Sınıfsallık vurgusunun yaygınlaşmasından rahatsız olan kimi solcuların ince bir durumu da var bu rahatsızlıklarını tetikleyen. O da solun sınıfsal peyzajında en yoksullardan epey bir uzaklaşmanın sübut etmesi ve solun giderek bir kültürel cemaat görünümüne kavuşmasıdır. Bu sebepledir ki doğru olan sınıfsal bazı çıkarımlar dahi tepki çekebiliyor
Söylemler bir öncül olarak siyaseti kurar fakat siyasal alanın tamamen söylem üretmeyle kaplanması siyasetin sonuna geldiğimiz anlamına gelir. Semboller, sloganlar, jenerikler, jestler, yazılar, şakalar, şiirler, şarkılar, bildiriler ve yaşam tarzımız. Siyasi duruşumuzu dosta düşmana göstermeye yarayan göstergeler sadece bunlar artık. Geri bulduğumuz protesto kültürünün dahi yerinde yeller esen bu dönemde eylemlilik tatlı bir nostalji derekesine inmiş durumda.
Marksist hareket (doğrusu Marksist hareketin bir bölüğü) feminist hareketi ve LGBTİ hareketini muhtelif olumsuz çağrışımları olan “aktivizm”le eleştirirken, kendisi eleştirdiği bu pozisyonun ilerisinde bir şey üretebiliyor değil. İşçiler ve öğrenci gençlik içinde yer yer özgün de olan çalışmalarıyla bu sıkışmışlığı aşmaya çalışan birkaç yapıyı istisna tutuyoruz. Lakin tespit için âlim olmak gerekmediği ortada: Sosyalist hareket bugün bir durgunluk hatta gerileme dahi değil bir tükenme iklimi içinde varlık yokluk savaşı vermektedir.
Mesele buraya gelince sık sık ülkede ortamın sosyolojik/siyasal açıdan aslında örgütlenme için uygun olduğu fakat solun beceriksiz ve atıl olduğu söylenir. Ancak bu söylenirken devrimci hareketin tarihsel seyri içinde bugüne nasıl geldiği/getirildiği ve memlekette sağın ideolojik hegemonyasının kesif karakteri atlanır. Elbette sosyalist solun eleştiriden azade olması gerektiği gibi saçma bir yere sözü getiriyor değiliz. Fakat devrimcilerin kıyımlardan geçtiği bir dönemin arkasından gelen uzun AKP iktidarında toplumun tüm sınıfsal ve sosyal katmanlarıyla ne hâle geldiği her an göz önünde tutulmalı. Hâl böyleyken en doğru teori ve pratiğin dahi toplumda karşılıksız kalma riskiyle mündemiç olduğu sakınmadan teslim edilmeli. Bunu tabii ki mücadeleyi tatil etme ya da onu gereksizleştirme argümanı olarak sunmadık, sadece ülkedeki kaotik ve karanlık tabloyu netleştirme derdindeyiz.
Son bozkurt işareti mevzuunda da bu vaziyet son derece açık bir biçimde ortaya çıktı zaten. Büyük ölçüde mankurtlaştırılmış, egemen ideolojiye gönüllü köle hâline getirilmiş bir toplum var. Solun geleneksel tabanında bile tutunamadığı, asgari demokratik söylemlere dahi çok az kişinin gönül indirdiği, faşist/şoven/gerici ideogramları kamu ve millet malı yapma hamlesinin başarılı olduğu ortada.
Burası çok uzun yaşamış büyük bir imparatorluğun vârisi olan, Sevr travmasını yaşamış, sonradan zorla da olsa ulus devlete dönüşmüş özel bir ülke. Milliyetçilik burada her zaman zaten güçlüydü. Onca parçalanma, kırım, savaş ve asimilasyon politikasına karşın kalan topraklar içinde hâlâ derin bir ulusal sorunun olması da bu kitlesel şovenizmi diri tutan bir başka etken. Fakat nesnesi ve tanığı olduğumuz -Gezi’den beri öznesi olamadığımız- şimdiki dönemin yepyeni, farklı bir dönem olduğu tartışmasız bir gerçek.
Bu dönemi özel ve yepyeni kılansa en basit tabirle -devrimcisizlikten de öte- solsuzluktur. Her ne kadar bugünlerde solda bir 2000’ler nostaljisi yapılıyorsa da solun az çok bir özne olabildiği son dönem, “Küçük ‘70’ler” diye de adlandırabileceğimiz ‘90’lardır. 2000’ler/2010’ların ilk yarısı bugünlere göre en azından elde okulları, mahalleleri, işkollarını, daha kitlesel bir militan kaynağını ve daha diri sendikaları tutarak kuşkusuz daha iyiydi ama sadece o kadar. İtirazlar gelse de bugünleri sol adına ‘68’den sonraki en kötü süreç olarak tanımlamak zorundayız. 1981-87/88 arasını saymıyorum. Ki erken seksenlerde de Kürt hareketinin yükselişi vardır.
Yer yer bağlamsız da olsa “sınıfsaldır” söyleminin yaygınlaşmasının tıpkı sosyal medya gibi hem olumlu hem olumsuz yanları var. Olumludur çünkü asgari bir duyarlılığı ve işlenebilecek bir cevheri gösterir. Olumsuzdur çünkü bu kadar bağlamsızlaşması sözün ağırlığına zeval verir ve onun içini boşaltır. “Sınıfsaldır” demek “günaydın” demek gibi bir ritüel hâline gelir ve sıradanlaşarak mana yitirir, içerik kaybeder. Yani Beşiktaş Çarşılıların sol yumruk kaldırarak “Gündoğdu” okuması gibi düşünülebilir bu. İyidir, zira solun -şimdilerde epey zayıflamış olan- kültürel/ ahlaki/ toplumsal hegemonyasını hatırlatır. Kötüdür çünkü uğruna al kanlara boyanılanın Beşiktaş olması iyi bir şey değil.
