatışması ve rekabeti dolayısıyla olsun, savaş sırasında Almanlara aşırı bağımlılığa karşı çıkmasından dolayı olsun zamanla İttihatçılıktan uzaklaşmıştır.
Savran, o dönemde önemli bir figür olan Türkiye Komünist Fırkası (TKF) lideri Mustafa Suphi’nin faaliyetleri ve katledilmesini de inceliyor. Savran, Mustafa Suphi ve 15’lerin katlinin azmettiricisinin M. Kemal ve arkadaşları olmadığını, Enver Paşa ve çevresinin olduğunu öne sürüyor. Ancak 15’lerin İttihatçılarca katledilmiş olmasının Ankara hükümetinin, Kemalizmin, onun temsilcilerinin suçunu ortadan kaldırmadığını savunuyor. Savran’a göre; Ankara hükümetinin başındaki M. Kemal ve Ankara hükümetinin bölgedeki en güçlü temsilcisi Kazım Karabekir’in, bu cinayete uygun ortam yaratmaları dolayısıyla feri olarak suçlu olduklarını vurgular.
Savran’ın tezlerini özetlersek; Milli Mücadele’yi M. Kemal başlatmamıştır. Hem M. Kemal, bir ekiple birlikte hareket etmiş hem de Çerkez Ethem ve Enver Paşa gibi aktörler ciddi rakip olmuşlar, M. Suphi ise ciddi bir potansiyel oluşturmuştur. Milli Mücadele aynı zamanda ülkenin bağımsızlığını sağlama görevini yerine getiremeyen Osmanlı padişahı ve İstanbul hükümetine karşı da bir savaştır. Milli Mücadele yalnızca yabancı orduların yenilgiye uğratılması değildir. Aynı zamanda Osmanlı saltanatının karşısında bir ikili iktidarın kuruluşu başka bir devletin adım adım inşa edilişi, bu yeni devletin sonunda eski devletin yerini alması sürecidir, yani bir devrimdir. Bu devrim, genç proleter Sovyet Rusya devleti ile İngiliz emperyalizmi arasındaki uluslararası sınıf savaşının bir parçası olarak görülmelidir. Burjuvazinin hakimiyetinde başlayan devrim kitlesiz bir devrim olarak yaşanmıştır. Devrim, sosyalist bir devrime dönüşebilir ve bir işçi köylü hükümeti kurulabilirdi. Kuvayı Milliye’nin temsil ettiği köylü partizan orduları ile Ankara burjuvazisi arasındaki çelişki, Çerkez Ethem’in Yeşil Ordu’ya katılmasıyla birlikte büyümüştür. Eğer TKF zamanında ve doğru yöntemlerle müdahale edebilseydi Türkiye belki de Sovyetleşebilirdi. Ancak Çerkez Ethem ve diğer güçlü Kuvayı Milliye önderlerinin tasfiyesi bu olasılığın önünü kapatmıştır. Mustafa Suphilerin, İttihatçılığın Enver Paşa kanadınca öldürülmesi ise Kemalizmin elini daha da güçlendirmiştir.
Milli Mücadele’ye Marksist açıdan yaklaşan, süreci burjuva devrimi olarak analiz ederek yeni hipotezler ortaya atan Savran’ın kitabı, üzerinde düşünülmeyi ve tartışılmayı hak ediyor. Kitabında belirttiği pek çok boşluğun ve ihmal edilen kritik konuların da yeni bilgi ve belgeler ışığında tamamlanması gerekiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.