Ortaya çıktığı dönemde rüzgarıyla bile eski rejimleri sallayan Fransız Devrimi 1830, 1848 ve 1917 devrimlerinde Avrupa’nın üstünde bir hayalet gibi dolaşmaya devam etmişti. Ama bu sefer burjuvazinin 3 renkli bayrağını değil, proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırmıştı
Dördü de önümdeydi
Kan içindeydiler
Yetiştim onlara,
Omzuma değdiler:
“Kahrol Danton.
Ölmelisin Robespiyerim…
Yaşasın Marat!
Ben Baböfle beraberim”
Dedim
Ve geçtim onları…
Nazım Hikmet
Dünya tarihinde tüm insanlığı etkileyen iki büyük devrim vardır. Bunlardan 1917 Rus Devrimi doğal olarak sosyalistler tarafından gururla sahiplenilirken 1789 Fransız Devrimi hak ettiği önemi görmez. Bunda Fransız Devrimi’nin burjuva devrimi olarak görülmesinin etkisi büyüktür. Oysa komünizm fikrinin yeşermesi ve uğrunda mücadele edilecek bir hedef haline gelmesi için bereketli bir toprak görevi gören Fransız Devrimi sürecinde öncülük rolünü üstlenen Jakobenler, Leninist parti anlayışının tohumlarını ekmişti. Düşünüldüğünün aksine Fransız Devrimi’ni yapan ve ileriye taşıyan burjuvazi değil, Jakobenler ve onların daha solundaki kulüpler ile halk hareketi olmuştu. Jirondenler Kulübü tarafından temsil edilen burjuvazi başından beri devrimi dondurmaya çalışmıştı.
Monarşi yıllarında henüz partiler ortaya çıkmadığı için kulüpler onların oynayacağı rolü üstlenmek üzere tarih sahnesinde görünmeye başlamıştı. Başlangıçta koalisyona benzer bir yapıya sahip olan Jakobenlerin daha solunda yer alarak devrimi radikalleştiren birçok kulüp bulunuyordu. En önemlisi Cordoliers olan ve Sosyal Dernek, Gerçeğin Dostları Evrensel Derneği gibi adlar taşıyan bu kulüpler zamanla Jakobenleri de sola çekerek onun yapısında siyasal açıdan daha net saflaşmalara yol açacak, devrimi de ileriye taşıyacaktı. Öyle ki cumhuriyet fikri Cordoliers ve Sosyal Dernek gibi kulüpler tarafından savunulmaya başlandığında Robespierre ve Marat bu talebin gerisinde kalmıştı. Kralı savunanların sesini yükseltmeye başlamasını monarşiye karşı dilekçe kampanyasıyla karşılayan Cordoliers, Jakobenlerin bölünmesine yol açarak bu kulüpte soldan yana bir temizliği sağlayacaktı.
Küçük burjuvazi, köylüler ve kent yoksullarına dayanan ve Robespierre, Danton, Marat triumvirası önderliğindeki Jakobenler, egemenliğin monarktan ulusa devredilmesi, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin Anayasa’ya dahil edilmesi konularında siyasal ilerlemeler kaydediyordu ancak bu tarihi kazanımları sosyal açıdan ilerletmeye çalışanlar Kudurmuşlar Hareketi adıyla ortaya çıkan radikallerdi. Roux, Varlet ve Leclerc önderliğindeki Kudurmuşlar Hareketi gıda maddelerine tavan fiyat konulmasını, spekülatör ve stokçulara şiddet uygulanmasını savunarak sans-culotte (Baldırı Çıplaklar) denilen yoksullar arasında taban bulmuştu. Babeuf, Marechal, Boissel ve Chappuis’un komünist ütopyaları da böyle bir ortamda mayalanıyordu.
Kudurmuşlar Hareketi’nin taleplerinin Jakobenler tarafından da sahiplenilmesiyle büyüyen halk hareketi 2 Haziran 1793’te devrim içinde devrim yaparak burjuvazinin temsilcisi Jirondenlerin iktidarını sonlandırıyordu. Bu andan itibaren başlayan Jakobenlerin devrimci diktatörlüğü senyörlerin elindeki toprakları köylülere veriyor, feodal ayrıcalıkları ortadan kaldırıyordu. Fransız Devrimi sürecinin en radikal evresi olan bu dönemde 1791 Anayasası’nı aşan demokratik bir anayasanın yazılması ve Haiti’de köleliğin kaldırılması gibi siyasi atılımların gerçekleşmesini sağlayan radikalizm arkasındaki halk desteğini büyüttüğü için kral yanlısı karşı devrimci terörü de püskürtebilecekti.
