Bugün, Fırat’ın iki yakasındaki muhalefetin yakınlaşma eğilimine yönelik en simgesel iki saldırıdan biri olan ve gençlik hareketine yönelik tarihimizdeki en kanlı saldırı olan Suruç Katliamı’nın 9. yıldönümü. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası AKP’nin ülkeyi sürüklediği savaş, faşist terör ve olağanüstü haller süreci açısından milat niteliğindeki bu katliamın öncesindeki siyasi atmosferi, katliamın planlanma süreçlerini, dava süreçleri ve adalet mücadelesini katliamın dokuzuncu yılında yeniden hatırlayalım
20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde 33 sosyalist genç, cihatçı katillerin kullanıldığı ve hala aydınlatılmamış bir kontrgerilla saldırısıyla katledildi. Kobanê’deki yeniden inşa çalışmalarına katılmak için Suruç’a giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyeleri ve anarşist gençler, bir intihar bombacısının saldırısında yaşamını yitirdi. AKP’nin tek başına iktidar konumunu yitirdiği 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ülkeyi içine sürüklediği savaş ve faşist terör süreci açısından milat niteliğindeki bu katliamın öncesindeki siyasi atmosferi, katliamın planlanma süreçlerini, dava süreçleri ve adalet mücadelesini katliamın yedinci yılında yeniden hatırlayalım.
Suriye’de emperyalist güçlerin teşvik ettiği cihatçı istilası karşısında gelişen direnişin içinde Rojava’da Kürtler fiili bir özerklik kurdu. Ortadoğu’daki görece demokratik, laik ve eşitlikçi bu özerk alana saldırılar da kesilmedi elbette. Suriye ve Irak’ta AKP iktidarının da yarı örtülü desteği ile hızla gelişen ve Kürtleri hedef alan IŞİD, Kobanê kapılarında durduruldu. Kürt hareketinin Kobanê direnişi ile Suriye içinde kazandığı siyasi güç ve Türkiye’nin batısında laik kesimler yakaladığı sempati Türkiye egemen sınıfları açısından rahatsız ediciydi.
Aynı dönemde, Kürt hareketi AKP iktidarını Türkiye içinde de sıkıştırıyordu. 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP milletvekili adaylarını ilk defa bağımsız olarak değil parti listelerinden gösterdi. HDP dışında çok sayıda örgüt ve kişinin de desteğiyle barajı aşan HDP, AKP’nin anayasa değiştirecek çoğunluğu elde etmesine izin vermediği gibi tek başına iktidar olmasını da engelledi.
Genel seçimde istediğini elde edemezse ülkenin kaosa sürükleneceği tehdidinde bulunan AKP dediğini yaptı ve ülke kısa süre içinde yeniden sandık başına gideceği bir savaş ve faşist terör sürecinin içine sürüklendi. Suruç Katliamı da bu sürecin ateşleyici fitiliydi.
“Çözüm süreci” olarak da bilinen PKK ile çatışmasızlık sürecinin Fırat’ın iki yakası arasındaki muhalefet güçlerinin AKP karşısında birbirine yakınlaştığı bir durum yarattığını gören AKP iktidarı, bu duruma son vermek istedi. Suruç Katliamı’nı, iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polisin kim tarafından gerçekleştirildiği hala aydınlatılamamış bir suikastle öldürülmesi ve bu bahane ile savaş uçaklarının Kürt silahlı hareketine saldırıya geçmesi izledi. Çatışmasızlık süreci sona ermiş, Türkiye birkaç ay içinde tekrarlanacak seçimlere savaşın belirlediği olağanüstü bir atmosfer içinde ilerlemeye başlamıştı.
IŞİD’in saldırısının püskürtülmesinin ardından Kobanê’de başlatılan yeniden inşa çalışmalarına Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu ve anarşist gençler “Beraber savunduk, beraber inşa edeceğiz” dedikleri bir kampanyayla destek sunuyordu. SGDF üyeleri ve anarşistler, yaz boyunca topladıkları oyuncakları Kobanêli çocuklara götürecek, kentteki yeniden inşa çalışmalarına katkı sunacaktı.
