Kapitalizmin katıksız hurafelerinden ve onun mülk seviciliğinden gerçek anlamda bir kopuşu örgütlemek ancak ve ancak insan dışı canlılar (buna ekosistem de dahil) üzerine kurulmuş sömürüye karşı duruşla mümkündür
AKP nihayetinde “hayvan hakları” ile ilgili yasayı tüm negatif yönleriyle Meclis’e getirdi. Birçok muhalif, konunun teknik, bilimsel, ahlaki ve uzmanlık yönlerini iletişim mecralarında paylaşıp pozitif katkı sundu ve ciddi bir kamuoyu bilincinin yaratılmasının önünü açtı. (Bir tek yasayı hazırlayan AKP bu pozitifliğe karşı direniyor.) Yeterli mi? Elbette değil. Ancak hemen enseyi karartmayalım. Türkiye de hayvan hakları mücadelesi birçok olumsuzluğa rağmen toplumsallaşmayı ve “hayvansallaşmayı” başarmış birikim ve mücadele deneyimleriyle zenginleşmiş toplumsal muhalefet alanlarındandır. Gerçek anlamıyla muhalif ve dinamiktir. Aktivistleri fiili-meşru mücadele verir. Bu mücadelede emeği geçenlerin hakkını teslim etmek gerekir.
Hayvan hakları mücadelesini sadece insan dışı canlıların yaşam hakkı mücadelesi olarak değerlendirirsek önemli bir ayağı boş bırakmış oluruz. Hayvan hakları mücadelesi aynı zamanda üretimde ve tüketimde “kültürel bir birikimin” beraber örgütlenmesi gereken mücadele alanıdır. Başta insan dışı canlıların yaşam hakkına saygı duyulmasının yanı sıra insanın diğer canlılarla olan yaşama ilişkisinde ve ortak kültürün örgütlenmesinde de önemi vardır. Kapitalizmin mülk edinme (sahiplenme) saldırısı; “mülksüzleştirilmiş”, sokağın komün olarak sevdiği ve birlikte yaşadığı, su ve besinini paylaştığı, soğuk kış günlerinde kapısını açıp içeri aldığı, insan dışı canlılarla birlikte renkli ve çok çeşitli yaşama saldırıdır. Böylesine renkli ve çok ırklı yaşam alanı hurafelerle, akıldan ve bilimden uzak söylemlerle geriletilmek isteniyor. Hem de en acımasız şekilde. Ne olduğunun asla farkında olmayan bir canlıya bir tercih hakkı sağlanıyormuş aldatmacasıyla. Adına da “ötenazi” denerek. Topluca katletmenin yolu açılmak isteniyor. Bu katletme biçimi sadece insan dışı canlıları kapsamıyor. İnsan dışı canlıları “metalaştıran” (sahiplendiren) anlayışın asıl amacı doğrudan insan ve doğa ilişkisini kopartarak insanı kendine yabancılaştırmayı da amaçlıyor. Dolayısı ile sosyalistler sadece gıda-mal-üretim-tüketim ilişkileri içinde kalmamalıdırlar. Yeni insanı yaratmak için insan dışı canlıları, doğa ve üretim ilişkilerini bir arada yaşama ve beslenme tercihlerini yeniden gözden geçirmeli ve ona göre bir strateji geliştirmelidirler.
Farkındalık belirli mücadele deneyimlerinden doğar. Mesela “sokak canlarının yaşam hakkı” mücadelesi insanlığın ortak değerlerini savunma mücadelesidir. Bu mücadelenin nitelikli eğitim ve sağlık hakkı mücadelesiyle senkronize edilmesi kapitalist birikimin gerekliklerine yönelik cephesel bir duruş sergilemektir. Ve her muhalif cephe kapitalizmin krizini derinleştirir. Onu teşhir eder ve toplumsallaşmasının önüne barikat olur!
Kapitalizmin katıksız hurafelerinden ve onun mülk seviciliğinden gerçek anlamda bir kopuşu örgütlemek ancak ve ancak insan dışı canlılar (buna ekosistem de dahil) üzerine kurulmuş sömürüye karşı duruşla mümkündür.
Mülksüzleri savunacağız. Nefretin güzergahında yürümeyeceğiz. Katı yargıları gemleyip dizginleyeceğiz.
Yeryüzünü seveceğiz ama yeryüzünde yaşayan tüm canlılarla birlikte.
Yerinde yaşat.
Sokağındaki canlara sahip çık.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.