Burjuva devrimi kendi doğal akışında ilerledikçe servet edinmek için en ufak fırsatı kaçırmayan burjuvazi ile halk tabakaları arasındaki çelişki kendini göstermeye başlıyor, Jakobenlerle daha soldaki hareketler arasında sürtüşmeler baş gösteriyordu. Tutuklama ve giyotine gönderme dalgasının Kudurmuşlar Hareketi ve sol Jakoben önderlere yönelmesiyle uzlaşmaz bir noktaya varan çatışma, devrimi dizginlemeye çalışanlarla onu halk yararına derinleştirmeye çalışanlar arasında geçiyordu. 1794 yılında gelindiğinde 9 Thermidor darbesiyle Robespierre’nin devrilmesi bir karşı devrimi haber verir ama bu karşı hamle eski rejim yanlılarından değil burjuvaziden gelmiştir. Sans-cullottelar tutuklanan Robespierre ve arkadaşlarını kurtarmak için ayaklandığında burjuva devriminin sahibi bir kez daha görülür.
Burjuvazinin Fransız Devrimi’nden duyduğu korku 150 yıl sonra kendini bir kez daha açığa vuracak hem Mussolini hem Goebbels, 1789 sonrası kazanımlara savaş açtıklarını ifade edeceklerdi. 18. yüzyılın sonlarında bir 14 Temmuz günü Bastille Hapishanesi’ni yıkan halk hareketi, 1930’larda burjuva demokrasisini korumak için anti faşist cepheler ve direniş hareketleri ile savunma hattını kuracak, Avrupa’nın göbeğinde halk demokrasileri boy verecekti.
Burjuvazinin korkusu boş değildi. Pek bilinmez ama Fransız Devriminin öncüsü Jakobenler, Marx ve Lenin’i de etkilemişti. Marx 1848 devrimini daha sola itecek bir güce odaklanırken, Lenin de “İki Taktik” kitabında burjuva devrimini sosyalist devrime bağlayan bir tartışmayı başlatacaktı. Burjuva devriminin burjuvaziye bırakılamayacağını Fransız Devrimi’nin derslerinden çıkarabilen bilimsel sosyalizmin teorisyenleri sürekli/kesintisiz devrim formülasyonu ile sınıf ittifakları politikasını üreteceklerdi.
Yeri gelmişken sanatın politize olduğu Fransız Devrimi sürecinin Rus Devrimi döneminde yarattığı etkiye de değinelim. Mozart’ın Sihirli Flüt’ü, Beethoven’in Eroica’sı ve Verdi’nin ilk operaları siyasal manifesto niteliği taşıyan, hatta kimi yerlerde devrimleri tetikleyen eserlerdi. Dickens ve Balzac’ın toplumsal sorunlara eğildiği bu dönemde Dostoyevski devrimci faaliyetlerinden dolayı ölüm cezasına çarptırılıyor, Puşkin, Desembristlerle olan ilişkisinden dolayı ceza alıyor, Wagner ve Goya sürgüne gönderiliyordu. Fransız Devrimi sürecinde Wagner tarafında irdelenen sanat ve devrim ilişkisi Rus Devrimi sırasında Lunaçarski tarafından tekrar ele alınacaktı. Sosyalist realizm akımı ile Proletkult tartışmalarının boşlukta oluşmadığını bu arka plana bakarak söyleyebiliriz.
Ortaya çıktığı dönemde rüzgarıyla bile eski rejimleri sallayan Fransız Devrimi 1830, 1848 ve 1917 devrimlerinde Avrupa’nın üstünde bir hayalet gibi dolaşmaya devam etmişti. Ama bu sefer burjuvazinin 3 renkli bayrağını değil, proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırmıştı. Halk ayaklanmalarından korkuya kapılan burjuvazi eski rejimin egemen sınıflarıyla uzlaşarak yukarıdan devrimlerle düzenini kurarken, proletarya artık prekapitalist sınıflarla burjuvazinin devrilmesini tek bir süreç olarak önüne koyacaktı.
Aradan 235 yıl geçmesine rağmen Fransız Devrimi’nin bize hediye ettiği “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganı hala güncelliğini koruyor, devrim de…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.