Yani problem her şeyin sınıfsal olup olmamasından ziyade, sınıf mücadelesinin bu kadar geri çekildiği bir dönemde sınıfsallık vurgusunun artık karikatürleşmiş biçimde geniş kesimlerce -sosyal medya mecrasında- sürekli tekrarlanması. İçerik boşaltıyor bu durum ve ciddiyet bulandırıyor.
Yine de şunu da söylemeliyiz ki sınıfsallık vurgusunun yaygınlaşmasından rahatsız olan kimi solcuların ince bir durumu da var bu rahatsızlıklarını tetikleyen. O da solun sınıfsal peyzajında en yoksullardan epey bir uzaklaşmanın sübut etmesi ve solun giderek bir kültürel cemaat görünümüne kavuşmasıdır. Bu sebepledir ki doğru olan sınıfsal bazı çıkarımlar dahi tepki çekebiliyor. Arkadaşlarınızla bir hafta sonu Mogan gölü kenarında piknik yapmanız değil ama anneannenizin bayramda likör ikram etmesi ya da dedenizin Dil Tarih mezunu olması da elbette sınıfsaldır. Ve hayır, Cumhuriyet herkese eşit şans falan da vermedi. Erken cumhuriyet zaten imkânları çerçevesinde böyle bir eşitliği istese de veremezdi. Hangi ilçeye ne zaman lise, hangi köye ne zaman okul, elektrik gittiği bellidir. Zaten bu tip bir devlet olumlamanın da nihayette nereye varacağı malumdur.
Bütün hayatı, siyaseti, muhalefeti sadece AKP karşıtlığı üzerinden kuranlar, refleksleriyle AKP’nin siyasi bir ikizi hâline geliyorlar. Bu şekilde gidilecek yolun Facebook’taki 2002 öncesi nostalji sayfaları olacağı açıktır.
Soldaki nicelik daralmasının niteliğe etkisinden ve bunun ideolojik/ kültürel çıktılarından bahsetmeye çalışıyoruz. İşte tam da bu kültürel sonuçlar sebebiyle proletaryanın içeriği laçkalaştırmaya başlandı. Bu da biraz soldaki mezkur daralmayla öne çıkan sınıfsal/kültürel temsili mazur göstermeyle ilgili. İşçi olmanın yüz sene önceki gibi tekil/klasik bir görünümü olmadığı açık ama bu patron olmayan herkese işçi diyebileceğimizi göstermiyor.
Bu “küçük burjuva”, “işçi aristokrasisi” ve (içerik olarak genişlemiş) “orta sınıf” kavramları boşuna mı üretildi? Bunlar sınıfsal ara katmandır. Sınıf atlamaya da düşmeye de yakın olabilirler.
Ve evet son dönemde de bu katmanlarda bir “proleterleşme” dalgası daha güçlü hissedilmektedir. Fakat bu proleterleştirme eğilimi kültürel bir değişimi de otomatik olarak getirmiyor. Ki, Türkiye devrimci, sosyalist hareketiyle ilgili sık sık karikatürize de edilen “ciddiyet” özdeşleşmesinin kimi ardıllarda “neşe”, “kahkaha”, “dans” ile ikame edilmesi bile büyük ölçüde solda sınıfsal kompozisyonun değişimi ve politik iddialardan rücuyla ilgili.
Yurt dışı dahil tatile çıkmakta, her hafta belki birkaç kez -ekonomik durumun geldiği şu noktada dahi- dışarı çıkıp eğlenmede bir sıkıntı yaşamayan, iyi semtlerde ve iyi evlerde yaşayan bir toplamdan bahsediyoruz. Bu kesimlerin solun içinde olmasında bir sorun yok fakat sol giderek bu toplamdan oluşan bir şeye dönüşürse eğer problem ideo-politik ve pratik yönden orada başlar.
“Orta sınıf”/ kitlesel proleterleşme meselesi hâliyle herkesin kendi sınıfsal veya ideolojik/kültürel duruşu gereği bir sinir harbine dönüyor. Bu ortamda da asıl meseleye odaklanmak da zorlaşıyor. Bu bulanmada tekrar altını çizmek gerekir ki elbette solun giderek bir kültürel cemaate ya da cemaatlere dönüşmesinin, bir çırpıda kaybedebileceği gettolara sıkışmasının da payı var.
Yani idealize bir “halkımız” söylemiyle, tüm mesaisini üç beş beyaz yakalıyı tavlama şehvetine odaklamış bloklaşmada asıl ideolojik mesele/müdahale gündemi buharlaşıveriyor. Bu yokluk ortamında da vur tut kır dök bir noktada da olsa sivrilen sınıfsallık lafzını doğru bir noktaya kanalize edebilecek bir irade ve kudret toparlanamıyor.
Son yerel seçim sonuçları da odak sorununun yakıcılığını gözler önüne serdi. Bir değişim talebi, hatta sınıfsal bir bunalım var. Fakat bu talep ve bunalım ya diğer sağa ya da her gün iktidarla benzeşen burjuva muhalefetine güç katıyor. Siyasetin yeniden inşa edileceği alanda sol henüz etkisiz.
Şaşırtıcı gelen bu etkisizliği -en azından solun bir bölümü için- açıklayacak birkaç önemli başlıktan biri de ne yazık ki şu: Sınıfsaldır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.