Urfa Suruç’tan sınırın diğer yakasına geçmek isteyen gençler türlü bahanelerle engellendi, oyalandı. Suruç’ta konakladıkları Amara Kültür Merkezi önünde hem engellemelere tepki gösterecek hem de Kobanê’nin yeniden inşa çalışmalarının önemine bir kez daha dikkat çekeceklerdi.
Ancak Amara Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yapıldığı sırada sosyalist ve anarşist gençlerin arasına sızan IŞİD üyesi Abdurrahman Alagöz, üzerindeki bombayı patlatarak bu kanlı saldırıyı gerçekleştirdi. Suruç’taki intihar bombacısı saldırısında 33 genç yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.
SGDF’li gençler, Gezi’yle açığa çıkan dinamizmi Rojava’da IŞİD’e karşı direnişle vücut bulan dinamizmle birleştirme iddiasındaydı. Hedef alınan, Gezi ruhuyla Kobanê’ye uzatılmak istenen bu eldi. Seçine kısa bir süre kala 10 Ekim’da gerçekleşen Ankara Katliamı da yine Fırat’ın iki yakasındaki muhalefetin yan yana durarak barış ve kardeşlik istediği bir mitingi hedef alacaktı.
Türkiyeli El Kaideciler, SGDF’nin çağrısıyla Kobanê’yi yeniden inşa etmeye destek olmak için giden gençleri saldırı öncesi hedef göstermişti. El Kaide’nin Türkiye’deki yayın organlarından ummetislam.net ve islahhaber.net adlı sitelerde yazar olduğunu belirten “Miraç Karaaslan” isimli şahıs Twitter hesabı üzerinden SGDF üyelerini hedef gösteren paylaşımlarda bulunmuştu.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, katliamın ardından Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e ‘inceleme’ talimatında bulundu. Ancak İstanbul ve Ankara’dan Kobanê’ye doğru yola çıkan gençleri İçişleri Bakanlığı polis kanalıyla zaten adım adım izliyordu. İçişleri Bakanlığı son haftalarda El Kaide ve IŞİD’e karşı operasyonlar düzenlendiğini açıklıyor, bu gelişmeler doğrultusunda Türkiye içindeki IŞİD’lilerin hareketlerinin de takip altında olduğu izlenimi veriliyordu.
Yani katliamın ardından Davutoğlu’nun zevahiri kurtarmak için yayımladığı “inceleme” talimatı, aslında günler önce verilmiş ancak cihatçı saldırganlar değil katliama maruz kalan gençler hedef alınmıştı.
Emniyet içindeki çeşitli aktörleri yakından izlediği yazılarla bilinen gazeteci Tolga Şardan, katliamın üstünden iki geçmesinin ardından Milliyet’teki köşesinde Suruç’taki saldırıdan MİT’in haberdar olduğunu yazdı.
Şardan’a göre müfettişler, Suruç’taki intihar eylemcisi Abdurrahman Alagöz’ün devletin bildiği bir isim olduğunu tespit etti. Bir saldırı düzenleyebileceği biliniyordu.
Müfettiş raporlarına göre intihar saldırganı IŞİD’li Abdurrahman Alagöz, emniyet istihbaratın takibindeydi.
Alagöz soyadını kısa süre sonra tekrar duyacaktık, yine başka bir saldırıda: 10 Ekim Ankara Katliamı’ndaki intihar bombacısı Yunus Emre Alagöz, Abdurrahman Alagöz’ün kardeşiydi ve Gaziantep’te aynı hücre evinde kalıyorlardı.
Saldırıyla ilgili soruşturmaya 23 Temmuz 2015’te “dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği” gerekçesiyle gizlilik kararı getirildi. Yürütülen soruşturmanın ne aşamada olduğu uzun süre karanlıkta kaldı.
Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın katliamın üzerinden 18 ay geçtikten sonra hazırladığı iddianamede, biri tutuklu üç sanık hakkında 104’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.
Sanıklardan Yakup Şahin, Ankara Tren Garı patlaması şüphelisi olarak tutuklu. Diğer sanıklar Deniz Büyükçelebi ve İlhami Balı ise iddianameye göre, Suriye’de.
Yine iddianameye göre, bombalı saldırıyı gerçekleştiren kişinin, incelenen deliller, kamera kayıtları ve teşhis yapılması sonucu, Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi.
Suruç Katliamı’yla ilgili dava, olaydan 21 ay sonra, 4 Mayıs Perşembe 2017’de Hilvan’daki Urfa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’nün içerisindeki Urfa 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Duruşma açıklanandan 7 saat geç başladı. Adliyede sadece ölenlerin aileleri, Suruç’ta yaralananlar ve avukatları vardı. Firari olmayan tek sanık Yakup Şahin de hiçbir duruşmaya getirilmedi.
İlk duruşmada mahkeme, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) müdahillik talebini içeren dilekçesini okuyan SGDF Eş Başkanı Ceren Çoban hakkında “terör örgütü propagandası yapmak, anayasayı ihlale teşebbüs ve cumhurbaşkanına hakaretten” suç duyurusunda bulundu. Kurumun müdahillik talebi de CHP, HDP, İnsan Hakları Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği, İstanbul, Diyarbakır ve Urfa Baroları gibi pek çok parti ve sivil toplum kuruluşunun müdahillik talepleriyle birlikte reddedildi.
Dava süreci gizlilik kalkanıyla kamuoyuna açıklanmadan işledi. Kamu görevlilerinin ihmali ve görevi kötüye kullanma suçlamalarından yargılanmalarının büyük ölçüde önüne geçildi. Sembolik denebilecek kadar az sayıda kişiye ödül gibi cezalar verildi.
Davaya katılanların soruşturmayı genişletme talepleri her seferinde reddedildi.
Duruşmalar da jandarma ablukası altında, adeta adalet mücadelesi verenlere gözdağı verircesine gerçekleşti.
Katliama ilişkin, 9 Ocak 2017’de görülen kamu görevlilerin yargılandığı davada, dönemin ilçe emniyet müdürü Mehmet Yapalıal’a “görevi ihmal ve kötüye kullanma” suçundan 7 bin 500 TL para cezası verildi, ceza 12 takside bölündü.
Soruşturmaya gizlilik kararının verilmesinin ardından SGDF’nin çağrısıyla “Suruç için adalet, herkes için adalet” kampanyası başlatıldı. Kampanyaya çok sayıda gençlik örgütü dahil oldu. “Dava dosyasının üzerindeki gizlilik kararının kaldırılması” ,“Ankara ve Suruç Katliamı arasındaki bağlantıların ortaya çıkarılması” gibi taleplerin olduğu kampanya, diğer adalet mücadeleleriyle de bağ kurdu. 10 Ekim Katliamı için yapılan anmalardan kadın cinayetleri davalarına kadar çeşitli adalet mücadelelerine kampanya kapsamında destek çağrıları yapıldı. Adalet mücadelesinin ancak diğer adalet mücadeleleriyle ortaklaşabildiğinde güçlü olabileceği vurgusu yapıldı.
Katliamın ardından kurulan Suruç Aileleri İnisiyatifi, her ayın 20’sinde yaptığı adalet nöbetlerini sürdürüyor.
Katliamın üzerinden 9 yıl geçti. Bu zamana kadar gerek her ayın 20’sinde yapılan adalet nöbetleri ve eylemlere gerek yıldönümü eylemlerine defalarca kez polis saldırdı. Faillerin soruşturulması taleplerinin mahkeme salonlarında reddedilmesine yoldaşlarını anmak isteyen gençlere uygulanan polis şiddeti eşlik etti.
Sendika.Org
* Mahkeme süreçlerine dair olan kısımlarda Bianet’in hazırladığı dosyadan alıntılar yapıldı.